Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Abdülkadir Geylânî’nin Tasavvufi Görüşleri – RIZÂ

Abdülkadir Geylânî’nin Tasavvufi Görüşleri – RIZÂ

Abdülkadir Geylânî´ye göre halka yardım eli uzatmanın Hakk´ın rızasını kazanma ile doğrudan ilişki vardır.

İslam´da bütün gaye rızâda toplanmıştır. Bütün gaye Allah´ı razı etmek ve kalbi ondan razı edebilmektir. Bu itibarla rızâ tasavvufta üst makamlardan sayılır. Mü´min, Allah´ı razı etmek ve ondan razı olmak durumundadır. Ondan razı ve onu râzı etmiş (razı olunmuş) olarak O´na dönmesi en büyük hedefidir. Çünkü onun her şeyi, dünya ve ahiretteki huzuru ve rahatı buna bağlıdır.

Ayrıca rızâ yahut da fenâ; en büyük rahat, dünyadaki yüksek bir cennet, Allah´ın en büyük kapısı ve onun mü´min kuluna muhabbetinin bağıdır. Rızâ kaybolunca Allâh Teâlâ ile aradaki bağ kopmuş demektir. Çünkü münâzaa ve itiraz ederek Hak ile sohbet ve yakınlık kurulamaz. Onunla sohbet ancak hüsn-i edep, zahiri ve batini sükûn ve daimi muvafakat ile olur. Kadere muvafakat eden Hakk ile daimi sohbet halindedir. Bu sebeple rızanın teslimiyet, tevekkül, muvâfakat ve fena ile yakından ilgisi vardır.

Allahü Teâlâ´dan râzı olmak iki şekilde olur:

1- Onunla râzı olmak: Onun müdebbirliğine, onun verdiğine, her şeyin ondan geldiğine râzı olmak

2- Ondan râzı olmak: Hâkim ve fâsıl olarak Allah´ın kulunun mutlak sahibi olduğunu, kendisini nihayette mutlaka râzı edeceğini kavrayıp, ondan razı olmaktır. Rızâ sadece gönle hoş gelen takdiratta değil, her şeyde olmalıdır. Asıl rızâ, daim olan sürekli olan rızâdır (rızâ-i dâim). Güzel olanda, kulun menfaatine olanda rızâ aramak anlamsızdır.

Rızâyı gerçekleştirmenin, rızaya ulaşmanın yollarını Abdülkadir Geylânî şu sözleriyle anlatır:

“Allahü Teâlâ ‘Rabbinize yönelin!’ buyurmuştur. Yani ona dönün, her şeyi ona teslim edin, onun kaza, kader, emir ve nehyine bırakın. Kalbinizi dilsiz, kolsuz, ayaksız, gözsüz, nasılsız, niçinsiz, tartışmasız, muhalefetsiz bilakis muvafakatle ona teslim edin. ‘Emir doğrudur, kader doğrudur’ deyin. Böyle olursanız biliniz ki, kalpleriniz ona yönelir, onu müşahede eder, ondan başka bir şeyi sevmez, aksine her şeyden soğur.  Bu sebeple iyi halde de, kötü halde de, zenginlikte de, fakirlikte de, şiddet anında da, kısmetleri talep anında da, hayır içerisinde, afiyette iken de, şer içerisinde iken de, verilirken de, men edilirken de daima Hakk´a muvafakate sarılın. Sizin için Hakk´a teslim olmaktan başka çare göremiyorum. Kazâ vaki olduğunda ondan korkmayın. Onun hakkında tartışmayın ve Hakk´tan başkasına şikâyette de bulunmayın. Hatta bela kat kat artsa bile sükût edin, sakin olun. Hakk´ın sizin hakkınızda ne yapacağını gözleyin. O hali değiştirerek, sizi feraha kavuşturacağı anı bekleyin. Bunu gerçekleştirdiğinizde hakikaten soğukluğunuz gider, ünsiyete dönüşür. Tevhid ve feraha kavuşursunuz. Aksi halde bela ve afet indiğinde insanın onlara hoşnutsuzluk göstermesi onlardan dolayı Hakk´a kızması onun şâkiliğinin bir alametidir.

