Prof. Dr. Aynur URALER

Sünnetin Kaynağı Üzerine Bazı Tesbitler -4

Sünnetin Kaynağı Üzerine Bazı Tesbitler -4

...Hz. Peygamber’in sünnetinin tamamının Allah tarafından verildiği, dolayısıyla Resûlullah’ın kendi görüşü olmadığı sonucuna varmış ve Sahîh’in de böyle bir bölüm oluşturmuştur...

Sonuç

İslâm âlimleri, sünnetin kaynağına işaret eden pek çok nassı çeşitli şekilde değerlendirmişlerdir. İmam Şâfiî, “Emirsiz hiçbir şey sünnet olmamıştır” sonucunu çıkarmanın mümkün olduğunu söylemiş ve bunun da ya okunan vahiyle yada ‘şöyleyap’ diye Allah’tan gelen risâlet ile olduğunu belirtmiş ve vahyin geliş şekillerini belirttikten sonra “bütün sünnetler bu mânaların dışına çıkmaz” demiştir. Ayrıca hikmetin, Allah’tan gelen tilâvet olunmayan vahiy olduğunu söylemiş ve buna deliller de getirmiştir. “Allah’ın kitabı ilehükmedeceğim” hadisinin, Hz. Peygamber’in cübbe giymiş bir kimsenin umre ile ilgili soru sorması hadisinde vahiy gelene kadar susmasının,167 Cebrâil’in Kur’an’ı getirdiği gibi sünneti getirmesinin, vardığı sonucu teyitettiğini söylemiştir. Bütün bunlarında “O, hevâsından konuşmaz”(en-Necm53/3) âyetinin muhtevasına girdiğini ifade etmiştir.168 İbn Hibbân (ö. 354) ise, Hz. Peygamber’in sünnetinin tamamının Allah tarafından verildiği, dolayısıyla Resûlullah’ın kendi görüşü olmadığı sonucuna varmış ve Sahîh’in de böyle bir bölüm oluşturmuştur.169 Mûsâ Cârullah Bigiyef de sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu söylemiş ve “Hz. Peygamber, bütün fiil ve sözlerinde rabbinden gelen bir beyyine üzerinedir, onun fiili ve kavli ancak Allah tarafından olur. Bu konuda pek çok âyet vardır” dedikten sonra “Ben sadece bana vahyolunana uyarım” (el-En‘âm 6/50), “Sana vahyolunana uy,” (Yûnus 10/109) “De ki, ben rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum… Hüküm ancak Allah’ındır” (el-En‘âm 6/57) âyetlerini delil olarak zikretmiştir.170

 

Sünnetin vahye dayandırılması peygamberlik görevi açısından bakıldığında gayet tabiîdir. Peygamberlik doğrudan vahiyle ilgilidir. İbn Abbas “Biz böylece emrimizle ruhu vahyettik” (eş-Şûra 42/52) âyetindeki ‘ruh’un, ‘nübüvvet’ olduğunu söylemiştir.171  Peygamber gönderilen bir zatın devamlı vahye mazhar olması zaruridir.172 Peygamberliği sebebiyle diğer insanlardan ayrı olarak fazladan bir bilgi kaynağına sahip olmalıdır.

 

İslâm âlimleri de naslardan hareket ederek Hz.Peygamber’in sahip olduğu ilmi sınıflandırmışlardır. İlki nâzil olan ilim, yani Kur’ân-ı Kerîm’dir. İkincisi, Hz. Peygamber’in nübüvvet melekesinin, nübüvvet anlayışının, nebevî aklın neticesi olan ilimdir.173 Bunların yanında beşer olarak üstün bir akla sahiptir. Bu üç yolla Hz. Peygamber, ilim elde etme imkânına sahip bulunmaktadır. Vahiy gibi diğer insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağı ile uzun süre temasta bulunan beşerî aklın en üst seviyesine sahip Hz. Peygamber’de meleke-i nübüvvet denilen bir peygamberâne ictihad kabiliyeti ve birikiminin oluşacağı muhakkaktır. Bu yetenek sayesinde Hz. Peygamber, başkalarının intikal edemediği birtakım ilâhî gerçekleri kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır. Sünnetin ulaşılmaz boyutu, başkalarının yorumlarından üstün oluşu buradan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber’in ilâhî iradenin beyanı niteliğindeki açıklamaları, ilâhî anlatım ve denetim altındaki nebevî akıldan doğmaktadır.174

 

