Doç. Dr. Abdulkadir MACİT

İslâm Kardeşliği Ve Ümmet Olma Bilinci

İslâm Kardeşliği Ve Ümmet Olma Bilinci

Onlar Kardeşlik Eğitimini Efendimizden Aldılar

Allah (c.c) ikbal günlerini insanlar arasında nöbetleşe evirip çevirir. Bolluk yıllarını kıtlık seneleri, kıtlık dönemlerini bolluk devirleri takip eder. İnsanların her döneme hazırlıklı olması, düşenin yanında, yakınında ve yardımında bulunması gerekir. Nitekim Asr-ı Saadet’teki hicrette kardeşlik ve yokluk zamanlarındaki dayanışma, bunun en güzel örneğidir.

Kur’ân, hicrette vatandan ve evlattan imanî bir gaye ile geçip başka bir yurda göçenlere kucak açan, onlarla evlerini, yuvalarını ve imkânlarını paylaşan; hatta kendilerinin ihtiyaç duymasına rağmen diğerkâmlığı seçen ensarı “îsâr” lafzı ile sena etmektedir:

“Yurtlarını muhacir Müslümanlara hazırlayıp iman sahibi olan ensar Müslümanları, kendi yurtlarına göç eden muhacirleri severler ve onlara verilenden sadırlarında bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, onları kendilerine tercih ederler (îsâr). Nefsinin hırsından korunan böyleleri gerçek felaha erecek olanlardır.”[Haşr Sûresi, 59/9]

Peygamber Efendimizin (s.a.s) oluşturmak istediği toplumun nasıllığını, zamanı saadetlerinde oluşturduğu sahâbiler toplumundan çıkarabiliriz. İnançta tevhid, toplumda uhuvvet yani kardeşlik esastır. Dolayısıyla Efendimizin (s.a.s) gerçekleştirdiği İslâm toplumu, sınırları İslâm imanı ile çizilmiş, din kardeşliği ilke ve hukukuna dayalı kardeşler topluluğudur. “Mü'minler kardeştirler” [Hucurât Sûresi,49/10]âyeti ve “Müslüman Müslümanın kardeşidir” [Buhârî, Mezâlim/3; Müslim, Birr/58]  hadisi bu yapının tespitini yapmaktadır.

 

“Müminler Ancak Kardeştir.”

Buayetten hareketle İslâm toplumunun kardeşlik ilkelerini Peygamberimiz (s.a.s) şöyle açıklamaktadır:

Mü'minleri, aynı binayı inşa eden tuğlalar ya da bir vücudun uzuvları gibi değerlendirmek ve hiçbir mü'mine buğz etmemek, arkasından konuşmamak, iftira etmemek, gıybetini yapmamak, sû-i zanda bulunmamak, kardeşlik hukukuna aykırı hiçbir davranış sergilememek, acıları hissetmek, paylaşmak ve gidermeye çalışmak…

 

İki Kere Kardeşlik Ahdi Yapıldı.

Kur’ân-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde kardeşlik ile ilgili verilen mesajlar çerçevesinde birbirimizi sevmedikçe gerçek mü’min olamayacağımız belirtilmektedir. İslâm kardeşliğini bu doğrultuda en iyi anlayan neslin, ahlakça faziletlerin zirvesinde olan sahabeler olduğunu görmekteyiz. Efendimiz (s.a.s)  iki kere kardeşlik ahdi gerçekleştirmiştir. Bu uygulamalardan birincisinde Mekke’deki Kureyşli zenginlerle bazı azatlı köleler, ikincisinde ise hepimizin bildiği gibi ensar ve muhacir kardeş ilan edilmiştir.

Ensar ve muhacir kardeşliği tarihimizde müstesna bir kardeşlik örneğidir. Mallarını mülklerini bırakarak Allah (c.c)  yolunda hicret eden muhacirlere, evlerini ve gönüllerini açarak karşılayan ensara en güzel rütbenin Kur’ân tarafından “ensar” ismi takılmak suretiyle verildiğini ve nice hadis-i şeriflerle de ensarın taltif edildiğini görmekteyiz.  Ensar ve muhaciri rahmetle anmamız gerektiği şu ayet-i kerimeden açıkça anlaşılmaktadır:

“İlk muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar var ya... İşte onlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.” [Tevbe Sûresi, 9/100]

 

Onlar Kardeşlik Eğitimini Efendimizden Aldılar.

Müslüman olmak için önce İslâm kardeşliğini iyi anlamamız, nefsimizden ödün vermemiz, özverili olmamız, fedakâr olmamız gerekmektedir. Bir gün Hz. Ömer bir kurban kesmişti, kurbanın bir kısmını bir fakire gönderdi. O sahâbî “benim bugün yemeğim var” dedi ve almadı. Sonra başka birisine gönderdi, o da; “durumu daha kötü olanlar vardır onlara götürün” dedi, almadı. Böylece bu et birkaç evi dolaştıktan sonra ilk götürüldüğü eve yeniden götürüldü.

