Filistin

Müslümanlara göre Hz. Davud’un fethedip “Selam Şehrine” dönüştürdüğü Kudüs, insanlığın tüm irfani birikimlerini kucaklayan, ihya edici bir tavırla idare edilmelidir. Aslında bu yaklaşım Mekke’yi fetheden Hz. Peygamberin (s.a.v.) tavrıdır. Şehri fetheden Hz. Ömer’in tavrı, sahabelerin tavrı, zalim Haçlıların elinden şehri kurtaran Selahaddin-i Eyyubi’nin tavrı, Yavuz Sultan Selim’in tavrıdır.

Akdeniz’e kıyısı olan, Asya ile Afrika arasında köprü konumundaki tarihî bölge.

Filistin esas itibariyle, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria nehri arasında kalan topraklardır.

Adını MÖ. 12. yüzyılda Kavimler göçü sırasında deniz yoluyla buraya gelen Filistler’den alır.

Tarih öncesi devirlerden itibaren pek çok istilalara maruz kalmıştır. Bu durumun iki önemli sebebi, bölgenin jeo-stratejik konumu ve üç büyük ilâhî dinin gerek doğuş gerekse gelişmesinde oynadığı önemli rol ve içinde barındırdığı kutsal yerlerdir.

Filistin’in son siyasî sınırı olarak milletlerarası alanda manda yönetimi için çizilen 1922 sınırlarının kabul edilmesi en uygunudur. Akdeniz, Lübnan, Suriye, Şeria nehri ve Ölüdeniz’den Kızıldeniz’in Akabe Limanı’na uzanan çizgi ile Mısır’a ait Sînâ yarımadasının çevrelediği yaklaşık 27.000 km²lik alan tarih boyunca Filistin denildiğinde akla gelen siyasî bölgeye tamamen tekabül etmektedir.

 

İslâm Öncesi Dönem

Yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalara göre ilk buluntular, günümüzden 14.000 yıl önce yaşanan Mesolitik Natuf kültürüne (Orta Taş Devri veya Mezolitik dönem, MÖ. 22.000-10.000) aittir. Neolitik çağın (Cilalı taş devri) tarım, hayvancılık ve çömlek yapımcılığının ortaya çıktığı yerleşik toplum hayatına ait en eski kalıntıları ise MÖ. 5000’lere tarihlenen Eriha’da (Jericho) bulunmuştur.

Bu dönemden sonra bölge genellikle Arabistan dolaylarından arka arkaya göç eden Sâmî kavimlerin işgal ve yerleşmelerine maruz kalmıştır.

Bu toprakların adı bilinen ilk sakinleri, Tevrat’a göre dünyanın en eski milleti olan ve Arap tarihçileriyle bazı araştırmacılar tarafından Arapların atası olduğu kabul edilen Amâlika kavmidir.

MÖ. 3. binyıldan itibaren yine Sâmî kavimlerden Ken‘ânlılar ve daha çok sahil kesimlerinde Fenikeliler, arkalarından da Ârâmîler görülmeye başlar.

Kudüs şehri Ken’ânlılar’ın bir kolu olan Yebüsîler tarafından kurulmuştur. Nitekim bazı eski metinlerde Kudüs’ün bir adı da Yebüs olarak geçer. Bölge “Ken’ân diyarı” diye de anılmıştır.

Zaman zaman Mısır işgali altında geçirilen bu dönemden sonra MÖ. 1200’lerde vuku bulan Kavimler göçü sırasında deniz kavimlerinden Filistler bölgeye gelmiş ve bugünkü Gazze Şeridi ve civarında beş büyük şehir kurarak burayı yurt edinmişlerdir. Hangi ırka mensup oldukları bilinmeyen Filistler (kuvvetli bir ihtimalle Hint-Avrupa) bölgede “demir çağı”nı başlatmışlar ve bir süre sonra yerli halkla karışarak benliklerini kaybetmişlerdir.

Filistlerin Akdeniz kıyılarına yerleştiği döneme yakın bir tarihte, İsrâiloğulları Hz. Mûsâ’nın öncülüğünde Mısır’da Firavun’un zulmünden kaçmaya muvaffak oldular. Artık Sina dağında ilahî vahiy (Tevrat) alınmış ve Arz-ı Mev‘ûd (Vadedilmiş topraklar) denilen bölgeye (bugünkü Filistin toprakları) girmeleri istenmiş fakat onlar söz dinlemeyip bu emre uymayınca tam 40 yıl Sina Çölünde yaşamaya mecbur bırakılmışlardı.

