Derviş
Dervişlik özüne hâkim olmaktır Esir-i nefs olan derviş değildir
Derviş; sözlükte fakir, muhtaç ve dilenci/sâil anlamına gelir. Farsça kökenli bir kelime olup der-pîş/kapı önü, der-yüz/kapıya asılan gibi kelimelerden dilimize intikal etmiştir. Derviş kelimesinin çoğulu “dervişân” veya “derâviş” şeklinde yapılır.
Tasavvuf terimi olarak derviş şu gibi anlamlara gelir:
1- Fakir ve muhtaç. Baştan beri sûfiler ve ermişler fakir ve muhtaç sıfatıyla nitelendirilmişler, onlar da bunu iftiharla kabullenmişlerdir. Ayrıca bu vasfın Kur’ân-ı Kerim’de yer aldığını da vurgulamaktan geri kalmamışlardır. Yüce Allah buyurur:
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaç (fakirler)siniz, Allah ise gani/zengin ve övülendir.”(Fâtır, 35/15)“Allah zengin siz ise fakirsiniz.” (Muhammed, 47/38)
Görülüyor ki yüce Allah kendini zengin, insanları ise fakir, olarak niteliyor. Sufiler işte bu nitelemeyi can u gönülden benimseyerek kendilerinin fakir oldukları kanaatine sahip olmuş, bu mana derinleştirilerek fakir olma bilincine ulaşmaya çalışmışlar, fakir olmayı, bir yaşama tarzı, bir meşreb, bir dünya görüşü, bir hal ve bir karakter şekline getirmek için çabalamışlardır. Kur’ân’da ve hadîslerde fakir kelimesiyle ifade edilen kavram daha sonra Farsça bir kelime olan derviş terimiyle dile getirilmiştir.
Dervişlikte Allah’ın mâlikü’l-mülk ve gani/zengin, insanın ise yoksul ve züğürt kabul etmek temel bir ilkedir. Allah Teâlâ “mevlâ”, insanın da “kul” olmasından ötürü insanın sahip olduğu her şeyin gerçek sahibi Hakk Teâlâ’dır. İnsanın kendisinin sahibi ve mâliki de O’dur. Bu duruma göre insan kendine bile mâlik değildir. Derviş bu şuur ve idrâk içinde yaşayan bir kuldur.
2- Derviş, irâdesine ve nefsine hâkim ölçülü, dengeli, disiplinli ve istikrarlı bir hayat süren Hak eridir. Derviş nefsinin arzusuna ve canının isteğine göre değil, Hakk’ın irâdesine göre yaşamayı hedef, rızasını kazanmayı ilke edinir. Bu anlamda o taliptir, mürittir; yani Hakk’ın rızasını talep ve irade eder. Bu husus; “İlâhî! Maksudum Sen’sin, matlubum rızandır.” cümlesiyle dile getirilir.
3- Literatürde derviş mürid anlamına da kullanılmıştır; yani bir şeyhe intisab eden ve bir tarikata giren tâliblere de derviş denilmiştir. Yesevi dervişi veya Ahmed Yesevî’nin dervişi dendiği zaman bu tarikata veya şeyhe mensup olan veyahut şeyhin halifesi olan mürid veya halife akla gelir. Bu anlamdaki derviş kavramı da yine ilk iki hususla sıkı bir şekilde bağlantılıdır. Çünkü bir tâlibin bir tarikata girmesinden veya bir şeyhe bağlanmasından esas maksat gani olan Hak Teâlâ karşısında fakir olduğunun bilincinde olması, davranışlarını ve yaşam tarzını bu bilince göre gerçekleştirmesi, nefsinin arzularına ve canının istediğine göre değil, Hakk’ın irâdesine ve rızasına uygun şekilde hareket etmesidir. Bazen dervişlere “Hak erenler”, “Hak eri”, “merdân-ı Hüdâ”, “ricâlullah” ve “Allah adamı” denmesinin sebebi de budur.
4- Mevlevilik’te çilekeş matbah canlarına ve hücre-nişin müridlere derviş denir. Bektaşilik’te de babalık makamından önceki makamda bulunan kişiye derviş denir.
5- Dervişlikte kılık-kıyafet, saç-sakal birinci derecede önemli ve öncelikli bir husus değildir. Dervişin belli bir kıyafeti yoktur. Kılık-kıyafet, saç-sakal sûret ve şekille ilgili hususlardır. Önemli olan şekil değil hakikat, sûret değil mana, zâhir değil bâtındır. Dervişlik bir meşrep ve bir hayat tarzı olduğundan bir derviş kılık kıyafet, saç-sakal itibariyle sıradan bir kişi gibi olabilir. Şeklen halktan biri gibi olması onun dervişliğine asla zarar vermez. Tersine şekil ve görüntünün öne çıkarılması birçok durumda sakıncalı da olabilir. Hatta sûret ve şekil gerçek dervişliğin önünde aşılması güç bir engel haline de gelebilir. Yunus;
Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil,
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.
derken bu noktaya işaret eder. Demek ki gerçek dervişlik gönül dervişliğidir, hakiki derviş de gönül ehlidir.
Dervişlikte tevazu, isâr, fedakârlık, feragat, diğerkâmlık, yardımseverlik, cömertlik, kendi kendine yeterlik, Allah’tan başkasına muhtaç olmamak, kul hakkına saygı konusunda olabildiği kadar duyarlı olmak, dini görevleri ihlasla ifâ, ahlak ilkelerine samimiyetle bağlılık, insan severlik, adam ayırt etmemek ve hoşgörü esastır.
