Dinimizi ve Dilimizi Müdafaa Eden Bir Münevver: D. Mehmet Doğan
Mehmet Doğan, sulh zamanlarında yürütülen dil ve kimlik savaşımızın kahramanlarındandır. Kültür savaşçısı olarak her zaman en önde savaşmıştır.
Büyük şahsiyetler bağlı bulundukları milletlere yön tayin etme noktasında her zaman öncülük etmiş yol açmışlardır. Merhum D. Mehmet Doğan da onlardan biriydi. Türkiye'nin yönünü tamamen Batı’ya çevirmek isteyenlere karşı durarak, asıl olmamız gereken yerleri sürekli hatırlattı. Bizi değerlerimizden koparmak isteyenlere hayatı boyunca amansız bir kavga verdi.
Ebedi aleme uğurlanırken Mehmet Görmez Hocanın kendisi için, “Dilimizin ve dinimizin müdafilerindendi” demesi öylesine söylenmiş bir söz değildi. O gün Hacı Bayram Camii’ni dolduran binlerce kişinin iyi bilirdik diye şahitlik etmesi görülmeye değerdi.
Bu fani dünyadan hakikatli bir münevver olan Mehmet Doğan geçti. Geride silinmez izler bırakarak gönüller yaparak yeni nesillere dev eserler armağan ederek ayrıldı aramızdan.
Himmeti milleti olan bütün öncüler gibi dünyadaki vazifesini hakkıyla yerine getirdi.
Engin bilgisi, kuşatıcı ve kucaklayıcı yaklaşımı, alçakgönüllülüğüyle tanıştığı herkeste derin bir saygı uyandırdı. Kurucu bir iradeye sahip olan Doğan, tanıdıkça sevilen, sevildikçe daha da yakınlaşılan bir isimdi. Samimiyetle yanına gelenlerin onun yanında hayal kırıklığına uğraması mümkün değildi. İzinden yürüdüğü Mehmet Akif ve Nurettin Topçu'nun abideleşmiş karakterini benimsemiş; bu büyük ahlak timsallerinin sadece fikirlerini değil, ahlakını da kuşanmıştı.
Kültür Nöbeti
Türk milletine kaybettiği hazineleri hatırlatan bir münevver olan Mehmet Doğan, her zaman uyarıcılık vazifesini hakkıyla yerine getirdi.
O, şairin, “İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal, hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal” dediği gibi yaşadı. Ne bir siyasi hedef ne bürokratik bir kariyer ne de maddi bir planlama yapmadı. Adanmışlık ruhuyla, gece gündüz demeden koşturdu. Mehmet Doğan’ın derdi, kazanmaktan ziyade kazandırmak oldu. Ülkenin hak ettiği yerlere gelmesi, memleket evlatlarının değerlerimizle barışık bir ömür sürmeleri ve kutlu bir istikbal rüyası görmeleri için çalışıp çabaladı.
İsyan ahlakçısı Nurettin Topçu’nun izinde, yaşama zevkini bir kenara bırakıp, yaşatma aşkına gönül verdi. Dünyalık biriktirmek yerine dost biriktirmeyi, kariyer planı yapmak yerine kader planında omuzlarına yüklenen sorumluluk çerçevesinde yaşamayı tercih etti.
Hem Okudu, Hem Yazdı!
Mehmet Doğan’ın hayatının merkezinde -her zaman- okumak ve yazmak vardı. Yazmak için durmak gereklidir ancak Doğan, durmadan da yazabilen nadir kalemlerden biriydi. Cemiyet hayatının merkezinde olmak, sivil toplum çalışmalarında bulunmak, şehirden şehire, ülkeden ülkeye koşmak onun yazmasına engel teşkil etmedi. Mehmet abinin, çeşitli programlar vesilesiyle gittiğimiz farklı şehirlerde ve farklı ülkelerde, yoğun geçen bir günün gecesinde yazı yazdığını çok gördüm. Yazı disiplininden asla taviz vermezdi. Bu, herkesin yapabileceği, daha doğrusu başarabileceği bir durum değildi. Hem yazarlığından hem de teşkilatçılığından ödün vermedi. Hareketli geçen günlerde kaleme aldığı yazıların da derinlikli olduğunu özellikle belirtmek isterim.
Okunma kaygısı gütmeden, “popüler alanın” cazibesine kapılmadan kalıcı eserler vermek için çırpındı. Yazdıklarının tesirli olmasının sırrı, yazdığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan biri olmasından kaynaklanmaktaydı. Dilinden düşürmediği Yunus’umuzun, "Kastım budur şara varam, feryad-ı figân koparam" şiiri, onun derdini anlamamız açısından çok güzel bir örnektir.
Doğan, kendi kuşağındaki bazı yazarlar gibi geçmişte kalmadı, kendisini sürekli güncelledi. Yeni çıkan kitapları takip etti, genç yazarlarla dostluklar kurdu. Kendisinden yazarlığın sırrını soran yazı heveslilerine, dile hâkim olmalarını, Türkçeyi çok iyi kullanmalarını ve dilimizin şaheserlerini okumadan yazmamalarını tavsiye etti.