Daha sonra Yeşu/Yuşa peygamber önderliğinde bu topraklara girme mücadelesi verilmiş ve nihayet Yebûsîlerin hâkimiyetindeki o günkü ismi Yebûs olan Kudüs-ü Şerîf, Tâlût’un komutasında ele geçirildi (MÖ 1000’li yıllar).

İlk İsrail kralı Saul’ün (Tâlût) yerine tahta geçen Hz. Dâvûd, Kudüs’ü alarak burayı putperestlerden temizlemiş ve barışın şehri (Yeruşalim) diye isimlendirdiği Kudüs’ü İsrail’in başşehri ilan etmiştir. Şehrin en yüksek tepesini olan Zion adlı yerde kraliyet sarayı inşa ettirmiş ve Ahid sandığını (on emrin yazılı hali ve Musa ailesine ait hatıralar) ve içerisindeki sekineyi (şekina/şakinah; tanrının gizemli varlığı) başkentine nakletmiştir.

Hz. Süleyman’ın dönemi (MÖ. 972-932) krallığın altın çağı oldu. Sınırlar bugünkü Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin bir kısmına kadar uzandı. Başta Mısır olmak üzere komşu devletlerle anlaşmalar yapıldı.

Hz. Süleyman (a.s.), MÖ 950 yılında, yedi yıllık bir inşaattan sonra (Süleyman Mabedi, Tapınak, Beyt ha Mikdaş, Beytü’l-Makdis isimleriyle bilinen) Mabedi tamamlamıştır. Ahit Sandığı ve Musa (a.s) döneminden kalan Tevrat levhalarının Mabed’de, Sekîne’nin ise Ağlama Duvarı’nda yer aldığına inanılır.

Kudüs, Süleymân Mabedinin inşa edilmesiyle artık tamamen kudsiyyet kazanmıştır.

Süleyman Mabedi yahudiler için son derece kutsaldır zira Museviliğin başlıca ibadeti olan kurban, burada sunulmaktadır. Mabet, aynı zamanda bir hac mekânıdır.

Mabet, Hârûn’un (a.s) soyundan gelen hahamların idaresindeydi.

Hz. Süleyman’ın MÖ. 922 Semt-i Hâmûşân’a (Suskunlar mahallesi, âhiret) irtihâl etmesiyle birlik dağıldı ve devlet iki ayrı parçaya bölünerek kuzeyde İsrail, güneyde Yahuda krallıkları meydana geldi; İsrail’in başşehri Sâmiriye (Samana), diğerininki Kudüs’tü (Jerusalem). Her iki devlet de fazla uzun ömürlü olmadı ve ilki MÖ. 721’de Asurlular, ikincisi de MÖ. 586’da Bâbil Hükümdarı Buhtunnasr (2. Nebukadnezzar) tarafından yıkıldı. Asur ve Bâbilliler sadece bu krallıkları sona erdirmekle kalmayıp aynı zamanda halklarından on binlercesini de Mezopotamya’ya sürdüler.

Filistin tarihinde bir sonraki dönem, Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Kyros’un MÖ. 539’da Bâbil’i alıp bütün topraklarını ele geçirmesiyle başlayan ve iki asır kadar süren İran hâkimiyeti oldu. Bu dönemde İbrânîler belli bir ölçüde hürriyet kazanmış, Kyros’un serbest bıraktığı Bâbil esaretindeki 40.000 kişi geri dönmüş (MÖ 537) ve Bâbilliler’in yıktığı Kudüs’teki Süleyman Mabedi ile şehrin surları MÖ 516’da yeniden inşa edilmiştir. Mabed MÖ 30’larda genişletilmiş, çevresine kuşatma duvarı (şimdiki adıyla Batı duvarı veya Ağlama duvarı) yapılmıştır.

 

Helenistik Dönem

Bölge, MÖ. 334’ten itibaren Suriye ve Mısır’ı alan Büyük İskender’in, onun ölümünden (MÖ. 323) sonra da Helenistik krallıklardan Mısır’daki Ptolemaioslar ile Suriye’deki Selevkoslar’ın eline geçti. Özellikle Selevkoslar döneminde İbrânîler’e karşı katı bir kültürel ve dinî Helenleştirme uygulandığı görülür.

