Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Mücâhede – Nefse Karşı Savaş

Mücâhede – Nefse Karşı Savaş

“Muhakkak ki, Allah şımarıkları sevmez.” [Kasas 68/76]

Ey oğul! Nefsini dünyaya, kalbini ukbâya, sırrını ise Mevlâ´ya bırak. Dünya ile mutmain olma, huzur duyma. O süslü bir yılandır. Süsü ile insanları kendine çeker, sonra da helak eder. Kesin bir biçimde ondan yüz çevir. Rabbine (c.c) ibâdette, sâlih arkadaşlarla sohbette, ihvâna hizmette ve şehvetlerden yüz çevirmede samîmi ol. Hakk´ı öylesine tevhîd et ki, kalbinde mahlûkattan bir zerre dahi kalmasın. O zaman evi, barkı da gözün görmez. Tevhîd her şeyi öldürür. Bütün deva Hakk´ı tevhîdde ve dünya yılanından yüz çevirmektedir. Nefsini bilinceye, onu hazlarından men edinceye ve onun müstahakkını verinceye kadar sende hayır olmaz. O zaman kalb sırdan, sır da Hakk´tan huzur duyar.

Mücâhede sopasını nefis üzerinden kaldırmayın! Onun tilkiliklerine aldanmayın. Onun uyuması sizi aldatmasın. Vahşî hayvanın uyuması sizi aldatmasın; o sizi gözetler, uyuyor görünür ama aslında bir fırsatını bekliyordur. Uyanıkken ondan nasıl sakınırsanız, uyurken de ondan öylece sakının. Nefislerinizden sakının! Silahlarınızı kalp boyunlarınızdan indirmeyin. Bu nefis hayır için rızâ, tevâzu ve hoşnutluk gösterir ama aslında o içinde bunun tersini saklar. Daha sonra ondan ne çıkacak, sen ona dikkat et.

Hüznü artırın. Rahatlığı azaltın. Bu iş (tasavvuf) hüzün ve tasa üzerine binâ edilmiştir. Nebîler, resuller ve sâlihler hep bu hal üzerine yaşamışlardır. Hz. Peygamber´in (s.a.s) hüznü uzun ve tefekkürü sürekli idi. Ancak tebessümle gülerdi. Rahat görünmek için kendini zorlardı. Akıllı olan kimse, dünyalıklar ile evlâd ü ıyâl, mal mülk, elbise, araba, hanım gibi şeylerle şımarmaz. Bunların hepsi boştur. Mü´minin ferahı, imanının kuvveti sebebiyle olur, yakîni / sağlam bilgi ve inancı, kalbinin Rabbinin kurbiyet kapısına yaklaşmış olmasından dolayı olur.

Nefsinin gözünü aç ve ona şöyle de:

“Rabbinin seni gördüğü gibi, sen de O´nu gör! O, zenginleri, pâdişahları nasıl helâk etti? Bir bak! Öncekilerin nasıl yok olup gittiklerinden ibret al! Onlar ki, bu dünyanın hükmünü sürmüşler ve nimetlerini tatmışlardı. Sonra onların ellerinden dünya alındı. Şimdi ise onlar azap hapishânelerinde esir bir şekilde yaşıyorlar. Kâşâneleri harâbe oldu, malları mülkleri kayboldu gitti; geride yaptıkları kaldı. Şehvetler gitti, yorgunluklar kaldı! Rahat yok, rahatlık vaktinde değiliz.”

Eşinin ve çocuklarının güzelliği, mal mülk çokluğu seni şımartmasın. Nebîleri, resulleri ve sâlihleri şımartmayan şey seni de şımartmasın. Allahü Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki, Allah şımarıkları sevmez.[Kasas 68/76]

Yâni dünyalık ile mâsivâ ile şımaranı sevmez. Oysa kendisiyle feraha kavuşanı, kendine yakınlık duyarak rahatlayanı sever. Sûfîlerin özelliği, seciyesi onların isteklerinin âhirete müteallik olmasıdır; şehvetlere, zevklere ve saçmalıklara değil.

