14 Aralık 2024
Zakir

Hikaye-i Ebu Eyyub

Hikaye-i Ebu Eyyub

Ebû Eyyûb el-Ensarî”, meğer adından dolayı bilge Semul’ün hikmetini taşırmış.

Yemen’de, Tübba Düru isminde, zengin, adaletli ve ihtişamlı bir melik yaşarmış. Her gün Allah’a yüz kere tövbe ettiği ve hastalık gelince sabırla katlandığı için halk ona ‘Eyyûb’ lakabını vermişler.

Zebûr ile amel eder ve Davud Nebi’ye inanırmış. İsa Peygamber’den 150 yahut 250 yıl kadar sonra hükümdar olmuş. Pek çok sayıda askeri ve dokuz tane de bilge veziri var imiş. Biri hariç diğer sekiz bilgesinin adını bizzat o koymuş. Öyle ki, hiçbirinin adı bir diğerinin adında yer alan harflerle yazılmasın diye, elifba dizgesindeki harflere küçükten büyüğe rakamsal karşılıklar icat ederek en genç vezirinden en yaşlıya doğru birbirinden ayrı, benzersiz isimler bulabilmiş.

Eski zamanın kayıtlarını tutanlar ve eski hikâyeleri coşkuyla anlatanlar bu isimleri şöyle saymışlar: Ebced (a-b-c-d), Hevvez (he-v-z), Huttî (ha-tı-y), Kelemen (ke-l-m-n), Sa’fes (se-a’-f-sa), Karaşet (ka-r-ş-t), Sehaz (se-hı-ze) ve Dazığ (da-zirğ).

Yemen’de kullanılan İbranî ve Arap elifbasındaki her bir harfin ancak bir defa geçtiği bu sekiz ismin dokuzuncusu Semul’e gelince, o aslında melikin babasının da adıymış.

Yemen’in bu adaletli hükümdarı Tübba Düru bir gün İsa dinini öğrenmek için Kudüs’e gitmeye karar vermiş. Yolu üzerindeki Mekke’ye uğramış. Kâbe’yi tavaf ve ziyaret etmek istiyormuş. On iki bin asker ve vezirleri ile birlikte çadırlarını kurmuşlar. Fakat buraya geldikleri zaman Mekke’nin ileri gelenleri bunları karşılamamış, izzet ü ikramda bulunmamışlar. Bunun üzerine Melik Tübba’nın emirleri, araya nifak sokmuşlar ve meliki gazaba getirip Mekke’nin ileri gelenlerinin mallarını yağma ettirmeyi, hatta bazılarının başlarını kestirmeyi düşündürtmüşler. Bilge vezirler ise bu fikre karşı çıkmış. İçlerinden Semul, “Ahir Zaman Nebisi”nin Mekke’de doğmasının yaklaştığını, eğer Mekke halkı yok edilirse muhtemelen onun atalarının da bundan zarar göreceği yahut doğumun geri kalma ihtimali bulunduğunu, bunun ise Allah’ın gazabını çekeceğini söylemiş.

Melik o gece Mekkelilere öfke duya duya yatağına girmiş. Fakat uykusunda ona bir hastalık gelmiş ve bütün vücudu şişmiş. Hekimleri derdine bir türlü çare bulamamışlar. Ertesi gün ve daha ertesi gün, şişme gittikçe ilerlemiş. Nihayet dili ağzını kaplayıp nefes almasını zorlaştırmış. O sırada bir bilge, içindeki fesatlık nedeniyle bu hâle geldiğini, Semul’ün bahsettiği “Ahir Zaman Nebisi”nin hak olduğunu, taşıdığı kötü fikirlerden vazgeçerse iyileşebileceğini söylemiş. Melik Tübba söylenenleri dinleyip yavaş yavaş öfkesini yenmiş ve kötü niyetlerinden vazgeçip tövbe etmiş. Bedeni de evvelkinden sağlıklı hâle gelmiş.

Bu minval üzere Mekke’den kalkıp kendi yoluna gidecek olmuş. Çölü ve kara tepeleri aşmış. Sonunda yolu “Yesrib” diye bir kasabaya uğramış. Dağların arasında, ova gibi bir arazide kurulan bir kasabaymış burası ve çok zaman önce haraba yüz tutmuş. Münbit arazisi var iken ot bitmez, kervan geçmez bir yer olmuş. Tübba burada konaklamak bile istememiş. Çünkü her yer pek kötü kokuyormuş. Hekimleri ve bilge vezirleri kötü kokunun sebebini bir türlü anlayamamışlar.