IV. Antiokhos’un Süleyman Mâbedi’ni Grek tanrı heykelleri koyarak, yahudileri bunlara tapınmaya zorlaması üzerine yahudi Judas Maccabaeus önderliğinde büyük bir isyan çıktı; MÖ. 164’te Selevkoslar Kudüs’ten atılarak Hasmonlu Hanedanı kuruldu ve 70 yıl kadar devam edecek bir bağımsızlık sürecine girildi.

Filistin toprakları MÖ. 63’te Romalıların istilâsına uğradı ve uzun süren bu hâkimiyet sürecinde zaman zaman yahudi ayaklanmalarına sahne oldu. MS. 70’te Roma veliaht prensi Titus Kudüs’ü tahrip ederek bütün zenginliklerini yağmaladı. 115-117’deki ikinci büyük isyandan sonra yahudilerin varlığı biraz daha eksildi; nihayet 132-135 yılları arasında meydana gelen üçüncü ayaklanma, ağırlıklı olarak oturdukları Kudüs’ten sürülmeleriyle son buldu.

 

Hıristiyanlık

Roma döneminde Filistin’in Beytüllahim kasabasında doğan Hz. Îsâ’nın Hıristiyanlığı getirmesinden ve özellikle İmparator Konstantinos’un 312’de bu dini kabul etmesinden sonra Kudüs bir defa daha kutsallık kazandı ve dinî ağırlıklı binalarla imar edilmeye başlandı. Saint Sépulcre seynt seypolkır (Merkad-i Îsâ/Kutsal Mezar) adındaki ilk büyük kilise Konstantinos tarafından yaptırılmıştır.

395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Bizans’ın payına düşen bölgede Hıristiyanlık daha büyük bir hızla yayılmaya başladı ve yahudilere karşı baskılar arttı.

Bölge 611’de Sâsânî istilâsına uğradı, Kudüs 614’te çok büyük bir katliama maruz kaldı. 629’da ise İmparator Herakleios tarafından Kudüs dahil bütün Filistin tekrar Bizans hâkimiyeti altına alındı.

 

Kudüs’e Siyonist, Evanjelik Ve Reel-Politik Yaklaşımlar

1. Ebedî Yeryüzü Başkenti Olarak Kudüs (Siyonist Yaklaşım)

Siyon, Ahd-i Atîk’te Kral Dâvûd tarafından fethedilip krallığın merkezi yapılan Kudüs şehri için kullanılmış bir isimdir (II. Samuel, 5/7). Zamanla kapsamı bütün İsrail topraklarını ifade edecek şekilde genişlemiştir. Siyonizm ise yahudi halkının “tarihî yurtlarına dönüşü” mânasında Filistin’de yahudi devleti kurmayı hedefleyen siyasî hareketi belirtir.

Geleneksel yahudi mezhepleri, kıyamete yakın bir mesih/kurtarıcı peygamber beklemektedir. Onun liderliğinde Kudüs merkezli bir dünya devleti kurulması hedeftir.

Ancak, bir mesih beklemek yerine Kudüs’ün siyaset, para ve askeri güçle alınması gerektiği düşüncesinden hareket eden bir grup daha vardır ki bunlar Avrupa’da ortaya çıkan siyonist yahudilerdir. Aralarında sosyalist, marksist, darvinistler de vardır.

Politik açıdan siyonizm; Yahudilerin mukaddes topraklara geri dönerek ibâdetlerini orada yapmaları gerektiği fikrini müdâfaa eden bir ideolojidir. Aslında siyonizm kökleri II. Tapınak Dönemi’ne (MÖ 539-MS 70) kadar giden, 19. yüzyılın sonlarından itibaren ise gelişme gösteren teo-politik bir Yahudi ideolojisidir.

Siyonizm’e göre Kudüs sadece Yahudilere aittir ve Yahudiler daha önce hiçbir millete verilmeyen ilâhî güçlerle mücehhez bir millettir, diğer milletlerden de üstündür. Tanrı’nın kendileriyle yaptığı özel bir ahid karşılığında, kendilerine vaad edilen topraklarda krallık ve tapınaklarının yeniden tesis edileceğini hayâl ederler. Nil ve Fırat arasında kalan bölge Tanrı tarafından Yahudilere hîbe edilmiştir ve bu topraklar Tevrat kadar mukaddestir.