Kur’an, şeriatın değişmez ve ezelî hükümlerini, önemli prensiplerini ve kurallarını açıklar. Sünnet, Kur’ân’la belirlenen esaslar dairesinde hükümlerin doğru bir şekilde açıklanması ve ayrıntıya iniştir ki bunlar değişen işlere ait zemine, zamana göre maslahat gereği kanunlaşan hükümlerdir. Bir başka ifade ile Kitap, aslî hükümlerdir, Sünnet ise bu aslî hükümlerin pratikteki açıklamasıdır. Kitap, doğrudan doğruya ilâhî vahiy neticesidir. Sünnet ise peygamberlik melekesi ve nurunun neticesidir.175

 

Resûlullah’ın bilgilerini çeşitli gruplara ayırarak da incelemek mümkündür. Dini tebliğ açısından bakıldığında Hz. Peygamber’in sözlerinin bir kısmı, Allah Teâlâ’nın  bildirdiği  hükümleri  tebliğ  maksadıyla  söyledikleridir.  Bu  da  lafzı vahyedilen Kur’an’dır ve lafzı ile ibadet edilir. Diğeri ise lafzı Kur’an âyetleri gibi tilâvet olunmayan ancak vahyedilmiş olan ‘nebevî’ hadislerdir. Kitap, lafzı ve anlamı ile vahiydir. Sünnet ise Hz. Peygamber’in kelimeleri ile ifade edilen ilâhî mânadır, anlamı itibariyle vahiydir.176 Risâleti tebliğle ilgili hadisleri, “Resul size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan kaçının” (el-Haşr 59/7) âyetinin muhtevası altında zikretmek mümkündür. Tilâvet olunmayan vahyi Mevdûdî şöyle izah eder: Allah tarafından mücerred bir düşünce peygamberin kalbine aktarılmakta, o da onu kendi kelimeleriyle ifade etmektedir. Bu çeşit vahiy, Hz. Peygamber’e diğer insanlara önder, örnek olduğu için geliyordu ve insanlara Allah’ın kelimeleriyle değil, Hz. Peygamber’in sözleri, kararları ve yaptıkları şeklinde ulaşmaktaydı.177

 

Resûlullah’ın görevi sadece tebliğden ibaret değildir, onun dini/şeriatı açıklama görevi de vardır. Hz. Peygamber’in sünneti, kendisine indirilen Kur’an’ın açıklamasıdır ki bu yönüyle sünnet Kur’an’dan müstağni kalamaz.178 Bu mânada sünnet, Allah’ın hükümlerini peygamberine bildirmesinin bir çeşididir ve Hz. Peygamber’in ameli ile ortaya çıkan ilâhî tâlimdir. Bunların hepsi vahiy hükmündedir. Sünnete vahiy denmesinin sebebi sünnetin, hakikî vahyin/Kitab’ın cüz’iyyâtına girmesidir. Buna göre Kitab’ın tamamında sünnetin bütün hükümleri vardır. Sünnet, vahyin genel kaynağına girmesi yönüyle bu terimle anılır. Yani sünnet, zımnen vahiydir.179 Sünnet, Kur’an’ın koyduğu esasların detaylarıyla izahı için, Allah’tan Kur’an’ın dışında aldığı vahyin sonucudur. Aynı şekilde Resûlullah’ın dinle ilgili olan, akıl ve tecrübe ile bilinemeyen gaybî bütün haberleri Allah’tan ona gelen vahiy kapsamında mütalaa edilmişlerdir.180 Diğer yandan sünnetin lafzî bakımdan vahiy olması gereğine dair bir delil bulunmamaktadır.

 

Sünnetin vahye dayanması, onun pek çok noksanlıktan arınmış olmasını gerekli kılmaktadır.181 Vahye bâtıl ilişmesinin mümkün olmaması sebebiyle sahih yolla nakledilen haber-i Resûl ile hâsıl olan bilgi, kati ve gerçektir. Sünnetin, Kur’an naslarına aykırı olmayışı182 da sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu gösterir.