Dolayısıyla samimi bir mü´min Allah´a yakınlaşmanın yollarını aramalıdır. Âilesini, karısını, çocuklarını, malını, memleketini kalbinden çıkarmalı, daha doğru bir ifadeyle onlar ile Allahü Teâlâ´yı unutmayacak şekil ve ölçüde ilgilenerek, Hakk´ın rızasını ön plana tutmalıdır. Dünya ile ilgilenmeli fakat esasta Hakk´ın kapısına doğru yürümelidir. O kapıya vardığında ise hizmetçilerle, görevlilerle, etrafın dekorasyonu ile ilgilenmemeli, hatta huzura varmadan önce kendisini ağırlamak isterlerse bunu kabul etmemeli, bir an önce makama ulaşmaya çalışmalıdır. Ta ki her şeyin sahibi kulunu karşılasın ve onu sefer tozları içerisinde, sefer yorgunluğu haliyle görsün. Kul yiyeceğini, içeceğini, izzet ve ikramını ondan alsın. Bu gerçekleşince soğukluk, ünsiyete dönüşür, rahat kaynağına kavuşulur, yorgunluk gider, korkudan emin olunur.  Çünkü Hakk´a yakınlık kulun zenginliğidir. Onu görmek kulun yiyeceği, içeceği ve hayatını idâme kaynağıdır.”

Buna karşılık Abdülkadir Geylânî, Hakk´a muvafakat etmemeyi, onun takdirine karşı sızlanmayı ve bu hususta çeşitli bahaneler ileri sürmeyi şiddetle tenkit ederek şöyle der:

“Yazıklar olsun sana! Allah´a ve salihlere itiraz içerisinde bulunduğun halde müslim olduğunu, Allah´a teslim olduğunu iddia ediyorsun. Sen davanda yalancısın. İslâm Allah´ın takdirine ve salihlere teslim olmaktır. Sen davanda yalancısın. İslâm Allah´ın takdirine teslim olmakla birlikte, Kitâb ve Sünnet hudutlarını muhafaza ederek, onun fiillerine de razı olmaktır. İslam ancak bunlarla sahih olur. Pek çok kişi İslâm iddiasında bulunur. Hâlbuki onların yanında İslâm´ın sadece adı vardır. O´nun hakikatinden hiç haberleri yoktur.

Kendin, ailen, malın ve zamanının ehli olanlar hakkında Hakk´a karşı gelme, onlar hakkında Hakk´a itirazda bulunma. Sen Allah´tan daha mı hikmet ve hüküm sahibi, daha mı bilgili, daha mı merhametlisin ki utanmadan bunlar hakkında hükümlerini değiştirmesini ona emrediyorsun. Sen ve bütün halk onun kulusunuz. O senin ve herkesin müdebbiridir. Eğer onun yakınlığını istiyorsan sus, konuşma! Hakk´a dil uzatma, emir verme küstahlığında bulunma. Çünkü kul olan sensin. O ise her şeyin hükümdarı… Emir ve nehiylerini, niçinsiz ve nasılsız olarak her halde yerine getirmek suretiyle Ona muvafakat et. Zira emir ve nehiyleri itirazsız eda etmek ona muvafakat etmektir. Ondan razı olmaktır. Emir ve nehiyleri küçümsemek, onların kadrini bilmemek ise şakilik alametidir.”

Rızânın bir de sosyal tarafı vardır. İnsan, içinde yaşadığı toplumun bir ferdi olarak diğer fertler ile de ilgilenir, onların sıkıntılarına, problemlerine, acılarına zaman zaman ortak olur. Müslüman böyle bir faaliyet içerisinde bulunmakla, aynı zamanda dininin bir vecibesini de yerine getirdiğinin şuurundadır. Abdülkadir Geylânî´ye göre halka yardım eli uzatmanın Hakk´ın rızasını kazanma ile doğrudan ilişki vardır. Yoksulları, kimsesizleri, miskinleri, fakirleri, muhtaçları doyurmak, onların ihtiyaçlarını gidererek, gönüllerini kazanmak bir anlamda Hakk´ın rızasını kazanmaktır.

Mü’min kaderin kendisi üzerindeki icraatına sabreder ve her halinde kadere rıza gösterirse dünyada Mevlâsına yaklaşır, ahirette de nebiler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle birlikte Allah´ın civarında ve yakınında olur. Onun için sabretmeli, kader hususunda aceleci olmamalı, ona razı olmalı ve kimseyi suçlamamalıdır. Çünkü işin sonunda Allah´ın affı, lütfu, keremi ve cömertliği vardır. Çünkü selamet kadere rızada, kasr-ı emelde ve dünyaya zahid olmaktadır. Rıza-ı daim ve muvafakat-i ebediyye, evliya ve abdalin en son sahip olacağı ahvaldir. Rıza her ne kadar başlangıçta kulun kesbi dâhilinde olsa da, kul rızada daim olduğu müddetçe, öyle makamları geçer ki, sonunda kesb dâhiline girmeyen nice hallere ulaşır.

 

Kaynak: Abdülkadir Geylânî / Hayatı, Eserleri, Görüşleri, Prof. Dr. Dilaver GÜRER, İnsan Yayınları


Prof. Dr. Dilaver GÜRER diğer yazıları