Ey hevesi peşinde koşan! Arzuladığın şeyden sana hayır yok. Ey gâfiller! Allahü Teâlâ´ya itaat etmeyenler için âhirette şiddetli bir azap vardır. Kulun kalbi istikâmet sâhibi olunca her şeye veda eder. Her şeyi kalbinin arkasına atar. Âhiret mülküne karşılık dünyasının helâk olmasını önemsemez. Ateş üzerinde yürür, vahşî hayvanlara karışır, halktan kaçar. Kendini çöllerin susuzluğuna, açlığına bırakır da, şöyle der: “Ey şaşkınlara yol gösteren! Bana senin yolunu göster!”

Allah´ım! Bütün gayretlerimizi, himmetlerimizi tek bir gayret, tek bir himmet yap.

Bu hâl ancak ve ancak, önce haramlara, sonra mubahlara ve sonra da helâllere karşı zâhid olmakla, onlardan yüz çevirmekle tamamlanabilir. Kalbinde halktan bir zerre bile olmaksızın akşamlamaya ve sabahlamaya bak. Ben seni şehvetlerle, zevklerle, halkla, dünyayla, sebeplere güvenmekle dopdolu görüyorum. O halde niçin sâlihlerin ahvâlinden bahsediyorsun? Niçin onların hâlinin sende de olduğunu iddia ediyorsun? Bize başkalarının hâlini haber veriyorsun, bize başkalarının kesesinden ikramda bulunuyorsun! Başkalarının kitaplarını kurcalıyor, sözlerini çıkarıyor ve onlardan konuşuyorsun; seni dinleyen de o konuşmaların sana gelen ilhamlar olduğunu, senin ne kadar ahvâl sâhibi olduğunu, onları kendi kalbinden konuştuğunu vehmediyor.

Yazıklar olsun sana! Evvelâ, onların dedikleriyle amel et, sonra konuş. Kelâmın amelinin yavrusu olsun. Bu iş (tasavvuf) sâdece sâlihleri görüp onların sözlerini ezberlemekle olmaz. Aksine, onların dedikleriyle amel ederek, sohbetlerinde güzel edepli olmakla, onlara hüsn-i zan beslemekle ve bu hâli daima korumakla gerçekleşir.

Sıradan insanlar ayaklarıyla attığı adımlar kadar sevap kazanırlar; havâs /özel kimseler ise himmetleri kadar sevap alırlar. Kimin himmeti, gayreti bir tek olursa Cenâb-ı Hakk da onun için bir tek olur; kul O´ndan gayri her şeyden kalbiyle yüz çevirirse O da ona yüzünü döner.

Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle buyurmuştur:

“Benim velim, kitâbı indiren Allah´tır; O sâlihlerin velîsidir /onların işlerini üzerine alır.[A´raf,7/196]

Böyle bir kulun kalbi Rabbine vâsıl olduğunda O, onun tabîbi ve enîsi olur. O kul O´ndan başkasından deva bulamaz, O´ndan başkasıyla ünsiyet edemez. Dâvûd (a.s) şöyle dermiş:

“Yâ İlâhî! Tabip kullarına gittim, hepsi de beni Sana gönderdiler; ey şaşkınların delîli, rehberi, bana Sen delillik, rehberlik et!”

Allahü Teâlâ´yı seven kişinin kalbi tamamen şevk olur, tam bir yüz çevirme dolar, her şeyiyle fenâ bulur, yok olur. Hoş, onun bütün gayreti de tek bir gayret olur ya.

Hakîkî bir keşif ancak hicaptan (perdeden)kurtulunca olur. Vuslat istersen dünyayı, âhireti ve yerin dibinden arşa kadar ne varsa her şeyi terk et.

Rasûlullah hâriç, her mahluk hicaptır, Hakk´a perdedir; Rasûlullâh ise Hakk´ın kapısıdır. Allahü Teâlâ O´nun hakkında şöyle buyurmuştur:

“Resûl size ne verirse onu alın, neyden nehyederse ondan da uzak durun.”[Haşr, 59/7]O´na ittibâ etmek Hakk´tan perde değildir, aksine vuslata vesiledir.