Kültürel Birlik
Türk devletleri daha bağımsızlığına kavuşmadan o coğrafyaya kafa yoran nadir mütefekkirlerden biridir Mehmet Doğan. Yeni bir dünya kurulacağını önceden görmüş ve bu yeni dünyada Türkiye'nin aktif olması konusunda fikir üretti. Türk dünyasıyla Türkiye arasında kültür köprüleri kurdu.
Türk dünyasındaki yazarların Türkiye'yi tanımaması ile Türkiye'deki yazarların Türk dünyasındaki yazarları tanımamasının acısını yüreğinde hissetti ve arada köprü olmak için bu yazıya sığmayacak ve sıradan bir insanın tartamayacağı olağanüstü fedakârlıklarda bulundu.
Mehmet Doğan’ın bereketli çalışmaları sonucunda, Türk dünyasındaki okurlar ve yazarlar da Aziz Nesin ve Nazım Hikmet’ten başka, Türkiye’nin yüzlerce kıymetli yazarı olduğunun farkına vardı. Bunun sonucu olarak, kültürel etkileşim arttıkça birlik fikri daha da güçlendi.
Doğan'ın girişimleriyle Tanpınar'ın, Necip Fazıl'ın, Tarık Buğra'nın, Mehmet Akif'in ve diğer usta yazarların eserleri Türk ülkelerinde yayımlandı.
Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın yapması gereken ama ehliyet ve ufuk fakiri yetkililerin uzak durduğu çalışmaları Doğan, tek başına omzuna aldı.
Gaspıralı'nın izindeydi. Dilde, fikirde, işte birlik için çalıştı, çabaladı ve cehdetti. Ham bir hayal, kuru bir rüya değildi onunki. Tarih tecrübesini doğru okuyan bir entelektüeldi ve istikbali kurma çabasını sürdürdü.
Türkistan'da bulunduğumuz bir programda, İstanbul'da yayımlanan kitabın aynı anda Almatı'da ve Aşkabat'ta yankı bulması, Taşkent'te yayımlanan bir kitabın Ankara'da tartışılmasını arzu ettiğini söyledi. Kazan’da, Bakü’de ve Bişkek’te Yahya Kemal’in, Sezai Karakoç'un Necip Fazıl’ın, Akif’in, Tanpınar’ın konuşulması, Konya’da, Edirne’de, Erzurum’da ve İstanbul'da Vahapzade, Mahtumkulu ve Abay okumalarının yapılması, hep onun özlemi, ideali ve rüyasıydı.
Dil Muhafızı
Mehmet Doğan dil konusunda da her zaman sorumluluk içinde hareket etti. Neyi kaybettiğimizi iyi bildiği için yüreği yanıyordu. Alfabe değişikliğinin emperyalist bir planın parçası olduğunu her zaman dillendirdi. Yirminci yüzyılda alfabe değişikliğini başka milletlerde görmek mümkün değildi. Üzerimizde oynanan operasyonun büyüklüğünü anlamak için Türk dünyasındaki değişimleri de mutlaka görmek gerekirdi. Türkiye’den önce Azerbaycan da bir dil devrimine maruz kaldı. Sonrasında diğer Türk ülkeleri latin alfabesine geçirildi. Bununla yetinilmedi, her Türk lehçesi için farklı bir kiril alfabesi icat edildi. Böylelikle ortak dil, ortak kültür, ortak geçmiş ve ortak gelecek fikrini paramparça edildi.
Ortak alfabeyi yok ederek, Türk dünyasındaki herkesin Rusça ile anlaşmasının yolu açıldı. Doğan’ın şimdi olmasa da bir gün mutlaka olmasını arzu ettiği hayali, Türk dünyasıyla Türkiye arasındaki dil probleminin çözülmesiydi. Bu konudaki önerisi, Türkiye Türkçesinde karar kılınmasıydı. Türkiye Türkçesi ortak dil olarak belirlendiğinde, Türkçe’nin dünya üzerindeki etki gücünün de artacağını iddia etti.
Doğan, ciddi bir mütefekkir olarak yaşadı. Dolaysıyla hamaset ve ham hayalden uzak durdu. Ortak Türkçeyle kültür köprülerinin kurulacağı fikrini desteklemek için İsmail Gaspıralı, Tercüman gazetesini ve Sebilürreşad dergisini örnek veriyordu. Bilindiği üzere Tercüman Kırım’da basılıyor, İstanbul başta olmak üzere bütün şehirlerde alınıyor ve okunuyordu
Yine İstanbul’da yayımlanan Sebilürreşad, bütün Türk dünyasına dağılıyor ve rahatlıkla okunup anlaşılabiliyordu. Dile yapılan müdahaleler bütün bu güzel gelişmelere darbe vurdu. Ortak Türkçeye doğru bir gidiş vardı. Tabii ki alfabe değişikliği, bu ortak Türkçeye gidişi sekteye uğrattı.
