Ülfet
“Mü’min kendisiyle iyi geçinilen kişidir. İyi geçinmeyen ve geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 400)
Ülfet; samimi olmak, insanlarla ünsiyet etmek, iyi geçinmek, onlarla anlaşmak demektir.
Asr-ı saâdette vuku bulan şu hadise ülfet kavramıyla birebir örtüşür mahiyettedir.
Zeyd b. Hârise el-Kelbî (r.a) ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden olup, Rasûlullah ’ın (s.a.s) en çok sevdiği arkadaşlarındandı. Bu yüzden sahâbe arasında “el-hubb” diye anılırdı.
Kaynaklarda geçtiğine göre Zeyd’in annesi Su’dâ, yanında oğlu olduğu halde akrabalarını ziyarete gider. Bu sırada Benî Kayn’a mensup eşkıyalar, baskın yaparak oradakileri esir alırlar. Esirler arasında, henüz 7-8 yaşlarında bir çocuk olan Zeyd de vardır. Ukaz panayırında satılan Zeyd radıyallâhü anh, Mekke’ye getirilerek bir akrabası tarafından Hz. Hatice’ye hediye edilir. Ömrü boyunca köle edinmeyen Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellem onu görünce:
“Bu köle benim olsaydı muhakkak onu azad ederdim!” buyurur. Kendisine hediye edilince de onu derhal azad eder.
Sığınacak bir yeri olmayan Zeyd (r.a), hâne-i saâdette ikamet etmeyi sürdürmüştür. Ta ki babası ve amcası izini bulancaya kadar…
Zeyd’in babası oğlunun kaybolmasına çok üzülmüş ve onu aramaya çıkmıştı. Mekke’de olduğunu kabilesinin hacılardan öğrenince, hemen kardeşiyle birlikte gelip Âlemlerin Efendisi’ni buldular. Zeyd’in bedelini teklif ederek fiyat hususunda insaflı davranmasını istediler. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem:
“Bundan başka bir çözüm yolu olamaz mı?” buyurdu.
“Nedir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“Onu çağırın ve tercihte serbest bırakın! Eğer sizi seçerse hiçbir bedel ödemenize gerek yok! Eğer beni tercih ederse, vallahi benimle kalmak isteyeni hiç kimseye bırakmam!” buyurdu.
Zeyd’in babası ile amcası:
“Sen bize karşı çok insaflı davrandın, büyük lütuf ve ihsanda bulundun!” diyerek memnuniyetlerini izhar ettiler.
Zeyd ise:
“Vallâhi ben hiçbir kimseyi sana tercih etmem! Sen benim için anne ve baba makamındasın. Ben ancak senin yanında kalırım.” dedi.
Baba ve amcasının serzenişte bulunmaları üzerine de:
“Ben bu zattan öyle şeyler gördüm ki, hiçbir kimseyi O’na tercih edemem. O’ndan hiçbir zaman ayrılmayacağım!” dedi.
Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.s), onu elinden tutup Kâbe’ye götürdü ve:
“Ey insanlar! Şâhit olunuz ki Zeyd benim oğlumdur, ben ona vârisim, o da bana vâris olacaktır.” diyerek onu evlât edindi.
Durumu gören babası ve amcası, gönül huzuruyla memleketlerine döndüler. (İbn Sa’d, Tabakât, III, 40-42; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 247 vd; el Askalânî, el-İsâbe fi Temyizi’s-Sahâbe, III, 24)
Hadise böyle…
Acaba Hz. Zeyd, Nebiyy-i Muhterem sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz’de ne bulmuş ne hissetmişti de O’na bu denli ÜLFET etmişti!
Ailesine, arkadaşlarına, yurduna yuvasına bütün kalbiyle iştiyak duyuyor iken,
Üstelik babası ayağına kadar gelmiş iken…
O’na can u dilden bağlanan Ebû Bekirler, Aliler, Bilaller, Ammarlar… da aynı soruyu akla getirmektedir.
Evet, Hz. Peygamber’e duyulan muhabbetin, sadakatin, O’nun yoluna râm olmanın asıl nedeni acaba ne idi?
Peygamber Efendimiz’in, biz inananlar için “üsve-i hasene / en güzel örnek” (Ahzâb, 33/21) olması;
Şüphesiz “üstün bir ahlak üzere olmasından” (Kalem, 68/4)
Ve bu “ahlâk-ı hamide”nin,
“Rabbim beni terbiye etti, terbiyemi de ne güzel yaptı.“ (Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 12) hadisinde işaret edilen memba-ı feyz-i ilahiyeye mebnidir.
Sünnetine ve sîretine tabi olmakla şerefyâb olduğumuz Rasûl-i Kibriyâ sallallâhü aleyhi ve sellem;
Kişisel kusur ve günahlarını olabildiğince görmezden gelip affettikten sonra;
Aklı başında,
Anlayış ve his sahibi,
Dine ve mukaddesata -inanmasa da- saygılı olabilen herkesle, her kesimle iyi geçinmiş,
Biz ümmetine, “iyi geçinen ve kendisiyle geçinilebilen bir insan modeli” sunmuştur.
Bunun ötesinde Kitâb, Peygamber ve müslüman karşıtı olanlarla bile seviyeli bir diyalog yürütmüş, onlara her daim açık bir kapı bırakmıştır.
Hal böyle iken;
Mü’minlerin birbirleriyle geçinemeyişlerinin, ilişkilerinde samimi olamayışlarının, hiziplere bölünerek üstünlük yarışına girmelerinin, iftira ve karalama bataklığına saplanmalarının, hatta çıkarı için din düşmanlarıyla bile müslüman kardeşi aleyhine hareket etmelerinin… nedeni ne olabilir, diye düşünmeden edemiyoruz.
Hâlbuki mü’minler, “aralarında son derece şefkat ve merhametli, hak eden düşmanlarına karşı ise son derece ciddi duruş sergileyen” (Fetih, 48/29) izzetli insanlar olmalıdır itikat açısından.
Ülfet sahibi olmak için sanırım derviş meşrepli olmak gerekiyor. Gönüller sultanı “Bizim Yûnus” misâli…
Ben gelmedim davi için
Benim işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.
Yunus Emre TOPRAK diğer yazıları
- 17 Eylul 2013 Rahmete Vesile
- 11 Mart 2012 Mütebessim Çehreli
- 05 Ekim 2011 Yahudi ve Hıristiyanlar Cennete Girecek mi?
- 12 Ekim 2010 Tatsız, Tuzsuz
- 22 Temmuz 2010 Kur’ân Okuyor muyuz?