Nihayet konacak menzil ararken yolları bir mahalle uğramış. Burada nedense o kötü koku yokmuş. Bilakis burunlarına çok güzel bir koku geliyormuş. Melik bunun sebebini sorduğunda yine bilge Semul, Kâbe’de doğacağını söylediği peygamberin bir müddet sonra buraya geleceğinden, burada yaşayacağı ve sonunda bu güzel kokulu küçük yere defnolunacağından, duydukları kokunun belki de ona ait olma ihtimali bulunduğundan bahsetmiş. “Ol Nebinin gelme zamanı yaklaşmaktadır’’ demeyi de unutmamış.

Bunun üzerine Melik Tübba anılan yerde toy kurdurup şölenler tertiplemiş. Günlerce çevredeki halka iyilik ve hayırlar yaparak uzunca müddet, ol cennet kokulu ravzada konaklamış. Amma sayılı günlerin tükendiği, uzun vakitlerin kısaldığı sırada melikin emrindeki âlimler, kendisinden bir istekte bulunmuşlar:

Ey Melik-i muazzam! Sizin emrinizde yeterli sayıda ulemâ ve tebaa vardır, bizi burada bırakınız ve bizim her birimiz için birer hane yaptırınız. Ümit ederiz ki, o Nebi’nin dönemine erişir ve kendisine kavuşuruz. Eğer, kendilerine kavuşabilirsek sizi de haberdar ederiz.

Bunun üzerine Melik, âlimlerinden kırkı için birer ev yaptırmış ve her birine birer de cariye vererek birçok mal bağışlamış. Temelini taş ile ördürdüğü bir ev de, gelecek olan Nebi için yaptırıp şöyle vasiyette bulunmuş:

O muhterem zât Mekke’de peygamber olup da bu memlekete hicret buyurduğu vakit, bu hanede ikamet eylesin.

Ol vakitlerde yazı tuğlalara yazılır, mektuplar böyle gönderilirmiş. Melik Tübba, pişmiş tuğladan bir tablet hazırlatmış. Üzerini kendi eliyle yazdıktan sonra bilge veziri Semul’e vasiyet etmiş ki:

Şayet, beklenen o son peygamber benim zamanımda gelecek olursa pek âlâ; eğer benden sonra gelecek olursa o muhterem zât namına sana bu mektubu veriyorum. Emanetimi elden ele, babadan oğula teslim ederek bizzat eline ulaşıncaya kadar devrettiresin.

Meğer Melik Tübba, mektubun üzerine İbranî harfleriyle şu ibareyi yazmışmış:

Evvel ve âhir, her şey, her emir ve takdir Allah Teâlâ’nındır.

Erte vakitte melik, ordusunu alarak önce Kudüs’e varmış, ardından memleketi olan Yemen’e dönmüş. Semul, melikin mektubunu bir sandığa koyup mühürlemiş. Ta ki emanet sahibini bulunca açılsın.

Zamanlar akmış, doğanlar ölmüş. Hazrec kabilesinden olan Semul, Kutlu Peygamber’e erişememiş. Gel zaman, git zaman, Semul’ün yedi veya on iki göbek sonraki torunu Zeyd bu evde otururken adı güzel “Muhammed” doğmuş. “Ol Ahir Zaman Nebisi”nin kutlu doğumundan yirmi yıl sonra da Zeyd’in bir oğlu olmuş. Adını “Hâlid” koymuşlar. Bu Hâlid, arkadaşı Revaha’nın telkiniyle Müslümanlığa meyledip ‘Eşhedü en lâ-îlâhe illa’llah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluhû’ diyerek imana gelmiş ve ikinci Akabe Biatı’nda Nebi’nin ümmeti olmayı kabul ederek onu canı pahasına korumak üzere and içenler arasına katılmış. Hâlid 22 yaşındayken evlenmiş ve bir oğlu doğunca, çok tövbe edenlerden ve hastalık gelirse sabır gösterenlerden olsun diye ona büyük büyük dedesi Semul’e imkân tanıyan Melik Tübba Düru’nun lakabı Eyyûb’u ad diye koymuş. Ol sebepten Yesribliler Hâlid’e Ebû Eyyûb demişler. Zanaatı çulhalık olan ve bez dokuyarak geçinen Hâlid, nâm-ı diğer “Ebû Eyyûb el-Ensarî”, meğer adından dolayı bilge Semul’ün hikmetini taşırmış. Ve onun zamanında olmuş hep olanlar.”

 

(Pala, İskender/ Mihmandar -Hikâye-i Ebû Eyyûb, Sûleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü, nr. 4032, yazılışı: H.1300/M.1882, v.l5a-b. Kısmen sadeleştirilmiştir)


Zakir diğer yazıları