Türkiye’deki dil devrimin sonuçları üzerine çok sayıda yazı kaleme aldı, müstakil kitaplar yazdı. Türkçeleşmiş, Türkçedir gibi geniş bakış açısından uydurmacılık gibi gülünç bir duruma gelindi. Türkçemizdeki Arapça ve Farsça kelimelere savaş açıldı.
Türkiye’deki dil devrimine en güçlü itirazları getiren aydınların başında yer aldı Doğan. Türkçenin zengin dil varlığının korunmasını, beka problemi olarak gördü. Aynı yüzyılda yaşadığımız yazarların eserlerinin yeni nesiller tarafından anlaşılamamasına isyan etti. Doğan’ın burada diğer Türkçe muhafızı aydınlardan farkı sadece eleştirmekle kalmadı, kendisini sorumlu hissettiği alanlarda üretimde bulundu. Büyük Türkçe sözlük çalışmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Akif’in İzinde
Yazarlar Birliği kurulduğunda “Biz kimi topluma öncü bir kişilik olarak sunalım?” sorusu üzerine uzun uzun konuşur ve tartışılır. İstişare sonucunda, örnek ahlakı örnek bir şahsiyet olarak Âkif’te karar kılındıktan sonra TYB’nin ilk faaliyetleri, Mehmed Âkif anmaları olur.
Anma mekânı olarak Mehmed Âkif’in Ankara’da üç yıl kadar kaldığı Taceddin Dergâhı belirlenir. O yıllarda Dergâh harap, çevresi bakımsız haldedir. Camlar kırık, içindeki müze malzemeleri başka bir yere taşınmış. Taceddindeki anma programları, Dergâhın tadilatı için de bir çalışma yürütülmesine vesile olur. Mehmet Doğan en çok etkilendiği şahsiyet olan Akif’e bu vesileyle de kalıcı bir hizmet olur. Doğan’ın dünyasında, Akif’in ayrı bir yeri vardır. Bu etki, onu andıkça, onu anlattıkça ve ona hizmet ettikçe daha da artar.
Türkiye’de Akif konusunda onlarca üniversitenin yapamadığı çalışmaları tek başına Mehmet Doğan yaptı. Akademisyenlerin başaramadığını başardı. Doğan’a göre Akif demek, Türkiye demekti. Akif, bizatihi Türk milletinin kendisiydi. Onun yazdığı İstiklal Marşı’mız, milli mutabakat metnimizdir. Milletimizin bütün zamanlarda kılavuzu, zor dönemlerde yol göstericidir. Kimliğimizi korumamızda, kim olduğumuzu hatırlamamızda bu antiemperyalist şirin büyük eksisi vardır.
Doğan, sadece kendisine örnek olarak Akif’i almakla kalmayıp, aynı zamanda yeni nesillere de rol model olarak önerdi. Akif düşmanları her devirde düşmanlıklarını yapmaktan geri durmadı. Bunda sistemin de planlı “yok sayma” politikasının etkisi vardı. Türkiye düşmanı bazı kesimler ve batıcı yazarlar zaman zaman haddi aşan sözler sarf etti. Bütün bunların karşısına Doğan tek başına çıkıp, hadlerini bildirdi. Adeta Akif’imiz muhafızlığını yaptı. Onun sayesinde, Akif vefatından sonra da yaşayan bir şair olarak kaldı. Bir şiirinde ”Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir?” dese de Doğan gibi vefalı bir torun vesileyle bütün nesillere tanıtıldı anlatıldı.
Vatan Nöbeti
Sahici bir münevver olan Mehmet Doğan’ın yetmiş yedi yıllık bereketli hayatına baktığımızda, her daim bir nöbet bilinciyle yaşadığını görürüz. Atalarımızdan kalan bütün güzelliklerin yok sayılmakla kalmayıp, barbarca tahrip edilmesine isyan etti. Ömrünü elde kalan mirasın küçük parçalarını muhafazasına ve bu topraklara ait değerlerin iç ve dış saldırılara karşı müdafaasına ayırdı. Anadolu’yu İslamlaştıran ve bize vatan kılan bütün kültürel unsurlara sahip çıktı.
Mehmet Doğan, sulh zamanlarında yürütülen dil ve kimlik savaşımızın kahramanlarındandır. Kültür savaşçısı olarak her zaman en önde savaşmıştır. Mehmetçiğimizin sınır boylarında tuttuğu nöbet nasıl kutsalsa, Mehmet Doğan’ın yurdumuzun içinde tuttuğu kültür nöbeti de aynı kutsiyettedir.
Müslüman Anadolu insanı askerde tutulan nöbetin nafile ibadet hükmünde olduğuna inanır. El-Hakk öyledir. Mehmet Doğan, yetmiş yedi yıllık gönüllü nöbetin ecrini ahirette mutlaka görecektir. Aziz ruhu şad olsun.
Mahmut BIYIKLI diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 Filistin İçin Vicdan Çağrısı