Kardeşlerini kendilerinden fazla düşünen bu insanlar melek değildi; bunlar da insandı. Üstelik cahiliye karanlığından yeni çıkmışlardı. Ama Kur’ân ve Sünnet eğitiminden geçmişlerdi. Onlar Efendimizin (s.a.s) dizinin dibinde yetişmişlerdi. Orada bir saat kalan, alacağını alıyordu. Kardeşlik, dostluk, arkadaşlık orada öğreniliyordu. Efendimizin (s.a.s)  gönüllerine işlediği sevgi rahmet ve şefkat sayesinde o insanlar bambaşka bir insan oldular.

Suffa Ashâbı’ndan dermanı kesilen birisi Rasûlullah'a (s.a.s) gelip halini arz etti. Peygamberimiz de (s.a.s) onu zevcelerine gönderdi. Mü’minlerin anneleri, “evimizde sudan başka bir şey yok” diye beyân-ı i'tizâr ettiler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.s):

“Kim bu açı yemeğine ortak eder?”diye ashâbına sordu. Ensar'dan bir kişi ayağa kalkıp: “Ben” dedi ve suffalı misâfiri alıp evine götürdü. Evinde eşinden “çocuklarının yiyeceğinden başka bir şey bulunmadığını” öğrendi. Sofrayı kurup lâmbayı yaktıktan sonra yemeği sofraya koydular, Yemeğe başlayınca ev sâhibi kandili düzeltiyormuş gibi yaparak ışığı söndürdü. Sâdece misâfirin yemesi için ortamı kararttı. Karı-koca yiyormuş gibi yaptılar. Misâfir güzelce karnını doyurdu. Onlar aç sabahladılar. Sabah olunca ev sâhibi, Allah Rasûlü'nün (s.a.s) yanına gittiğinde ona buyurdu ki:

“Bu gece Allah sizin hareketinizden memnun oldu ve hakkınızda şöyle buyruldu:

Onlar kendilerinde yoksulluk olsa bile kardeşlerini öz canlarından üstün tutarlar.” [Haşr Sûresi, 59/9]

 

Kardeşlik Meselesi Ümmet Şuuru İle Anlaşılır.

Allahü Teâlâ “Erkek kadın bütün mü'minler (tevhîdde) birbirlerinin velileridirler” [Tevbe Sûresi, 9/71]  buyurmakla mü'minlerin tevhîdde birleşmek sûretiyle hem dünya ve hem de âhiret işlerinde birbirlerinin yardımcısı olmaları gerektiğini ifade etmektedir.

Dine hizmet etmek ancak ve ancak bütün İslâm âlemindeki Müslümanların aynı gaye etrafında birleşip aynı duygularla İslâm’ı ve şeriatlarını her türlü tehlikeden korumak ve zafere ulaştırmakla mümkündür. Bu gayeye ulaşma hususunda Cenâb-ı Allah insanların günde beş defa mescitlerde bir araya gelmelerini ve haftada bir defa camide toplanmalarını, senede iki defa bayram münasebeti ile bir mekânda cem olmalarını ve ömürlerinde bir defa da hacc vesilesiyle bütün beldelerden gelip Beytullah'ın etrafında birleşip Arafât’ta hep birlikte vakfeye durmalarını ümmet bilincinin oluşmasında vesile kılmaktadır.

Müslümanlar kendi aralarında Allahü Teâlâ'nın emrettiği şekilde birleşmiyor ve Allah'ın gösterdiği yolun hâricinde bir yol takip ediyorlarsa, Allah muhafaza buyursun, zilletin çukuruna yuvarlanmışlar demektir.  Bu minvalde “Allah'tan korkun ve birbirinizin arasını düzeltin” [Enfâl sûresi, 8/1]  ayeti Müslümanların arasının bulunmasını; “... Birbirinizle nizâlaşmayın! Sonra içinize korku düşerek devletiniz elden gider” [Enfâl sûresi, 8/46]ayeti ise birbirlerine muhalefet ettikleri takdirde elbette ki aralarında anlaşmazlık ve mücadelenin ortaya çıkacağını ve birliğin sağlanamayacağını ifade etmektedir.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki İslâm ‘ümmet bilinci’ni kuşanmamızı ve Müslümanların birleşmesini bizlere sorumluluk olarak yüklemektedir. Kardeşliğin gerçekleşmesi ümmet anlayışı, Müslümanların birliği ile mümkündür. Kardeşlik, dünya Müslümanlarının birleşmesi ile gerçekleşir. Dolayısıyla kardeşlik meselesini sadece ferdî/ kişisel olarak değil ümmet bilinci çerçevesinde de ele almamız gerekmektedir. Kendi köşesinde yalnız başına İslâm’ı yaşamakla İslâm kardeşliği gerçekleşmez. Müslümanlar bu şuura ermediği müddetçe Allah’ın rızasını kazanamazlar.


Doç. Dr. Abdulkadir MACİT diğer yazıları