Doç. Dr. Abdulkadir MACİT

Mescid-i Aksâ ve Bizden Bekledikleri

Mescid-i Aksâ ve Bizden Bekledikleri

Dua samimi, bilgi derin, eylem kavi olmalı ki düşman İsrail beri olsun.

Göğe Açılan Kapıların Mekânı

Allah (c.c), yarattığı bütün varlıklar arasından bazılarını kimi hususiyetler ile ayırt ederek seçmiştir. Örneğin; insanlardan peygamberleri, onlardan da ulu’l-azm peygamberleri; meleklerden dört büyük meleği, onlardan da Cebrail’i (a.s); zamanlardan Ramazan ve Cuma’yı; mekânlardan ise Mekke, Medine ve Kudüs’ü seçmiştir. Bu minvalde etrafı mübarek kılınmış şehirlerden birisi olan Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ da seçilmiş anlamına gelen Morya tepesinin üzerinde bulunmaktadır. Bu mekânın seçilmişliğini ortaya koyan dört hususa dikkatleri çekmeliyiz. Bunlar:

1. Hz. Âdem’den (a.s) itibaren bütün peygamberler Mescid-i Aksâ’nın seçilmiş ve mübarek olduğunu biliyorlardı. Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (s.a.s) bunun şahitleridir.

2. Mescid-i Aksâ’nın her yerinde peygamberler ve melekler durmuştur. Miraç hadisesi buna şahittir.

3. Mescid-i Aksâ’nın her yerinde sahabenin gözyaşı vardır. Hz. Ömer, Bilal-i Habeşi, Ubade b. Samit, Şeddad b. Evs bunların sadece bir kaçıdır.

4. Mescid-i Aksâ’nın her yerinde Müslüman kanı vardır. Sadece Haçlı işgalinde on binlerce Müslümanın kanı toprağı sulayarak buna şahitlik etmiştir.

 

Mescid-i Aksâ’yı Niçin Seviyoruz?

Bu soruya verilecek pek çok cevap vardır: Önceki peygamberler buraya gönderildiler. Pek çoğunun kabri buradadır. Cebrail (a.s) Rabbine buradan defalarca yükseldi. Miraç hadisesi buradan gerçekleşti. Yeryüzündeki mübarek üç mescitten üçüncüsüdür.

Diğer taraftan inanışa göre Hz. İsa buraya nüzul edecektir. Ayrıca Yahudilerin Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) anlayışında üç temel merkezin de merkezinde Mescid-i Aksâ bulunmaktadır. Malum olduğu üzere bu merkezlerden büyük olanı; Nil ile Fırat arasıdır. Orta derecede olanı; Şam bölgesidir ki buralar Suriye, Filistin, Ürdün ve Lübnan’dır. En küçük derecede olanı ise; Betül’l-Makdis’tir.

Bütün bunlardan dolayı nasıl ki bir annenin üç çocuğu olsa, bunlardan birisi hastalansa, hapse düşse veya başına bir dert gelse bütün sevgi, ilgi ve merhametini ona hasrederse, bizler de bugün bir anne yaklaşımıyla işgal, zulüm ve gözyaşı içinde hasta, hapiste ve başında bin bir türlü dert olan Mescid-i Aksâ’nın üzerine bütün sevgimizi, ilgimizi ve merhametimizi hasretmeliyiz. Çünkü Filistin bizim için semboldür. Filistin bugün her an saldırıya maruz kalan ve muhkemleştirmemiz gereken mevziimizdir.

Nazarlarımızı tarihe çevirdiğimizde Kudüs’ün İslam hâkimiyetinde olup olmamasının Müslümanların yeryüzünde egemen güç olup olmadığı ile doğrudan irtibatlı olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Kudüs’e bakın, eğer esirse, bilin ki Müslümanlar o günün dünyasında esirdirler. Eğer Kudüs özgürse, o zaman Müslümanların da özgür ve dünya üzerinde söz sahibi olduğuna karar verebilirsiniz.