Siyonistlerin asıl gayeleri Kudüs’ü Yahudilik hâricindeki din ve kültürlerden arındırmak ve homojen bir Yahudi yerleşim merkezine dönüştürmek;

Kudüs’ü devletlerinin merkezi yapmak ve Mabedi yeniden inşa etmektir. Onlara göre Mabedi yeniden yapabilmeleri için bugün orada bulunan Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yıkılması gerekir.

 

2. “Cennetin Krallığı” Olarak Göksel Kudüs (Katolik ve Evanjelik Yaklaşım)

Hıristiyanlık açısından Kudüs; Hz. İsa’nın (a.s.) Beytüllahim’de doğması, Nasıra’da yetişmiş ve Filistin coğrafyasında insanlara uyarılarda bulunmuş olması bakımından önem taşır. O, Yahudi din adamlarının din anlayışlarını eleştirmiş, tamamen şekle dönüşmüş din anlayışına karşılık ahlaki ilkeleri, maneviyatı ve yüce değerleri öne çıkaran bir anlayışı öğütlemiştir. Fakat mabet yetkilileri bunu önlemek için onu ortadan kaldırmayı planlamış, kendi aralarında yargılayıp ölüme mahkûm etmiş, cezayı infaz için de bölgenin Roma valisine baskı yapmışlar ve nihayet onu çarmıha gerdirmişlerdir. (İslam inancına göre çarmıha gerilen Hz. İsa değildir)

Dolayısıyla Hıristiyanların nazarında Tanrı’nın oğlu ve Tanrı olan İsa Mesih’in yakalandığı, yargılandığı, haçının taşıtıldığı ve nihayet çarmıha gerildiği mekânlar kilisece son derece kutsaldır. Kutsal Kabir/Merkad-i Îsâ/Diriliş Kilisesi (İsa’nın çarmıha gerildiği tepe, kabrinin olduğu ve yeniden dirileceği yer), Hıristiyanlar için önemli bir hac mekânıdır. Bu kilisenin anahtarları Sultan Abdülmecid döneminde hıristiyan mezheplerin kavgaları sebebiyle müslüman iki aileye verilmiştir. Bugün bu kiliseyi hala bu iki aile açıp kapatır.

Hıristiyan metinleri içinde Kudüs’ün konumunu en tafsîlâtlı şekilde betimleyen metin Yuhanna’dır. Yuhanna’ya göre Kudüs ilâhî bir şehirdir. Kudüs bir cennet olduğundan yeryüzündeki herhangi bir şehirle mukâyese bile edilemez. Kudüs hâricindeki tüm şehirler zâlim Bâbil ile eşittir ve hepsi yok edilmelidir. Kudüs Tanrı’nın katından gelen Göksel bir şehirdir. Yuhanna’nın Kudüs ütopyasında Hıristiyan olmayan hiçbir unsura yaşam hakkı yoktur. Zîrâ Yahudi kültüründe Tanrı’nın varlığının bir yere yerleşmesi olarak bilinen Şekinah, Yuhanna’ya göre Kutsal Ahid Sandığı’nda değil Îsâ Mesîh’in vücûdundadır. Buna binâen Hıristiyan olmayan hiçbir unsur Kudüs’e kabul edilmeyecektir.

MS. 7. asırda belirginleşen Hıristiyan kutsal toprakları anlayışına göre Hıristiyanlar yalnızca Kudüs’te yaşamalı ve Kudüs’ün metrûk yerleri bile canlandırılıp eksiksiz bir Hıristiyan vatanına dönüştürülmelidir.

Papa II. Urban, 1095 Kasım’ında Fransa, Clermont’da Kudüs’ün dinsiz, sapkın, despotik, Tanrı tanımaz Müslümanların elinden kurtarılması için halkı haçlı seferlerine davet etti. I. Haçlı Seferi netîcesinde 15 Temmuz 1099 Kudüs’ü ele geçirilip şehri Hıristiyan olmayan bütün unsurlardan temizlemek amacıyla Yahudi ve Müslümanlar tamamen katledildi. Yahudi ve Müslüman mabedleri yıkılmış ve Kudüs şekilsel olarak gerçek bir Hıristiyan kenti olmuştur.

Katolikler, İsa Mesih'in ikinci kez gelişinde Tanrı’nın ikametgâhı olan “göksel Kudüs”ün bir gelin gibi Tanrı katından yeryüzüne, Kudüs’e ineceğine inanırlar.