Ey oğul! Kalbin ne zaman gerçek hakîkati anlayacak? Sırrın ne zaman tertemiz olacak? Sen halkı Hakk´a şirk koşuyorsun. Kalbin tavkâdan hâlî iken, kalbinde zerre kadar takvâ yokken nasıl felah bulursun? Sen her gece işini gördürecek birini gözlüyorsun, şikâyetini ona yapıyorsun, ondan dileniyorsun; tevhîdden yoksun olan kalbin nasıl saf ve tertemiz olacak? Tevhîd nurdur, aydınlıktır; halkı şirk koşmak ise zulümdür, karanlıktır. Sen Hakk´tan halk ile perdelenmektesin. Sebepler ile sebepleri yaratandan perdelenmektesin. Halka tevekkül edip güvendiğin, itimat ettiğin için perdelenmektesin. Sen sırf iddiasın. Hiçbir delilin olmaksızın, bomboş iddian ile seni kim kabul eder?

Tasavvuf yolu ancak iki şekilde kat edilir:

1- Mücâhede etmek, savaşıp didinmek, meşakkate alışmak ve yorulmak ile – ki sâlihler arasında mâruf olan ve yaygın olan yol budur-

2- Hakk´ın mevhibesi, karşılıksız bağışı olarak -bu da nâdir olur ve çok az kişiye nasip olur-

Ey oğul! İmanın zayıf olduğu zaman nefsini kısıtlamaya bakmalısın; eşi dostu, konuyu komşuyu, ahâliyi milleti düşünmek senin neyine? İmanın kuvvetlendiği zaman eşine dostuna, çoluğuna çocuğuna, halka bak. Takvâ zırhını giyinmeden, kalbinin başına îman miğferini takmadan, eline tevhîd kılıcını almadan, ok torbana kabul olan duâ oklarını koymadan, tevfîk atına binmeden, savaş oyunlarını öğrenmeden onlara gitme. Ondan sonra Hâlık´ın düşmanlarına karşı hamle yap. İşte o zaman sana Hakk´ın yardımı ve zaferi altı yönden, sağdan, soldan, yukarıdan, aşağıdan, önden, arkadan… O zaman halkı şeytanın elinden kurtarır ve onları Hakk´ın kapısına götürürsün. Bu makâma ulaşanın kalp gözünden perde kaldırılır. Altı yönden hangisine yönelirse yönelsin, onun nazarı perdeyi yırtar. Ona bir şey gizli kalmaz. Kalbinin başını kaldırınca arşı ve gökleri görür. Nazarını yeryüzüne yönelttiğinde onun katmanlarını ve oralarda oturan cinleri görür.

Bu makâma ulaştığında halkı Hakk´ın kapısına getir. Buna ulaşmadan senden hiçbir şey olmaz. Halkı Hakk´a dâvet edersen ve sen de Hakk´ın kapısında değilsen, bu çağrın ancak senin için bir vebal olur; kımıldadıkça aşağı inersin, yükselmek istedikçe alçalırsın. Sâlihlerden haberin yok! Sırf laklaksın. Gönlü olmayan bir dilsin. İçi olmayan dışsın. Halvetsiz bir celvetsin. Özsüz bir kabuksun. Kılıcın tahtadan. Okun kibrit çöpünden. Sen bir korkaksın, cesaret sende ne gezer! Seni en basit ok bile öldürür. Küçücük bir hücum senin kıyâmetini koparmaya yeter.

Allah´ım! Dinimizi, imanımızı ve bedenimizi kurbiyetin ile koru.

“Bize dünyada da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azabından bizi koru.”

 

Kaynak: Cilâu´l-Hâtır, Yolun Esasları, Abdulkadir Geylani, Tercüme: Dilaver Gürer


Prof. Dr. Dilaver GÜRER diğer yazıları