 

Mescid-i Aksâ’nınİki Fethi

Hz. Peygamber (s.a.s) sonrasında Kudüs-i şerif iki defa fetholunmuştur. Bunlardan ilkinin sahibi Hz. Ömer’dir. Ancak bu mukaddes şehir, tam 462 yıl sonra gerçekleşen Haçlı işgali ile ezanı Muhammedi’nin susmasının hüznünü yaşamıştır. Bu hüzün ikinci fethi sahibi şarkın en sevgili sultanlarından olan Selahaddin Eyyubi ile son bulmuştur. Selahaddin Eyyubi 26 yaşında atın üstüne biner, 30 yıl o attan inmez. İndiğinde yaşı 56’dır ve indikten 13 gün sonra vefat edecektir. Onun için Selahaddin’in hayatını şöyle 2’ye ayırsak, At’tan önceki ve At’tan sonraki, yani iki’ye ayrılmış bir hayatı vardır, 20 yıllık ilim hayatı, 30 yıllık cihad hayatı. Selahaddin-i Eyyubi, Müslümanların parçalanmışlığının acı resminde bir kare olan Fatımiler’in varlığına son verdikten sonra kurduğu devlette mücadelesinin merkezine, hocası Nureddin Zengi’nin ömrü boyunca gerçekleştirmeye çalıştığı ve daha sonra kendisine emanet ettiği üç hedefi yerleştirmiştir. Bu hedefler;

1. Kaybolan İslam birliğini yeniden tesis etmek,

2. İşgal altındaki Kudüs’ü fethetmek,

3. İstanbul’u fethedip Allah Rasûlü’nün müjdesine nail olmaktır.

“Bir şey hayal edilemeden hiç bir şey yapılamaz” düsturu çerçevesinde üç hayalin peşinde koşan Selahaddin Eyyubi, tam 88 yıl sonra Kudüs’ü bir kez daha özgürlüğüne kavuşturacaktır.

 

Mescid-i Aksâ’nınİki İşgali

“İşgal ediliyorsanız işgal olunacak yanınız var demektir”kelamı mucibince Kudüs-i Şerif’in yaşadığı işgaller esasında Müslümanların işgal edilmeye müsait yanlarının olduğu hakikatini ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Haçlılar ile yaşanılan ilk işgal; İslam topraklarında aynı anda üç tane halifenin var olduğu, Müslüman toplulukların kendi içerisinde iktidar mücadelesine girdiği Abbasiler döneminin ortasına rast gelmektedir. Bu parçalanmışlık ve atalet XI. asırda batıdan Haçlıların Kudüs’e kadar gelerek bölgenin işgalini, ardından ise XIII. asırda Moğolların yıkıcı ve yakıcı darbesini beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla Haçlı seferleri fetret döneminin sebebi değil, sonucu idi. Müslümanlar fetrete girdiği için Haçlılar savaş açabilmiştir, Haçlılar savaş açtığı için Müslümanlar fetret dönemine girmemiştir.

Önceki satırlarda ifade ettiğimiz üzereSelahaddin Eyyubi’nin parçalanmışlığı bertaraf etmesi, şecaat ve cesaret ile mücadele etmesi ile işgal kaldırılmıştır. Kudüs’ün ikinci düşüşü aslında Avrupalıların 1492’de Endülüs’ü işgali ile tekrar başlamıştır. Önce İspanya sonra Afrika ve Hindistan’ın düşüşü beraberinde Anadolu ve İstanbul’u düşürmüştür. İslam dünyasının bu düşüşü beraberinde Kudüs-i Şerif’in de düşüşünü getirmiştir. Resmiyette 69 yıl, ancak 1917 tarihinde Osmanlı’nın coğrafyadan çekildiği bir asır önce gerçekleşen Kudüs’ün bu ikinci düşüşü, Yeni-Haçlılar tarafından İslam coğrafyasının bağrına saplanan İsrail hançeri eliyle gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam etmektedir.

 

Mescid-i Aksâ Bizden Ne Bekler?