Bu sebeple Haçlılar, 1187’de Selahaddin Eyyubî’nin geri almasına kadar şehri İsa Mesih’in ikinci gelişinde inşa edilecek krallığa hazırlamaya çalışmışlardı.

Kudüs’e ehemmiyet veren Hıristiyan mezhepler içerisinde Protestanlığın bir kolu olup Amerikan siyâsetinde son derece etkin olan, Siyonist Hıristiyanlar, Fundamentalist Hıristiyanlar veya Amerikan Tâlibân’ı olarak da bilinen Evanjelikler nazar-ı dikkat celbetmektedir. Evanjelizm, mukaddes metinlerdeki ifâdeleri literal anlayan skolastik bir düşünce ekolüne sâhip olmasının yanı sıra papalığın otoritesini reddeder, ayrıca Îsâ Mesîh’in Tanrı olarak kabul edilmesine ve O’na kulluk etmeye ziyâdesiyle ehemmiyet verir. Evanjeliklere göre Kudüs, her türlü Yahudi unsurlarından arınmalı ve gerçek hüviyetine kavuşmalıdır. Ayrıca Kudüs bir cennet olduğu için dünyanın hiçbir şehri herhangi bir yönüyle Kudüs’e benzeyemez.

Evanjelikler Kudüs şehrinin Tanrı ile, diğer şehirlerin de Bâbil gibi şeytanla özdeşleşeceğini ve bu yüzden diğer bütün şehirlerin yok olup Kudüs ile özdeşleşen toprakların cennete dönüşeceğini söylerken Tanrı’ya vefâlı insanların (Hıristiyanların) da kusursuzluğa ve barış ortamına kavuşacağını iddia ederler.

Evanjeliklere göre Tanrı ilk insandan bu yana yedi devir yaratmış en son devri altın çağa, Mesih’in çağına, ayırmıştır. Milenyum çağı adı verilen bu dönemde İsa Mesih başkumandan olarak gelecek, Tanrı tarafından seçilmiş ilk halkı olan Yahudileri ve Kutsal Hıristiyan cemaatini yani ikinci seçilmiş halkı toplayıp kötülerle savaşacak. Deccal adı verilen kötülerin ordusunun kumandanı yenilgiye uğrayacak ve Göksel Kudüs’ün başkent olduğu, Mesih’in de yargıç kral olduğu bin yıllık barış dönemi başlayacaktır.

Mesîh’in bir an evvel gelmesini isteyen Evanjeliklere göre Orta Doğu’da meydana gelen her türlü siyasi karmaşa ve harb gibi kaotik vaziyetler Îsâ Mesîh’in gelişinin habercileridir ve bu bölge, Mesîh’in gelişini hızlandırmak adına sürekli karıştırılmalıdır.

Evanjelikler Armageddon Savaşı’nda (Kudüs’ün kuzeyinde bulunan Ar-Megiddo adlı bir yerde) İsrail’in kötü krallıklarla savaşacağına inandıkları için bu savaş daha başlamadan evvel İsrail’e her türlü maddî ve manevi yardımın yapılmasını gâye edinirler, her yıl İsrail devleti için yardım kampanyaları düzenlerler.

Evanjeliklere göre bütün Hıristiyanların kutsal haç altında birleşip İslam ve Müslümanlarla harb etmesi lâzımdır zîra onların gözünde sıradan Müslümanlar dâhil İslam toplumlarının tamamı radikal ve İncil düşmanlarıdır.

 

3. Gerçek Kudüs: (Reel-Politik Yaklaşım)

Kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’de Kudüs ve Mescid-i Aksâ hakkındaki âyetlerin varlığı,[1] Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Mescid-i Aksâ’yı ziyâret edilebilecek üçüncü mescid olarak görmesi, İsrâ ve Mi’râc hâdiselerinin Mescid-i Aksâ’da vuku bulması, önceki peygamberlerin bazılarının Kudüs ve çevresinde yaşamış olmaları, Mescid-i Aksâ’nın ilk kıblemiz olması ve diğer bazı tarihi vukuât, tarih boyunca Müslüman toplumların Kudüs’le alâkadâr olmalarına sebep olmuştur.

Tarih boyunca Müslümanların, vahyin kutsadığı bir şehir olan Kudüs ile Mescid-i Aksa’yı özdeş gördüğü açıktır.

