Beden Ülkesinin Sultanı
Yere göğe sığmayan Bir müminin kalbindedir.
Nu’man b. Beşir’den rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”[Buharî, İman/ 39]
Arapçada sadr, fuad, lübb, nüha; Türkçe’de gönül, yürek, dil gibi kelimelerle ifade ettiğimiz kalp irfan geleneğimizde insanoğlunun dinî, manevî, ilmî, fikrî, hissî, ahlakî ve vicdanî hayatının merkezinde yer alır. Kalp; insanoğlunun bâtini ve deruni idraklerinin tamamını ihâta eden bir ilhamlar, anlamlar ve semboller kaynağıdır.
Varlığı maddeden, hayatı dünyadan, insanı bedenden ibaret zannetmek ne kadar eksik, ne kadar yanlış bir düşünce ise, kalbi de sadece vücutta kan dolaşımını sağlayan bir organ olarak tanımlamak o kadar eksik, o kadar yanlış olur. Bu sebepledir ki, Kur’an; kalbi, imana, hakikate, bilgiye ve hikmete dair kavramsal çerçevenin merkezine yerleştirmiştir. Her şeyden önce Kur’an tabibu’l-kulûb olan bir beşerin kalbine nazil olmuş [Bakara, 97]ve bütün kalplerin basiretini açmayı gaye edinmiştir. Kalp kelime olarak 131 yerde doğrudan, 36 ayette dolaylı olarak geçse de Kur’an’ın kalbe verdiği önemi kelime sayısı ile izah etmek yanlış olur. Kur’an’ın kalbe dair çizdiği çerçeve bilgiye, sevgiye, hikmete ve hakikate dayalı bütün gönül felsefelerine vücut verecek enginlik ve zenginlikte olmuştur.
Aynı zenginlik ve derinliği sevgili Peygamberimizin bize bıraktığı hadis mirasında görmek mümkündür. Hadis kaynaklarımızda yer alan onlarca hadis kalbe dair muazzam bir literatüre vücut vermiş, nice gönül âlimlerinin eserlerine, gönül yazarlarının yazılarına, nice gönül şairlerinin mısralarına ilham kaynağı olmuştur. İslam bilginleri kâmil insanı inşa edecek gönül terbiyesini söz konusu hadis-i şeriflerle yoğurmuşlardır. Buhari’de yer alan bir rivayete göre:
Sadece sevgili Peygamberimiz değil, bütün peygamberler gönderildikleri toplumlarda katılaşmış, hakikatin önünde perdelenmiş kalpleri açmakla, karanlıklara gömülen marazlı kalplere şifa dağıtmakla görevli kimselerdir. Onların kazanmaya ve fethetmeye çalıştıkları ilk şey insanların kalbi olmuştur. Bu bağlamda Rasul-i Ekrem için en çok kullandığımız sıfat “tabîbu’l-kulub” olmuştur.
Kadim hadis kaynaklarımızda yer alan bazı rivayetlerde insan bedeni bir şehre yahut ülkeye benzetilir. Hem de sınırları, bekçileri, orduları olan bir ülkeye. Sürekli saldırılara, taarruzlara muhatap olan bir ülkeye. Sınırları sürekli ihlal edilmek istenen, hükümdarın bir anlık gafleti ile işgal edilebilen bir ülkeye. Ancak cihad-ı ekber ile ayakta durabilen bir ülkeye. Kalp de, ahsen-i takvim/en güzel kıvamda yaratılan bu harikulade ülkenin sultanına benzetilir.
Bu sultan da her hükümdar gibi hem çok zayıf hem çok güçlü bir sultan. Küçük bir öfke ile basit bir arzu ile ülkesini harabeye çevirecek kadar zayıf; ilim, iman ve hikmet nuruyla bütün kâinatı abat edecek kadar güçlü. Her sultan gibi hem çok küçük hem çok büyük. Kin, öfke, intikam, kibir, haset gibi basit bir duygu ile ülkesini zillete duçar edecek kadar küçük, sultanlar sultanına ev sahipliği yapacak kadar büyük.
Yere göğe sığmayan
Bir müminin kalbindedir.
Melekût âlemine, müteâl olanın vahyine, Rahmân’ın ilhamına açık olacak kadar mü’min ve âlim, şer güçlerin desisesine, şeytanın vesvesesine sinesini açacak kadar münkir ve cahil bir sultan. Her sultan gibi hem çok sabit, çok azimli, çok kararlı hem de çok değişken, çok dönüşken, çok kararsız; hakikat denizinde hiçbir fırtınaya kapılmayacak kadar sırat-ı müstakim üzere sabit, her an her türlü ihtilale, her türlü inkılâba, her türlü değişime, dönüşüme, başkalaşmaya müsait olacak kadar kararsız. Zaten kalbe kalp denilmesi de bu özelliğindendir.