 

Hz.Peygamber’in ictihadıyla verdiği hükümlerle, âdeten ve yaratılış gereği yaptığı, söylediği şeyler de onun bir peygamber olması dolayısıyla önemlidir. Resûlullah’ın ictihadı herkesinkinden üstündür.183

 

Aslında hadislerin vahye veya Hz.Peygamber’in ictihadına dayanması, onların teşriî değeri hususunda önemli değildir. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’i vahye muhatap olacak, onu alabilecek en güzel şekilde olmasını takdir etmiş (el-Kalem 68/4) ve onu müslümanlara en güzel örnek diye göstermiştir. Müslümanları, kaynağına bakmaksızın Hz.Peygamber’in her türlü emrine uymakla yükümlü tutmuştur. Hz.Peygamber’e itaat etmeyi emreden âyetlerdede, yine türüne bakılmaksızın mutlak emir söz konusudur. Ayrıca Hz. Peygamber’e itaat yükümlülüğü sadece vahye dayalı açıklamalara bağlanırsa Allah’a itaatle birlikte resule itaatı emreden âyetlerin, ‘Resûl’e itaat’ kısımlarının anlaşılması güçleşir. Kaldı ki herbir hadisin kaynağının vahiy mi, nebevî ictihad mı olduğunu tesbit etmek de mümkün değildir.184 Böyle bir tesbit de ictihad sayılır ve bağlayıcı olmaz. Diğer yandan Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin kaynağını ve gerekçesini her defasında açıklamasının gerekliliğine dair bir delil yoktur. Dolayısıyla sünnet, itaat ve ittiba açısından Kur’an gibidir. Ona ittiba, vahiyile sınırlandırılmış değildir.185 Dolayısıyla sadece Kur’an’la yetinen kimse Resûlullah’a itaat etmemiş, muhalefet etmiş sayılır.186 Hz. Peygamber Kur’an çizgisinden çıkmadığından“ Kur’an bize yeter” anlayışınında bir delili yoktur. Diğer yandan Hz. Peygamber’in, “Ben Allah’a hiç yalan isnad etmedim”187 hadisinde de belirttiği gibi o, şeriatı tebliğde mâsumdur.188  Ayrıca Hz. Peygamber bir hüküm koyduğunda kendisi de, sahâbîler de o meselenin sabit olmasında âyet ve hadis arasında fark görmemektedirler.

 

Hz. Peygamber’in söyledikleri, niyet ettikleri, yaptıkları, hâsılı her halinin ilâhî denetim altında bulunuyor olması sünnetin kaynağının ‘vahiy’ olduğunu veya vahyin onayından geçtiğini göstermektedir. Sünnet bu yönüyle bağlayıcılık vasfı kazanmakta, sünnetle bildirilenle amel etmek gerekmektedir. “Arkadaşınız, sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir” (en-Necm 53/1–4)  âyetinin,  sünnetin amelde münzel vahiy gibi olduğuna delâlet ettiği belirtilmiştir.189 Beş vakit namazın gayri metluv vahiyle tesbit edilmiş olması bile buna örnek olarak yeterlidir.

 

Resûlullah’ın, söylemediği bir sözü onun sözüymüş gibi gösterenin, yani onun adına yalan uyduran kimsenin cehenneme gideceğine dair hüküm de sünnetin kaynağı ile ilgilidir. Çünkü Hz. Peygamber, Allah’tan haber verir; dolayısıyla onun üzerinden söylenen yalan, Allah’ın üzerinden söylenmiş gibi olur ki böyle kimselerin azabının pek şiddetli olacağı, Kur’an ile sabittir. Allah Teâlâ“ Yalan sözlerle Allah’a iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir” (el-En‘âm 6/21) buyurmakla kendisine iftirada bulunanla kâfiri bir tutmuş “Kıyamet gününde, Allah üzerinden yalan uyduranların yüzlerini simsiyah göreceksin”(ez-Zümer39/60) buyurmuştur.190

 

Bir müslümanın Hz. Peygamber’e inanması ve güvenmesi gerekir. Resûlullah’a güvenmemenin müslümanca bir tavır olmadığı şu hadisteaçıkça görülmektedir: “Birkimse, Resûlullah’tan hakkını istedi. Hz.Peygamber, ona istediğini versin diye bir Yahudi’ye gönderdi. Yahudi, rehin olmaksızın vermekten çekindi. Hz. Peygamber de zırhını gönderdi ve “Vallahi, ben yeryüzünde eminim, gökyüzünde eminim” buyurdu.191

 

Bütün bunlardan sonra şöyle bir tesbitte bulunmak mümkündür: Dinin tebliği sadece Kur’ân-ı Kerîm vasıtası ile yapılmamış; Allah Teâlâ, pek çok ayrı yolla peygamberine dini bildirmiştir. Dolayısıyla sünnet vahiy kaynaklıdır ve vahyin onayından geçmiştir. Diğer yandan bir dinin sadece kutsal kitap ile duyurulacağına dair bir delil bulunmamaktadır. Nitekim kendilerine kitap gelmemiş peygamberler bulunmaktadır. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’in de bütünüyle bir kerede nâzil olmayışı, dinin tamamlanmadığı şeklinde anlaşılmadığı gibi, eksiklik olarak da görülmemiş ve müslümanlar Resûlullah’ın bütün bildirdiklerine Kur’an ve Sünnet ayırımı yapmadan uymuşlardır.

