Mütebessim Çehreli
…Allah’a dayanıp güven! Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)
Peygamber Efendimiz (s.a.s), başına gelen birbirinden çetin ibtilâları büyük bir olgunlukla karşılamış; çizgisini, moral ve motivasyonunu asla kaybetmemiştir.
Peki, bu kadar sıkıntı, tasa, imtihan içerisinde nasıl oluyordu da o mübarek çehresinden tebessüm hiç eksik olmuyordu!
Her şeyden önce O’nun yâr ve yardımcısı Hz. Allah’tı. Efendimiz aleyhisselâm ise tam bir mütevekkil idi.
“Sen, O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan!” (Şuarâ, 26/217)
“Ölümsüz ve daima diri olan, kullarının günahlarını bilen Allah’a güvenip dayan!” (Furkân, 25/58)
“O halde sen, Allah’a güvenip dayan!” (Neml, 27/79; Ahzâb, 33/47-48)
“…Allah’a dayanıp güven! Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)
“Ey Muhammed! Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir.” (Tevbe, 9/129)
“Ey Peygamber! Sana ve Sana uyan mü’minlere Allah yeter.” (Enfâl, 8/64)
Üstelik Cebrail ve diğer melekler de O’nun dostu ve yardımcısıydı.
“…Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka olursanız, (bilin ki) O’nun koruyucusu ve yardımcısı Allah, Cibril ve mü’minlerin iyileridir. Ayrıca melekler de ona arkadır.” (Tahrîm, 66/4)
Bu âyetlere göre; refiki ve yardımcısı Cenâb-ı Allah, melekler ve mü’minlerin iyileri olan Hz. Peygamber, başına ne gelirse gelsin itidali elden bırakmamış, böyle yüce bir makamda olduğu için Rabbinden her daim razı olmuş, tebessümü gül yüzünden düşürmemiştir.
Diğer bir husus; Peygamber Efendimizin (s.a.s) aile yapısı İslâmî değerler üzerine kuruluydu. O’na ilk inanan ve bütün varlığıyla destekleyen kişi, eşi Hatice annemizdir. Sonrasında kızları, amcasının oğlu Hz. Ali ve diğer bazı yakın akrabaları da müslüman olmuştur. Bunun Efendimiz aleyhisselama büyük bir sevinç ve sürur verdiği muhakkaktır.
Sahabe-i Kirâm Efendilerimizin; O’nun çevresinde adeta pervane olmaları, canlarından, mallarından, eşleri, evlatları ve diğer her şeyden daha çok sevmeleri de Efendimiz aleyhisselâmın çehresinde tebessüm olarak onlara aksetmiştir.
Öyle ki;
Abdullah b. Haris, Peygamberimiz’in sevimliliğini ve güler yüzlülüğünü şu sözlerle ifade eder:
“Rasûlullah’tan daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim...” (Tirmizî, Menâkıb/10; Tecrid, IX, 277; İbn Sa’d, Tabakât, I, 372)
Üstelik tebessüm etmek kendisine çok yakışıyordu.
Hind b. Ebî Hâle’nin verdiği bilgiye göre;
“Efendimiz tebessüm edince, dişleri inci tanesi gibi görünürdü.” (İbn Sa’d, Tabakât, I, 422-423, Tirmizî, Şemail, s.36-37, Kadı lyaz, Şifâ, I,118-119)
Öyle ya;
“Tebessüm etmek, sadakadır/iyiliktir.” (Tirmizî, Birr/36) buyuran O idi.
“Güler yüzle insanlara selâm vermen sadakadır.” (Câmiü’s-Sağîr, IV, 1513)
“Allah, yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever.” (Câmiü’s-Sağîr, II, 503)
Buyuran da…
Daha kundakta iken “Ümmetî, ümmetî…” diyen müşfik Peygamber, elbette ki bir tebessümü onlardan esirgemeyecektir.
Cerîr bin Abdullah (r.a) şöyle der:
“Fahr-i Kâinât Efendimiz, müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten hiç alıkoymaz ve her gördüğünde tebessüm ederdi.” (Buhârî, Edeb/68)
Evet, Rasûlullah aleyhisselam güleçti fakat hiçbir zaman kahkahayla gülmedi. Çünkü ashabı, ümmeti ve insanlık için duyduğu hüzün, ıstırap, endişe… yüreğinin derinliklerindeydi, gülemezdi.