Kudüs ve Mescid-i Aksâ davasına ait çok az şey biliyoruz. Sadece Kudüs değil Filistin’in diğer bütün şehirlerinin kaderi benzer bir durumu yaşıyor. Filistin’in siyasi, idari, iktisadi ve dini yapılarının bütünsel bir bakış açısı ile idrak edildiğini söylemek öyle hiç de kolay değildir. İdrak edilmediği için de Filistin’e yönelik parçalı veya tam idrak edilmeyen bir anlayışımız var. Hâlbuki İslâm’ın hem Hz. Âdem’den Rasûlullah’a (s.a.s), hem de Rasûlullah (s.a.s) ile bölgede tutunarak yerleştiği bir merhaleden günümüze kadar sahip olduğu birikimlere baktığımızda Filistin’in Kudüs merkezli bütünsel okunması gerektiği vuzuha kavuşmaktadır. Diğer taraftan burada dinler ve medeniyetler iç içe bulunmaktadır. Sadece Kudüs bile başlı başına üzerinde hâkimiyet kuran devletlerin şehre kattığı eserlerini, mekânlarını görebilmemiz ve sahih bilgiye ulaşabilmemizde ehemmiyetli bir rol oynamaktadır.

Bu yüzden Kudüs literatürü, bilgi bankası ve paylaşımı sağlanmalıdır. İlmi olarak çalışmalar zayıf, artırılmalıdır. Mescid-i Aksâ yazma eserler bölümünü gezerken bunu daha çok hissediyorsunuz. İmam Gazali zamanında 1600 civarında ders halkasının olduğu bir ilim merkezinin bugün içinde bulunduğu hazin tablo, dizleri dövmenin ötesinde iş birliği içerisinde çalışmalar yapmamızı bize tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi başta olmak üzere yazma eserler üzerine çalışmalar yapan kurumlar seferber edilmelidir. Kudüs davasının sahih olarak ve vurguladığımız üzere bütünsel olarak bilinmesi için tercüme faaliyetleri yapılması ve bunların gündemde tutulması gerekmektedir. Bu sayede Kudüs ve Filistin davasının tecrübenin aktarımı da kuvvetlenecektir.

Filistin’de yaşayan diğer inanç mensuplarının haksız, zalim ve nankör uygulamalarını görünce İslam’ın ve kutsallarını kıymetini anlamak daha bir kolaylaşıyor. Bu noktada elde tutulmaya çalışılan son mevziinin/istinatgâhın İslam’ın ve Kudüs’ün gözbebeği olan Mescid-i Aksâ olduğu ciddiyetle kavranmalıdır. Bu son istinatgâh durumu, bundan asırlar önce Haçlıların işgalinde iken de hissedilmişti. Bu durum karşısında Selahaddin-i Eyyubi’nin âlimleri çağırarak “ümmeti hazırlayın” çağrısını ve sabah namazı vurgusunu hatırlamamızda fayda bulunuyor.Unutulamamalıdır ki, Mescid-i Aksâ’nın cemaati arttıkça göz bebeğimiz parlar. Cemaati canlı tutmak gerekmektedir. Bir sonraki safhada Selahaddin-i Eyyubi’nin cemaatin hazır olduğundaki cihad ilanının mahiyetini yine iyi tahlil etmemiz elzemdir. Bütün bunlar bize miracın merkezi Mescid-i Aksâ’da ve şahsımızda namazın ancak özelde sabah namazının ehemmiyetini anlamamızda önemli tarihi gerçektir. Diğer taraftan bu mevzu üzerinden günümüz âlimleri ile devlet erkânı arasındaki ilişkileri de ayrıca masaya yatırmamız gerekecektir.

Biz duygusalız, genel olarak ağlıyoruz. Ancak bu Filistin’in özgürleşmesi için yeterli olan bir durum değildir. Adım atmalıyız, amele dökmeliyiz. “Haydin cihada!” denilecek bir amel ortaya koymalıyız. Zira Rasûlullah (s.a.s): "Oraya gidiniz ve orada namaz kılınız, eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderiniz" buyurarak temelde iki görevi bize yüklemektedir. Gitmek ve gidemediğinde orada yanan iman ateşini yakmak, süren davayı ayakta tutmak… Bundan dolayı bir plan çerçevesinde toplumun her kesimden insanlar götürülmeli ve Kudüs’ün özgürleşmesine yönelik teklifleri alınmalı, sonrasında da bu teklifler ve çözüm yolları bir proje kapsamında takibi yapılarak hayata geçirilmelidir.

İnanmış bir Müslüman olan merhum Necmettin Erbakan’ın “milyon dolarlık uçaklarınızın düşmesi için bin dolarlık cihazlar icat ederiz” iddiası ve buna dair eylemi üzerinden bedel ödemeye başlaması bize bu hususta bedel ödemeye hazır yanımızın olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Şüphe yok ki, bedel öde(n)medikçe özgürlük gelmeyecektir. Bu bağlamda cihad bahsinin yeniden ele alınması gerekmektedir.

