Vakıf İnsan Olmak

Onlar canlarını ve mallarını cennet karşılığında Allah’a satan ve bundan dolayı Allah yolunda savaşan, öldüren ve ölen (Tevbe, 111) kimselerdir.

Kelime kökeni olarak “durmak, duruş sahibi olmak” manalarına gelen vakf, “vakıf insan” terkibinde insan için kullanıldığında, “İslam üzere bir duruş içerisinde olan, kendini bilen, kim olduğunun ve sorumluluklarının farkında olan insan” kastı ile karşılık bulur. Diğer bir ifadeyle vakıf insan, Kuran ve Sünnet’in belirttiğine göre nerede durup durmayacağına müdrik insandır. Bu hususta Kuran ve Sünnet, vakıf insanı sorumluluk başlığı altında şu üç noktada tarif eder: Kendine, âleme ve Rabbine karşı sorumluluk. Kanaatimize göre, vakıf insan, bu üç hasleti kuşanan insandır.

Kendine karşı sorumlu insan, Yaratıcısı’nın kendini yarattığı “Ben, insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât, 56) ayetinde açıklığa kavuşanmaksadın farkında olan ve bu maksada göre yaşamaya çalışandır. Ayrıca bu ifadeden, kendisi ile barışık insan olmayı anlıyoruz. Kendisi ile barışık insan elest bezmindeki sözünün farkında, Allah’ın kendisine Ruh’undan nefyettiğinin idrakinde, ahsen-i takvîm üzere yaratıldığının şuurunda, emaneti yüklendiğinin, halife,cüz’i irade sahibi ve zıtlıklardan haberdarolduğunun bilincinde olandır. Bu hakikatleri aklına, gönlüne ve kalbine tasdik ettiren, kendisi ile barışık insandır. Çünkü “Ciğerleri hastalıklı bir bedenden gür ses çıkmayacağı” gibi, kalbine bu hakikatleri tasdik ettirememiş bir insan da kendisi ile barışık olamaz. Bu haldeki insan, “kalpler uyanmadıkça bedenler uyurgezerdir” sözünün doğrudan muhatabı olmaktadır. Bu yüzden Hz. Peygamber, “Ey kalpleri eviren çeviren Rabbim! Kalbimi dinin üzere sabit kıl” derken, Cenab-ı Allah’tan zikrettiğimiz hakikatlerin kalbe yerleştirilmesini niyaz etmektedir.

Kendisi ile barışık insanın diğer özelliklerini ayeti kerimeler “müminlerden öyle adamlar var ki, ...” ifadesi çerçevesinde birkaç yerde açıklamaktadır. Onlar, verdikleri söze sadık kalan (Ahzâb, 23), hiçbir ticaretin ve alış verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoymayan (Nûr, 36-37), canlarını ve mallarını cennet karşılığında Allah’a satan ve bundan dolayı Allah yolunda savaşan, öldüren ve ölen (Tevbe, 111)  kimselerdir. Söz konusu ettiğimiz bu hususların ışığında Abdullah b. Revaha’yı bu vasıflara sahip bir sahabi olarak yadediliriz. Bu aziz sahabi Akabe biatlerinde “Biatımızın karşılığında ne var?” diye sorduğunda, Allah Rasulü “Cennet var” diye cevap verir. Bu vakit itibariyle, Müslüman olarak yaşacağına ve Allah Rasulü’nü son nefesine kadar savunacağına söz veren sahabi, gerçekten de, Mute Savaşı’nda sözünün eri olacak, cennet karşılığında canını verecektir. Hz. Hamza, Enes b. Nadr, Musab b. Umeyr, Abdullah b. Müzeni, Hayber’li Esved,..İsimlerini saymakla bitiremeyeceğimiz nice sahabe, Ben kimim? Niçin yaratıldım? Nereye gidiyorum? sorularına doğru cevaplar vererek, kendileri ile barışık bir halde yaşamış ve canlarını vermişlerdir. İslam da, bu hissiyat içinde olan aziz insanların eliyle günümüze kadar gelmiş, benzer hususiyetleri paylaşan insanlar eliyle de kıyamete kadar –biiznillah- devam edecektir.