Müslümanlar, bu mukaddes yerleri, ne geçmişteki nebevi şanını politik amaçlarla kurgulayan Siyonistler gibi dışlayıcı bir baskı aracına dönüştürmüşler ne de Evanjeliklerin tekelci ve arındırılmış Göksel Kudüs’üne çevirmişlerdir.

Kudüs-ü Şerif, 638 yılında Hz. Ömer’in şehri fethetmesiyle 1099 yılında Haçlıların eline geçinceye kadar bir barış şehrine dönüştü. Müslümanlar, Hz. Ömer, Muaviye b. Ebi Süfyan ve en son I. Velid zamanında bina edilen mescit (M. Aksa) ve 687 yılında Kubbetü’s-Sahra gibi mabetler kazandırırken aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların da ibadetlerini rahatça yapabilmelerine imkan sağladılar.

Kudüs, Müslümanlar tarafından fethedilince Beytü’l-Makdis veya Beytü’l-Mukaddes adıyla anılmaya başlandı. Memlükler Dönemi’nde şehrin kutsiyetini artırıcı bir isimlendirme olarak “kutsal yer” anlamında Kudüs denmeye başlandı.

Hz. Ömer’in Hristiyanlarca en kutsal yerlerden kabul edilen Kıyamet Kilisesi’nde Patriğin yaptığı ibadet davetini (ilerde kilisenin camiye tahvili endişesiyle) kabul etmemesi Kudüs’ün statüsünü korumaya yönelik bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Bu teklife karşı Hz. Ömer, Mescid-i Aksa’nın yerini sormuş ve orada ibadet etmişti.

1099-1187 arasında haçlıların idaresine geçen Kudüs, 1187’de Selahaddin Eyyubi tarafından fethedildi. Yahudi ve Müslümanların huzur içinde şehre dönmelerine Hristiyanların ise barış içinde burada yaşamalarına izin verildi.

1244-1517 yılları arasında şehre hakim olan Memlükler, medreseler, camiler inşa ederek şehrin İslamlaşması konusunda büyük gayret gösterirken diğer din mensuplarının da kendi ibadethanelerini inşa ederek özgürce ibadet etmelerine her türlü kolaylığı sağladılar.

Kudüs, 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından fethedildi. Yavuz, fethin akabinde başrahip Atalya’ya bizzat kendi el yazısıyla kaleme aldığı ve Hz. Ömer’in emirnamesine atıflarda bulunduğu bir emirname takdim etti. Bu emirnamede Yavuz, Kudüs’te yaşayan tüm gayrimüslimlere dinî ve sosyal özgürlükler hatta özerklik bahşetmiştir.

Günümüzde bile şehrin giriş kapılarının birinde “La ilahe illallah İbrahim Halilullah” yazan Osmanlı kitabesi, şehrin Müslümanlar elinde kuşatıcı, barışçı, koruyucu ve kollayıcı statüsünü gelip geçenlere haykırmaktadır. Bu kitabe aynı zamanda aziz milletimizin ufkunun genişliğinin ve kucaklayıcı Osmanlı hoşgörüsünün en büyük delilidir.

Sonuç olarak Müslümanlara göre Hz. Davud’un fethedip “Selam Şehrine” dönüştürdüğü Kudüs, insanlığın tüm irfani birikimlerini kucaklayan, ihya edici bir tavırla idare edilmelidir. Aslında bu yaklaşım Mekke’yi fetheden Hz. Peygamberin (s.a.v.) tavrıdır. Şehri fetheden Hz. Ömer’in tavrı, sahabelerin tavrı, zalim Haçlıların elinden şehri kurtaran Selahaddin-i Eyyubi’nin tavrı, Yavuz Sultan Selim’in tavrıdır.

Kudüs’ün yeniden bir barış şehri (Daru's-Selam) olması gerekir. Kudüs, bugün mahzundur, Mescid-i Aksa, bugün mükedderdir. Kudüs’ün bütün inananların özgürce ibadetlerini yapabilecekleri bir barış şehri olması gerekir. Herkesin, diğerinin kutsalına saygılı olması, inanç ve ibadet özgürlüğünü kısıtlamaması, yasaklamaması gerekir.

 


[1] İsrâ Sûresi, 1. “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir”; A’râf Sûresi, 137. âyet; Enbiyâ’ Sûresi, 81. âyet; Sebe’ Sûresi, 18. âyet.


Doç Dr. Yunus AKYÜREK diğer yazıları