 

“Sünnetin Kaynağı Üzerine Bazı Tesbitler”

 

Özet: İslâm’da, Kur’an ve Sünnet birlikte kaynak olarak kabul edilmiştir. Sünnetin dindeki konumu, sünnetin kaynağı meselesini incelemeyi gerektirmektedir. Âyet ve hadislerde, sünnetin vahiyle ilgili olduğunu gösteren pek çok ifade mevcuttur. Delillere göre sünnetin bir kısmı vahiy kaynaklı, geriye kalanı da vahyin onayından geçmiştir. Dinin tebliğinin sadece Kur’ân-ı Kerîm vasıtasıyla yapılmadığı bir gerçektir. Allah Teâlâ, dinini farklı yollar ile peygamberine bildirmiştir. Sünnetin vahye dayandırılması, Kur’an’ın hayata geçirilmesi ve peygamberlik görevi gibi pekçok ayrı sebepten dolayı da gerekli ve tabiî bir durumdur.

 

Atıf: Aynur Uraler, “Sünnetin Kaynağı Üzerine Bazı Tesbitler” Hadis Tetkikleri Dergisi, (HTD), IV/2, 2006, ss. 81-106.

 

Anahtar kelimeler: Cebrâil, hikmet, hüküm, Kur’an, Kur’an dışı vahiy, Resul’ün lisanı, sünnet, vahiy.

 

167 Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 30.

168 İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XV, 225.

176    Nedvî, Asr-ı Saadet, IV, 96–98;191–192.

170 Bigiyef, Kitâbü’s-sünne (trc. Mehmet Görmez), Ankara 1998, s. 14–15.

171 Kurtubî, el-Câmi li-ahkâmi’l-Kur’ân, VIII, 5874.

172   Muhammed Esed,  Yolların Ayrılış Noktasında İslâm (trc. Hayreddin Karaman), İstanbul 1986, s.   121.

173 Nedvî, Asr-ı Saadet, IV, 96–97.

 

174 Çakan, “Sünnete Yönelik Tartışmalar”, Bilgi ve Hikmet, s. 117.

175 Nedvî, Asr-ı Saadet, IV, 96–97.

177 Zaferullah Daudî, Pakistan ve Hindistan'da Hadis Çalışmaları, İstanbul 1995, s. 261–262.

178 Elbânî, el-Hadîs hüccetün bi-nefsih fi’l-akāid ve’l-ahkâm, Peşâver, ts., s. 35.

179 Nedvî, Asr-ı Saadet, IV, 97–98, 191-192

180 Elbânî, el-Hadîs hüccetün bi-nefsih fi’l-akāid ve’l-ahkâm, s. 35.

181 Çakan, Hadislerde Görülen İhtilâflar, s. 94.

182 Ömer Nesefî, İslâm İnancının Temelleri Akâid (trc. M. Seyyid Ahsen), İstanbul 1993, s. 52–53, 275– 276.

183 Salahaddin Polat, “Hz. Peygamber'in Sünnetini Anlama”, Ebedî Risâlet, II, 59.

184 Abdullah Aydınlı, Sünen-i Darimî (tercüme ve tahkîk), I-VI, İstanbul, 1994–96, I, 15 (giriş).

185 Şevkânî, Fethu’l-kadîr, V, 15.

186 Elbânî, el-Hadîs hüccetün b-nefsih fi’l-akāid ve’l-ahkâm, s. 35.

187 Müslim, “Fezâil”, 139.

188 Bigiyef, Kitâbu’s-Sünne, s. 38.

189 Kurtubî, el-Câmi li-ahkâmi’l-Kur’ân, IX, 6255.

190 Ahmed Davudoğlu, “Mukaddime”, Sahîh-i Müslim Terceme ve Şerhi, I, 25.

191 Abdürrezzâk, Musannef, VIII, 11.


Prof. Dr. Aynur URALER diğer yazıları