Doç. Dr. Abdulkadir MACİT

Bir Fatih Olarak Yeni Fetihlere veya 4. Fethe Yelken Açmak

Bir Fatih Olarak Yeni Fetihlere veya 4. Fethe Yelken Açmak

Bizler ne kadar bahtiyar insanlarız ki, Rabbimiz bize İslam tarihi boyunca pek çok fetih nasip etmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) ile Mekke’nin, başta Hz. Ömer, daha sonra Selahaddin Eyyubî ile Kudüs’ün fethi, Sultan Alparslan ile Anadolu topraklarının kapılarının açılması ve Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul’un fethi bunlardan sadece birkaçıdır.

İslam Tarihi’nde genel hatlarıyla üç ana fetih akımından bahsedecek olursak şöyle ifade edebiliriz:

Birinci ana akım fetih: Allah Rasulü öncülüğünde başlamış ve günde 830 km², on senede ise 3 milyon km² fethedilmiştir. Daha sonra sahabiler, Hulefa-i Raşidin döneminde Allah Rasulü’nden devraldıkları bu mirası 10 milyon km²’ye ulaştırmışlardır. Emevilerin sonunda ise Müslümanların bir kolu İspanya topraklarından Fransa içlerine, bir kolu Hint sınırlarına, bir kolu Maveraünnehir’in doğusuna, diğer bir kolu ise Anadolu içlerine ulaşmıştır.

İkinci ana akım fetih: Selçuklular ve Osmanlılar tarafından üstlenilmiş ve Anadolu, Balkanlar ve Avrupa’nın içlerine doğru fetihler gerçekleştirilmiştir.

Üçüncü ana akım fetih: Moğolların Müslümanlaşması ile güney ve güneydoğuya doğru yürüyüşleri ile gerçekleştirdikleri fetihlerdir. Bu sayede bugünkü Hindistan, Malay Adaları (Endonezya, Malezya vs.) ve kuzey bölgeleri İslamlaşmıştır. Hatta neredeyse bu fetih akımı Rusların İslamlaşmasını dahi gerçekleştirecek noktaya ulaşmıştır.

İslam’ın ilk tebliğ yıllarından itibaren Sahabe-i Kiram, İslam’ın tüm insanlara ulaştırılması (İlâ-yı Kelimetullah) uğrunda dünyanın dört bir yanına dağılarak öncü bir görev üstlenmişlerdir. İstanbul’un manevi fatihi Ebû Eyyûb el-Ensari’nin Eyüp’teki kabri, şüphesiz buna açık bir örnektir. Bu yazımızda bizim için anlaşılması gereken temel husus; fetihlerin sadece maddi boyutu, askeri ve siyasi tarafı değil, asıl itibariyle onların ruh ve mana tarafıdır. Burada fethin üç boyutu, üç aşaması üzerinde duracağız. Birinci aşama kalplerin fethi, ikinci aşama zamanın fethi, üçüncü aşama ise mekânların/toprakların fethidir.

Kalplerin fethi derkenkalbin, Allah ve Rasulü’nün emri doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini kastediyoruz. Çünkü kalp, İslam ile yoğrulursa bütün organlar İslam üzerinde hareket eder. Dikkat etmeliyiz ki, insanın başkenti konumunda olan kalp, şeytan ile en büyük mücadelenin verildiği alandır. Aslolan, başkent olan kalbimize şeytanı mı, yoksa Allah ve Rasul’ünün isteklerini mi hükümran kılma meselesidir. Bu mahiyet itibariyle Hz. Peygamber (sav) “Ey kalpleri eviren ve çeviren Allah’ım. Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!”(Tirmizî, Da'avât, 135, 3581)diye çokça dua etmiştir. Kalbin fethedilmesi demek, niçin yaratıldığını bilmek, Allah’ın yeryüzündeki kulu olduğunu idrak etmek,  boş yere yaratılmadığını hissetmek demektir. Yine unutmayalım ki, kalpler uyanmadıkça bedenler uyurgezerdir. Zira Hz. Peygamber, Mekke döneminde 13 yıl boyunca sahabenin kalplerini fethetmiştir. O yüzdendir ki, Ebû Eyyûb el-Ensari 80 küsur yaşında İstanbul’a gelmiş, Mus‘ab b. Umeyr sahip olduğu dünya zenginliğini elinin tersiyle bir kenara iterek Yesrib’e ilk öğretmen olarak gitmiş, Hz. Ebûbekir malvarlığını İslam uğruna defalarca harcamıştır.