Ebû Musa’dan rivayet edilen bir hadis-i şerife göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur:
“Kalbe kalp denilmesinin sebebi çok değişken olduğundandır. Kalbin misali çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misali gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.”[Ahmet b. Hanbel, Müsned IV. 409]
Mikdad b. Esved der ki; Allah Resulü’nden öyle bir söz işittim ki, sonunu görmeden hiç kimse hakkında iyi yahut kötü diyemez oldum. Allah Resulü şöyle buyurdu: “Âdemoğlunun kalbi (ateşin üzerindeki) tencere gibi kaynayan şeydir, sürekli değişir.”
Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre Rasul-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Kalp (bedenin)sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün olur. Sultan bozuk/kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil, sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan)kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden)tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.”[Abdurrezzak, Musannef, XI, 221]
Sembolik anlatımlarla dolu bu rivayet sadece Ebû Hureyre tarafından rivayet edilmemiştir. Beyhakî, Abdullah b. Mübarek tarikiyle de rivayet etmiş (Şuûbu’l-Îman I/122)ve Ebû Said’den de merfu olarak rivayet edildiğini haber vermiştir. Ebû Davud’a göre bu haber Ka’bu’l-Ahbar’ın mevkuf olarak nakil ettiği bir rivayettir. (Ebû Davud 2/18)Başka bir rivayette ise Ka’b bunu Hz. Aişe validemize anlatmış, Hz. Aişe’de bu sözü Rasûlullah’tan işittiğini ifade etmiştir. [Feyzu’l-Kadir 4/704]
Bu hadis isnat bakımından tartışmalı olsa da Peygamberimiz’in Numan b. Beşir tarafından rivayet edilen ve sahih olduğunda hiç şüphe olmayan “Dikkat edin cesette bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden iyi olur o kötü olursa bütün beden kötü olur.” hadisiyle örtüştüğü içindir ki, İslam geleneğinde kalbe dair bu sembolik anlatım oldukça rağbet görmüş ve bu rivayet gönül felsefemize vücut veren, yürek yazılarımızı biçimlendiren bir rivayet olmuştur.
Ebû Talib el-Mekkî’nin “Kûtu’l-Kulub/Kalbin Azığı” adlı eserine şekil veren, Gazali’ye “Kalbin Orduları”nı yazdıran da bu rivayet olmuştur. İrfan geleneğimiz kalbe dair literatürün merkezine bu hadisi almıştır.
Gazâli, Muhalled İhyâ’sında ilhamını bu rivayetten alarak şöyle der:
“Kalp bir şehrin yahut memleketin hükümdarı gibidir. Beden ise nefsin vatanı, memleketi ve şehri gibidir. Bedenin diğer organları ve kuvvetleri sultanın işçileri ve sanatkârları gibidir. Akıl ve düşünce ona yol gösteren müsteşarları ve vezirleri gibidir. Şehvet ve arzu beden ülkesine yiyecek ve içecek taşıyan bir hizmetçi gibidir. Öfke ve hamiyet sultanın muhafızları gibidir. Ülkeye erzak taşıyan şehvet ve arzu yalancı, habis ve düzenbaz olduğu halde samimi görünür. Samimiyet görüntüsünün altında korkunç kötülükler ve öldürücü zehirler vardır. Onun asıl vazifesi düşüncelerinde samimi olan vezirlerin düşünce ve tedbirlerine karşı çıkmaktır. O, itirazlarından bir an bile geri durmaz. Beden ülkesinin sultanı hikmetli veziri ile istişare ederek bu habis hizmetkârın iğvalarına aldanmaz, ondan yüz çevirirse asıl söylediklerinin doğru ve hakikat olmadığını tespit eder, muhafızları onu tedip eder, vezir yönetimi altına alır. Kendisini ve avanesini sultana boyun eğdirirse ülkenin işleri düzelir, adalet hâkim olur. Nefis akıldan yardım alır. Gazab’ın hamiyeti ile edeplenirse, öfkeyi şehvete musallat ederse bütün kuvvetleri düzene girer ve ahlakı güzelleşir. [Gazâlî, İhya, III. 7, Dâru’l-Fikr, Beyrut]
O’na göre Allah’ın kalplerde, ruhlarda ve diğer âlemlerde sayısını ve hakikatini bilmediğimiz, kendisinden başka kimsenin bilemediği pek çok askerleri vardır. Nitekim; “Rabbinin askerlerini O’ndan başkası bilmez ancak o bilir.” buyrulmuştur. [Müddessir, 31]Buna göre kalbin iki çeşit askeri vardır. Biri dünya gözü ile görülür, biri de ancak kalp gözü ile görülür. Göz ile görülen askerleri; el, ayak, göz, kulak, dil, dudak... Bunların hepsi kalbin emrinde ve hizmetindedirler. Kalp dilediği gibi bunlar üzerinde tasarruf eder ve istediği istikamete sevk eder. [Gazâlî, İhya, 13]
