Tasavvuf Okulları

Zikir halkaları ümmetin yüzyıllardır adeta manevi paratonerleri olmuş, bela musibet ve afetlerden bizleri korumuşlardır. Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayramlar, Akşemseddinler gibi gönül insanlarının bu manevi halkalardan yetiştiğini unutmayalım.

Müslümanlardan bazı kimseler hayatlarında din adına, dinini daha iyi yaşamak adına hep bir arayış içeresinde olmuşlar. Hz. Peygamber (s.a.s) bu manevi yolun inceliklerini sahabesine (r.a. ecmain) göstermiş, onlara kendi yaşayışı ile örnek olmuş.

Daha sonra gelen bazı arif kimseler Peygamberimizden (s.a.s) öğrendikleri bu usulleri adeta birer reçete haline getirip istifadeye sunmuşlar.

Zamanla bazı usuller inkıtaa (kesilmeye) uğrasa da asıl Kur’an ve Sünnet eczanesi bu manevi reçeteleri dağıtmaya devam etmiştir.

Fakat zaman içerisinde bazı türediler, bazı müteşeyyih(sahteler) türeyerek manevi yollara zarar veremeseler de arayıcılarının yolunu kesmişler. Bu tür kişilere tasavvuf tarihinde “Kutta-i tarik” yani yol kesiciler olarak isimlendirilmişler. Asıl yaptıkları şey hakikati arayan saliklerin yollarını sahte işler ile saptırmışlar.

Hatta çok kişiyi  “Bizim yolumuz en doğrudur” diyerek masumane görünerek adeta kuzu postuna bürünüp kendilerine bağlamışlar. Günümüzde bu gibilerin etrafındaki insan sayısı on binleri, yüz binleri belki de daha fazla sayı bulmuştur. “Bu kadar kişiyi kendine nasıl bağlıyorlar” denilir ise şöyle bir misalle açıklamak uygun olur kanaatindeyim.

La teşbih ve la temsil.

Malumdur ki insanlar temizlenmek için hamama giderler. Sıcak ortamda vücut kirleri yumuşar. Sonrasında kese ile kirler ovularak vücuttan ayrılır. Su ile de temizlik sağlanır. İşte insanında “manevi temizliği” bir nevi buna benzer.

Tasavvuf ortamına giren, bir mürşide bağlanan (inâbe alan) kişi bu manevi temizlik ortamına girmiştir.  Mürşid-i Kamil zattan gelen feyiz ile nefis kirleri kabarır. Sonra zikir kesesi ile bu kirden arınır. Tevbe suyu ile yıkanarak nefsinden kurtulur.

Oysaki müteşeyyih olanlar talebeye bu harareti (sıcak bir ortamı) bu feyzi veremezler. Zira talebedeki hararet ancak Cenab-ı Allah’tan (c.c) gelen feyz ile sağlanır. Kalpteki ilahi aşk ateşini, vasıl-ı ilallah (Allah’a (c.c), sevgiliye ulaşma)iştiyakını ancak bu şekilde harekete geçirilebilir.

Peki, feyz yok. Bu sahteler zikir kesesi ile başlarlar keseye. Yani hakikati arayan o kişiye usulsüz vird verirler, evrat okuturlar, zikir çektirirler. Sürte sürte keseyi o kişinin kirini çıkartacağım diye derisini yüzerler. Yara bere içinde kalır o kişini vücudu. Oysaki deri insan vücuduna girecek bütün mikropların önünü keser. Deriden hiçbir mikrop geçemez. İşte o deri Hz. Peygamberi (s.a.s) getirdiği Kur’an ve Sünnet esaslarıdır. Demek istiyorum ki bu türedilerin yaptırdıkları usuller güzel dinimizin emir, usul ve yasaklarına aykırıdır. Bu yüzdende o kişilerin hayatlarına bakıldığında İslam dinini naslarına, emirlerine uymayan davranışlar sergilerler. Tasavvufta usullerden biriside “Birsini havada uçarken gördünüz, ancak şeriata uymayan davranışları var ise ona itibar etmeyiniz” denilmiştir.

İşte böyle bazı Müslümanlar seyr u sülûkten habersiz, manevi yolculuk yaptıklarını düşünerek bu gibilerin etrafında ömür tüketmektedirler. Allah bizi böyle sahtekârlardan korusun.

Peki, bu işin doğrusu yani “Tasavvuf okulları” nedir? Bu okullar nasıl bulunur? Öğreticileri, muallimleri (kâmil zatlar) nasıl tanınır? Usulleri nasıldır, ne yapmak lazımdır? şeklindeki sorular hemen aklımıza gelebilir.

Kamil zatların, yaşayan insanların içerisinde sayı olarak miktarı 150 kadardır denilmiş. Kim demiş? Mehmet Nuri Şemsuddin en-Nakşibendî (k.s) yazdığı Miftihu’l-Kulüb adlı eserinde yaşayan halde en fazla bu sayıda olabileceklerini beyan etmiştir. Bu kadar kalabalık dünya içerisinde bu kişileri nasıl tanıyabileceğimize gelince o da şöyledir.

Bir “Allah Dostunu” tanımak için o kişide şu üç özelliğin toplanmış, ondan zuhur ediyor (görünüyor) olması gerekir denilmiş.