Burada hususen tasrih etmek gerekir ki, tarihinde düşen Kudüs’ün yeniden düşüşünü yaşıyoruz. Filistin özelinde bugün Suriye, Irak gibi ülkelerde yaşananlara şahitlik edince devlet düşüncesinin ve varlığının ehemmiyetini bir daha idrak etmiş bulunuyoruz. Ancak ele alınması gereken diğer bir mesele de Yahudiler üzerinden din-devlet ilişkisi bağlamında kendimize dair bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeler mucibince sistem, modern ulus devlet gibi kavramlara bakış açımızın netliği sağlanmalıdır.

 “Kudüs-i Şerif bizden ne bekler?” sorusuna Taha Kılınç’ın “Çıkış Nerede?” başlığı ile verdiği üç cevaba burada değinmemiz uygun olacaktır:

1. Liyakatli Olmak: Emanetin bize tevdi edilmesi durumunda, Kudüs’ün hakkını verip veremeyeceğimizi düşünmek gerekiyor. İsrail bugün, “Kudüs Müslümanların olsun, onlar yönetsin” diyecek olsa, İslâm dünyası Kudüs’e sahip çıkabilecek olgunlukta ve yetkinlikte değil. Her bir ülkenin diğerinin ayağını kaydırmaya çalıştığı, kardeşlik söylemlerinin dilde kaldığı, mazlum ve masumların haklarının gözetilmediği bir Müslüman coğrafya, şu anda Kudüs emanetini yüklenmeye de hazır değil. Kudüs bugün Müslümanların kontrolüne geçse, şehirde kimin sözünün geçeceği üzerinden İslâm ülkeleri arasında bir iç savaşın patlak vereceğinden emin olabilirsiniz. Bunu söylemek hoşuma gitmiyor, ama manzara bu, maalesef. İsrail, milyonlarca Müslüman’ın gözünün içine baka baka böylesine pervasız hareket edebiliyorsa, bu kanlı-bıçaklı rekabet sayesinde zaten.

2. Bilgi sahibi olmak: Her bir ferdin kendi içinde tutarlı, ahlâklı, donanımlı ve cesaretli olmasına çalışacağız. İlk adım bu. Tarih bilen, coğrafya bilen, dil bilen, dünya sistemini bilen, ahirete taalluk eden sorumluluklarını bilen, kısacası varlık şuurunun farkında Müslüman bireyleri ne kadar çoğaltabilirsek, işimiz de o kadar kolaylaşacak. Kendi başına ayakta duramayan, kendisinden ve dünyadan habersiz, nereye sürüklenirse oraya giden insan toplulukları, mevcut kaosu daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. İnsan kalitemizi artırmak için sabırla ve sebatla çalışmak gerekiyor. Buna odaklanmadan, “Kudüs Müslümanlarındır!” sloganlarının altını doldurmak imkânsız.

3. İttihad-ı İslam idealini taşımak: 'Şarkın en sevgili sultanı' Salahaddîn Eyyûbî, Kudüs’ü özgürleştirmek rüyasıyla çıktığı siyasi ve askeri yolculuğunun ilk 20 yılında, tamamen Müslümanlar arasındaki ihtilafların çözümüyle uğraşmak durumunda kaldı. Müslümanlar birbirinin gözünü oymayı bırakmadan Kudüs’ün özgürleşmeyeceğini acı bir şekilde fark etmişti çünkü. Fâtımîleri ve bölgedeki diğer irili-ufaklı Müslüman yönetimleri zapturapt altına alan Salahaddîn, dikkatini ancak bundan sonra Kudüs’e yöneltebildi. 1187’de kazanılan şanlı Hıttîn zaferi, ancak Müslümanlar ortak hedefe kilitlendikten sonra mümkün olabildi.

Ve son olarak;

“Dua samimi, bilgi derin, eylem kavi olmalı ki düşman İsrail beri olsun. Allah duamızı bilgimize, bilgilerimizi eylemimize zemin eylesin”. (Lütfi Sunar)


Doç. Dr. Abdulkadir MACİT diğer yazıları