Câbir b. Semûre’den (r.a) rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.), rahatsız edici ölçüye varan bir aşırılıkta gülmezdi. O’nun gülmesi, tebessümdü.
“Benim bildiklerimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz” (Müslim, Fezâil/134) buyurdu ama din kardeşliği gayretiyle, müslümanlar birbirini sevsin, yakınlaşsın, muhabbetleri artsın gayesiyle olabildiği kadar içten gülümsedi gül yüzüyle…
Çünkü bütün mevcûdât, muhabbet merkezli yaratılmıştı.
Muhabbet-i İlâhiyye’ye/hakiki sevgiye ulaşma ideali olmasa, hayatın ve âhiretin ne kıymeti olabilir ki!
Maksat; Allah sevgisi, Efendimiz (a.s) başta olmak üzere O’nun sevdiklerini sevme ve bu muhabbeti artırma gayretidir asıl olan.
Ve âtinâ mahabbeteke ve ma‘rifetek…
Feyz-i İlâhî’nin membaına taht kuran Allah Rasûlü, Rabbine olan muhabbetini tilâvet-i Kur’ân, zikrullah, tefekkür, ibadet u taat, emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker, gizli-âşikar yapığı hayr u hasenât ile öylesine besliyordu ki; doğrusu çevresindekilerin kem söz, kötü niyet ve ham davranışlarının çoğu zaman belki farkında bile olmuyordu.
Allah’ı gerçek anlamda seven; O’nun yarattıklarını da Rızâ-yı Bârî için sever, onlara merhametle yaklaşır, üretir, onlar adına fayda gözetir, onlardan gelebilecek eza ve cefalara göğüs gerer yüksünmeden, üstelik din gayretiyle bir de tebessüm ederek…
Sünnet olan budur, nefse ağır gelse de iş böyledir.
Bu yüzden Üsve-i Hasene Efendimiz (s.a.s) misâli, Allah rızası için içtenlikle tebessüm eder inanan simalar.
Öyle ya;
Bir zamanlar kelimenin tam anlamıyla cehalette tavan yapan insanlar; bir çift güzel söz, sıcak bir ilgi ve küçük bir tebessüm vesilesiyle gönül dünyalarını açmışlardı aziz Peygamber’e…
Tabii ki azılı İslâm ve Peygamber düşmanları, O’nun niçin kendilerine güzel söz, tatlı dil, güler yüz ve olabildiğince nezaketle yaklaştığını anlayamadılar. Kalpleri, işledikleri günahlar sebebiyle o kadar kararmıştı ki, O’nun iyi niyeti, samimiyeti, yardım etme arzusu gün gibi ortadayken hakikati bir türlü göremediler.
O da, bu gibilere bu noktadan sonra iltifat etmedi ve onları Allah için mütebessim çehresinden mahrum etti.
Evet, Allah için…
Zira O; sevgiden, saygıdan, edepten, nezaket ve letafetten bihaber olanlar hakkında hükmünü vermişti ezelden.
İşte Peygamber Efendimizin (s.a.s) sîreti/hayatı bize ne güzel bir örnektir! Dostlukta candan içeri, düşmanlarıyla düşmanlığının sınırları belli, seviyeli, muhatabına daima açık bir kapı bırakan, mütebessim çehreli…
Peki, üsve-i hasene/en güzel örnek olan Efendimiz aleyhisselamın sîreti bu minval üzereyken o döneme kıyasla bol nimet, sağlık, âfiyet ve refah içerisinde yaşayan bizler için tebessüm etmek bu kadar zor mu?
Olmasa gerek…
O halde Allah için gülümser misiniz?
Yunus Emre TOPRAK diğer yazıları
- 17 Eylul 2013 Rahmete Vesile
- 16 Şubat 2013 Ülfet
- 05 Ekim 2011 Yahudi ve Hıristiyanlar Cennete Girecek mi?
- 12 Ekim 2010 Tatsız, Tuzsuz
- 22 Temmuz 2010 Kur’ân Okuyor muyuz?