1.      Böyle kâmil olmuş zatların yanında insanın aklına dünyalık işler gelmez. Dünya meşgalesi senin onun yanında meşgul etmez.

2.      Bu zatlar konuştukları zaman ağızlarından dökülen sözcükler birer inci tanesi gibidir.

3.       Onların yanında insanın göğsünü huzur hali kaplar.

Mehmet Nuri (k.s) hazretleri yazdığı eserde bu tanımlamaları yapmış. Şimdi görülüyor ki bazı cemaatlerin başındaki bazı kişiler hiç sohbet etmiyor. Olmadı. Çünkü Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.s) Sahabesini (r.a) sohbet ile yetiştirmiştir. Onları kemal seviyesine getiren eğitimi sırasında sohbet usulünü kullanmıştır.

Ayrıca zikir halakasına herkesi dâhil etmişler. Ancak zamanımızda Müslüman dahi olsa “Sen bizden inabe almadın” diye bazı cemaatler Müslümanları zikir halkasına almıyorlar. Olmadı. Usule uymadı. Ne demiş ecdadımız “Usulsüz vusul olmaz.” Yani usule uymadan sevgiliye (Allah’a) vasıl olamazsın. Manen kavuşamazsın.

Bazılarında gereksiz bağırmalar, titremeler ile adeta elektrik akımına tutulmuş gibi korkutucu hareketlerzuhur etmektedir. Bu da varsa bu tür cemiyetlere ilk defa gelen kişileri korkutmakta, ürperip tekrar gelmelerinin önünü kesmektedir.

Yine bazı Kutta-i tarik olan yani tasavvufta Müslümanların yolu kesen kesiciler kendi arzu ve hevalarına göre vird tayin edebilmektedirler. Tasavvuf tarihinde vird olarak verilmemiş metinleri vird olarak vermektedirler. Oysaki manevi yollarda mihenk taşı olmuş 12 manevi yolun hepsi de usullerini bizzat Peygamberimizin (s.a.s) sünnetinden ve Kur’an’dan almışlardır. Zaten bir insan kâmil olmadan usul belirlemediği gibi, her kâmil zatta yeni yeni usuller ortaya koymamış, geneli de önceden belirlenmiş esaslara tabi olmuşlardır.

Ayrıca Kamil Zatlar ilm-i Ledün sahibidirler. İlm-i Ledün Cenab-ı Allah (c.c) tarafından manevi kemale erdikleri için kendilerine bahşedilmiş, verilmiştir. Böyle bir ilmi olmayanın da vird tayin etmesi, usul belirlemesi ancak heva ve hevesinden olsa gerekir. Zaten bu yol kesiciler burunlarının ucunu dahi göremedikleri ehlince malum olsa gerektir.

Ayrıca Kamil Zatlar sohbet ederler iken etrafındakileri ağlatmak için sohbet etmemişlerdir. İmam Gazali (k.s), İhya-ı Ulumud’Din adlı eserinde diyor ki; “Bir insan hutbeye çıkarda,  insanları ağlatmak için sohbet ederse o kişi gaflettedir.” Kitapları asırlarca Avrupa Üniversitelerinde okutulmuş aynı zamanda mutasavvıf olan bu zat; “Bir insan böyle yaparsa gafildir, ona uymayın” diyor. Asırlar öncesinde bugünkü bazı sahteleri işaret etmiyor mu? Bir takım meşhur cemaat veya cemaatlerin önde gelenleri, cami minberlerinden ağlaya sızlaya, etrafındakileri adeta kendilerinden geçercesine ağlatmıyorlar mı? Bu kadar duygu sömürüsünün ardından türlü sahtekârlıklarla Müslümanları sömürmüyorlar mı?

İşte usule uymayan noktalardan hemen akla geliveren bazıları.

Cenab-ı Allah’ın (c.c) veli kulları aramızdadır. Her daim olmuşlar ve de kıyamete kadar olacaklardır. Kore Savaşı, Kıbrıs çıkarması, Çanakkale savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi yakın tarihimizde bu milletin dua ve himmete muhtaç olduğu durumlarda kendilerini adeta “biz buradayız” dedirtecek birçok harikulade olay ile Müslümanlara (Allah’ın izni ile) yardım etmişlerdir.

Onların duası, nazarı üzerimize olsun. Allah sevdiği kulları aramızdan ayırmasın. Zikir halkaları ümmetin yüzyıllardır adeta manevi paratonerleri olmuş, bela musibet ve afetlerden bizleri korumuşlardır. Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bayramlar, Akşemseddinler gibi gönül insanlarının bu manevi halkalardan yetiştiğini unutmayalım.

Sünnet-i Resulü (s.a.s) inkâr eden kişilere ve anlattıklarına itibar etmeyelim. Ümmetin âlimlerinin kılı kırk yarıp, titizlikle ortaya koydukları emir ve yasaklara “riayet etmeyin” diyenleri iyi bilelim. Din adına dinimizin emirlerini bozmaya çalışanlar var ise bunlara fırsat vermeyelim. Sahtekârları da artık tanıyalım. Tanıtalım ki milletimizin yakın zamanda tecrübe ettiği 15 Temmuz benzeri makûs olaylar tekrar cereyan etmesin.

Allah’ın (c.c) selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.


Yalçın ALBAYRAK diğer yazıları