Her sultanın asıl gayesi ülkesini huzur ve refaha erdirmektir. Ancak bu sultanın asıl gayesi sadece beden ülkesini huzur ve sükûna erdirmek değildir; asıl gayesi cihad-ı ekber ilan ederek askerleriyle, nefse karşı mücadele vererek sinesine masivayı sokmamaktır; asıl gayesi Sultanlar Sultanı’na doğru yolculuk etmektir. Beden ülkesi bütün askerleriyle sadece sultanın binitidir. Akıl kalbin veziridir. Allah’a giden yolda en önemli azık marifettir. Sultan beden ülkesinde kalarak ve ülkesini iyi yöneterek dünyadan geçmezse Allah’a ulaşamaz. Enginleri geçmeden yükseklere çıkamaz. Hakîm Tirmizî hem Kur’an’da hem de hadislerde geçen kalp, fuad (gönül) lübb, sadr (göğüs) kelimelerini ve aralarındaki farkları izah etmek için müstakil bir kitap kaleme almış ve bu kitapta kalbi Kabetullah’a benzeterek sadrı da kalbin harem bölgesi olarak tarif etmiştir. Sultanın asıl görevi haremine masivayı sokmamaktır. [Hakîm Tirmizî, Beyânu’l Fark, 4-5]
Kalbin haremine sokulmaması gereken masivanın izahını başka bir hadisin yorumuna bırakarak Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s) en çok yaptığı bir dua ile bitirelim:
Şehr b. Havşeb der ki, bir heyet olarak Ümmü Seleme validemize giderek dedik ki:
“Ey müminlerin annesi, Allah Rasulü senin yanında iken en çok yaptığı dua ne idi?”Onun en çok yaptığı duanın şöyle bir dua olduğunu söyledi:
“Ey Kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dinin üzere sabit kıl.”
Ben kendisine:
“Ey Allah’ın Rasulü neden bu duayı çokça yapıyorsun.”diye sordum. Şöyle buyurdular:
“Hiç kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasın, dileyenin kalbini düzeltir, doğru yola kor, dileyenin de kalbini kaydırır, yoldan çıkar.”
Hadisin ilk ravisi Muaz sonra şu ayeti okur:
“Ey Rabbimiz bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma! Katından bize rahmet bahşet! Şüphesiz sen bağışı en çok olansın.”[Tirmizî, Daavât, 89]
Yürekleri tükenmiş insanların dünyasında beden ülkesinin sultanına, kalbimize mukayyet olabilmek için insana, eşyaya, kâinata kalp gözü ile bakabilmek, gönül dili ile konuşabilmek için en çok yapacağımız dua bu olsa gerektir.
Ey kalpleri halden hale evirip çeviren Allah’ım! Kalbimize hakikat üzere sebat ihsan eyle...
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi Mayıs 2009 sayısında yayınlanmıştır.
Zakir diğer yazıları
- 15 Temmuz 2023 İncitme - Alvarlı Efe Hazretleri
- 03 Nisan 2022 Bu yüce dinin duvarlarını yükseltmek için kim yardım edecek?
- 01 Aralık 2021 İlâhî Dîdârınla Eyle İrşâd
- 18 Ekim 2020 Kördür Münkirin Gözü
- 18 Ekim 2020 Teslimiyetteki Noksanlık Dervişi Yolundan Alıkoyar
- 28 Ocak 2020 7. Meclis -Pir Abdulkadir Geylani Hz.
- 28 Eylul 2019 Zikir Meclislerinin Fazileti
- 20 Aralık 2018 Şeyh Ziyauddin Abdurrahman Hâlis Kerkükî (k.s) Hazretlerinden oğlu Şeyh Ali’ye yazmış olduğu nasihâtnâme
- 09 Mart 2018 Hangi Günah Sebebiyle İmanın Kaybolmasından Korkulur?
- 29 Ekim 2017 Korku İle Ümit Arasında Olmak
- 29 Ekim 2017 Âlimlerin Mürşide İhtiyacı
- 17 Temmuz 2017 Uyan Gözün Aç
- 17 Temmuz 2017 Teslimiyet ve Tevekkülle İlgili Sorular
- 17 Temmuz 2017 Helâl Olmalı
- 23 Şubat 2017 Dost Olalım Mevlâ İle
- 25 Ekim 2016 Uyan Gözün Aç
- 27 Şubat 2015 Peygamberleri, Evliya-yı Kiramı Hatırlama ve Rabıta
- 27 Şubat 2015 Riyazet ve Nefsânî Şehvet
- 06 Kasım 2014 Nefsin Terbiye Ve Islâhına Duyulan İhtiyaç
- 03 Haziran 2014 Hikaye-i Ebu Eyyub
- 08 Şubat 2014 Estağfirullah Tevbe - Eşrefoğlu RÛMÎ
- 17 Eylul 2013 Hz. İbrahim’in Zühdü_Ahmed b. Hanbel
- 25 Mayıs 2013 Dualar Zikirler
- 16 Şubat 2013 Dualar, Zikirler…
- 03 Kasım 2012 Dualar ve Zikirler
- 11 Ağustos 2012 Güneş ve Ayı Görür Gibi - Abdülkadir GEYLANÎ (k.s)