Kendini fethetmiş kimse nefsini terbiye etmiş kimsedir. Biz önce kendimizi diriltmeli, sonra da Allah Rasulü gibi çevremizdeki insanların kalplerini diriltme çabasına girmeliyiz. Işte fethin ikinci aşaması budur. Yani zamanın ve insanlığın fethi. Bundan dolayı Musab b. Umeyr, kendi fethini tamamlayınca zamanın ve insanlığın fethine çıkmıştır. Bir sene kaldığı Yesrib’de, Ensar şöhretini kazanacak insanların kalbini fethetmiştir. Efendimizin, kalplerini fethettiği insanlar, Musab’ın davetinden sonra topu topu 500 kişi olarak Medine’ye hicret ettiler. Medine’de 1500 kişi oldular. Samimiyetle tebliğ ve davet çalışmasını sürdüren sahabe, daha yarım asır geçmeden dönemin iki süper gücü olan Sasani ve Bizans’ı dize getirdiler. Bu sayede İslam’ı dünyaya ve zamanımıza taşıdılar. Esasen dünya tarihini etkileyen en büyük olaylardan birisi zikrettiğimiz birinci akım fetihtir. Bu sayede 1000 yıllık Pers imparatorluğu yok olmuş, Bizans kadim havzalardan el etek çekmiş, paganizm tarihe gömülmüş, Zerdüştlük ortadan kaldırılmıştır. Dinler yeniden tarihte etken olmuştur. Harita yeniden düzenlenmiştir. Çin batıya ilerliyordu, ilerleyişi durdurulmuş ve bugünkü sınırlarında kalmıştır.

Bu mahiyet itibariyle biz de, Allah Rasulü gibi çevremizdeki Ömer’lerin, Musab’ların, Eyyüb’lerin elinden tutma ve kendilerinin niçin yaratıldığını onlara hatırlatma seferberliğine girmeliyiz. Bugün de ihtiyacımız olan Kuranı asrın idrakine söyletecek Musablardır. İşte onları bulmak ve terbiye etmek fethin ikinci aşamasıdır.

Zamanın ve insanların kaplerinin fethi tamamlandığında sıra elbette toprakların ve şehirlerin fethine gelecektir. “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.” (Fetih, 48/1) ayeti ile Mekke’nin fethinin müjdelenme zamanının, yukarıda bahsettiğimiz süreçlerden sonra nazil olduğunu unutmayalım. Nitekim kalpler İslam’a açıldıktan sonra mekânların fethi kolaydır. O zaman, Yesrib Medine, Kostantiniye İstanbul olur.

Bugün de insanlığın kendisini diriltecek yeni fetihlere ihtiyacı vardır. Şüphesiz bu fetih, öncelikle kalplerin ve vicdanların Kur’ân ile kalem ve kitap ile buluşturulmasından geçmektedir. Şurası muhakkaktır ki, zafer ve şehirlerin fethi bedel ödemeden, mallardan infak yapmadan, canlardan ise vazgeçmeden, yani Alah yolunda cihad etmeden gerçekleşmemektedir.

Bugün üzerine silinmez bir şekilde vurduğumuz mühürlerle İstanbul, Diyarbakır, Şam, Kahire, Buhara, Semerkant vs. elbette bizim topraklarımızdır. Ancak üzerinde yaşayanların kalplerinin İslam ile fetholunup olmadığı hususu meçhuldür. Bu yüzden yeniden yola düşüp, o Rasulün izlerini takip ederek günümüzün Ömerlerini, Mus‘ablarını, Ammârlarını bulmak ve ellerinden tutmak; Selahaddinlerini, Fatihlerini yetiştirmek için seferberlik içine girmek zorundayız. Asla hatırdan çıkarmayalım ki, bütün bunlardan sonra Rabbimiz, yeni fetihleri bizlere nasip edecektir. Ve o zaman tarih, dördüncü akım fetih erleri arasında bizleri yazdığı gibi şehirleri arasında da Kudüs’ü, Şam’ı, Kahire’yi, Bosna’yı elbette yeniden yazacaktır.

İnsanlık her zamanki gibi fethi gönüllerinde bir sevda olarak taşıyan ve eyleme dökerek insanlığa yeni imkânlar açan fatih ruhlu yiğitlere ihtiyaç duymaktadır. Tüm bu açıklamalardan sonra soruyu yineleyelim:

4. fethe hazır mısınız?


Doç. Dr. Abdulkadir MACİT diğer yazıları