Vakıf insan, kendisi ile barışık olduktan sonra kendini başkalarına adayan insandır. Çünkü bilir ki, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz”(Âl-i İmrân, 10)ayeti sorumluluğun ikinci saç ayağını kendi sırtına yükler. “Kendin için istediğini başkaları için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz” ve  “Müslümanların dertleri ile dertlenmeyen bizden değildir” hadisleri de bu hususu tefsir ve teyit etmektedir. Bu konu çerçevesinde Rabbimiz, namazlarda her gün 40 defa “(Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz (Fâtiha, 5)dedirterek ümmet merkezli dua etmemiz, yalvarmamız ve düşünmemiz gerektiğini bize terbiye ettirmektedir. Bu anlayış, sorumluluğumuzun âleme karşı olan cihetini teşkil etmektedir. İnsandan başlayan, tabiat ve âlem ile devam eden bütün mahlûkata yönelik sorumluluk.

Konuyu aydınlatma sadedinde bir örnek zikredelim: Yasin suresinin ikinci sayfasında bir şehre gönderilen üç peygamberin halk tarafından taşlanması ve buna tahammül edemeyen bir adamın/gencin halka yönelik tepkisi anlatılır. Ancak gencin de akıbeti taşlanmak olur. Sayfanın sonunda Rabbimiz, gence “Cennete gir!”der. Gencin cevabı, sorumluluk hissiyatını ifade etmesi bakımından dikkate şayandır. Cevap, “Hamdolsun, cehennemden kurtuldum” şeklinde değildir. En yakınındaki insandan en uzağına kadar bütün kavmini düşünen bir anlayışla “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!" (Yâsîn, 26-27)şeklinde olur. Şu halde, ümmetin sorunlarına eğilmek ve tüm insanlığı düşünen bir anlayış ile yaşamak, insana, “Cennete gir!”hitabına mazhar olmayı kazandırmaktadır. Bu da, vakıf insanın ikinci hasletidir. Bu haslet, çocuklarını yitirmiş bir ana hissiyatı veya depremde yakınını toprağın altında arayan bir baba şefkatinden azade bir tarzda anlaşılamaz. Tıpkı, ateşin etrafında börtü ve böceklerin yanmaması için çırpınan adam örneği ile kendini tanımlayan Allah Rasulü’nün ümmetini düşünen tavrı gibi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, vakıf insan, kendini başkalarına adayan adamdır. Diğer bir tanımlamayla, bugünün kerameti başkalarına hizmet edebilmektir.

Vakıf insanın sahip olması gereken sorumluluğun üçüncüsü, Rabbine karşıdır. Bu sorumluluk, esasen diğer iki sorumluluğun menbaı hükmündedir. Diğer taraftan bu sorumluluk, diğer sorumluluklara istikamet ve ruh veren bir konumdadır. Şüphesiz bu üç sorumluluk, birbirinden ayrılmaz bir terkip manzarası arzetmektedir. Her iki söz de aynı manaya gelir. “Rabbini bilen kendini, kendini bilen Rabbini bilir.”

Sözlerimizi bağlarken, Rabbimizin vakıf insanın kuşanması gerektiğini belirttiği ana hasletleri şu maddeler ile sıralayabiliriz: Salih/iyi, muttaki, muslih (ıslah edici), ilim sahibi, muhlis (ihlas sahibi), teşkilatlı ve ibadet ehli olmak. Bunu söylerken, son maddede ibadetlerle sorunu olmayan, ibadet endeksli hayat süren insanı kastediyoruz. “Saat kaç?” diye soran gence köstekli saatine bakarak “Vakit yakın” diyen amcanın, vakti, namaz merkezli değerlendirmesi ve namaza karşı hassasiyeti, kanaatimizce vakıf insanın ayırıcı özelliklerinden birisi olmalıdır. Duamız, vakıf insanlardan olabilmektir. Bu sayede, Cenab-ı Allah’ın dinini kıyamete kadar devam ettireceği yolcular kervanında yer alabilmektir. Unutmayalım ki, kendisini İslam’a vakfedene Rabbimiz, “Cennete gir!” diyecektir. Vesselam.


Doç. Dr. Abdulkadir MACİT diğer yazıları