Sa’dî, Gülistan’da dervişlere ayırdığı bir bölümde şunları yazar:
“Dervişlerin yolu zikir, şükür, hizmet, ibadet, cömertlik, kanaat, tevhid, tevekkül, teslim ve tahammüldür. Bu niteliklere sahip biri pahalı elbiseler de giyse hakikatte ve mana itibariyle derviştir. Ama boşboğaz, beynamaz, hevasına tapan, nefsinin arzuları peşinde koşan, gündüzleri canının isteğini yerine getirmek için geçiren, geceleri gaflet uykusuna yatan önüne konulanı yiyen, ağzına geleni söyleyen bir kimse yırtık pırtık elbiseler de giyse rinddir, yani laubali ve keyif ehlidir.” (Gülistan, s.125, İstanbul 1991)
Dervişlik özüne hâkim olmaktır
Esir-i nefs olan derviş değildir
Aşkı rehber edip Hakk’ı bulmaktır
Keşkül, teber, âsâ, tığ, şiş değildir.
Rıza Tevfik
Yunus’un dediği gibi:
Derviş gönülsüz gerektir, söğene dilsiz gerektir.
Dövene elsiz gerektir, halka beraber gerekmez.
İslâm’da usulüne uygun bir şekilde misillemede bulunmak, yani haksız yere kötü bir muameleye maruz kalan bir kimsenin karşı tarafa misillemede bulunması caizdir. Bu husus, “dişe diş” ve “kısas” sözleriyle ifade edilir. Ancak yüce Allah, bunu meşru kılmakla beraber haksızlığa uğrayan kimseye misillemede bulunmayıp af, sabır, tahammül ve fedakârlık yolunu tutmasını tavsiye ediyor:
“Eğer (haksız olarak) sizi cezalandıran birini cezalandıracaksanız, onu size verdiği cezanın misliyle cezalandırabilirsiniz ama sabrederseniz sabredenler için bu daha hayırlıdır.”(Nahl, 16/126)
“Kötülüğün karşılığı onun misli olan kötülüktür. Fakat affedip barış yolunu tutanın ecri de Allah’a aittir.”(Şura, 42/40)
Misilleme yolunu değil, af yolunu tutmak Allah’ın sıfatıdır. Yüce Allah, kullarının da kendisi gibi affedici olmalarını ister.
Misillemede bulunmak doğrudur ama bundan vazgeçip af yolunu tutmak daha doğrudur ve derviş doğru ve güzel olanı değil daha doğru ve daha güzel olanı hatta en doğru ve en güzel olanı tercih eder. Buna evlâ ve efdal olana göre hareket etmek, denir. Dövene elsiz, sövene dilsiz olmak gerekir, demenin anlamı budur. Bu da kolay bir şey değildir, fakat derviş kolaya değil, zor ve çetin olanı yapmaya taliptir. Daha doğrusu buna talip olmalıdır. Bunu göze alamayan dervişlik yoluna girmemelidir. Çünkü dervişlik yoluna girdiğini sanan ama bu yolun çilesine katlanamayan bir kimse kesinlikle derviş değildir. Derviş olduğunu sanması kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Derviş zor olana taliptir, zor olanı başarandır; zor olanı başarmak için meşakkate katlanan ve çile çeken erdir.
“İyiliğe iyilik herkesin, kötülüğe iyilik er olanın kârıdır.” Derviş bu anlamda erdir.
Esefle söylemek gerekirse dünya, (sözde) dervişleri saçı-sakalı karışık, elbisesi yırtık-pırtık, üstü başı dağınık, derbeder, pejmürde, kirli paslı, avare, işsiz-güçsüz, dilenci, cahil, laubali, kayıtsız, vurdumduymaz, eyyamcı, gününü gün eden, süfli zevklerine düşkün ve keyif ehli kişi tipiyle tanımıştır. Diyar diyar dolaşan, karınlarını doyurmak için kapı kapı gezip dilenen ve kendilerini Allah adamı gibi sunan bu kimselerin ne İslâm’la, ne tasavvufla, ne de dervişlikle ilgileri vardır. Bu tip dilenciler ve derbederler İslâm’dan önce çeşitli toplumlarda görülmüştür. Müslüman toplumlarda da görülmüştür. Müslüman toplumlarda görülen bu tür sözde dervişler söz konusu toplumlarda var olan tiplerin müslüman toplumlarda görülen temsilcileridir, onların devamıdır. “Hıristiyan’ın tembeli kesiş, Müslümanın tembeli derviştir.” “Dervişe, Bağdat’ta pilav var demişler, ‘yalan değilse ırak değil’ demiş” gibi sözlerde ifade edilen ve toplum vicdanında olumsuz bir izlenim bırakan kişiler sözde dervişlerdir, gerçek dervişlikle ilgileri yoktur.
Azizüddin Nesefî şöyle der, “Ey Derviş! Bil ki insan-ı kâmil şeriatı, tarikat ve hakikat itibariyle eksiği olmayan erdir. Diğer bir ifadeyle insan-ı kâmil sözü, işi, huyu güzel olan ârif kişidir. Hz. Peygamber’in sözleri şeriat, işleri tarikat, halleri hakikattir.”
Derviş şer’i bilgileri uygulayıp bunun meyvelerini devşiren bahtiyar ve aydın kişidir.
Bu dervişlik yoluna sıdk ile gelen gelsin
Hakk’tan özge ne ki var gönlünden silen gelsin
Derviş dolu nur doğar her lahza göğe ağar
Ben diyem doğru haber: Canına kıyan gelsin
Ey dervişim diyen kişi gayre gönül verme sakın
Canını aşk odu sanıp nefs oduna urma sakın
Eşrefoğlu Rûmî
Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ diğer yazıları
- 17 Eylul 2013 Risâlet/Peygamberlik
- 25 Mayıs 2013 Sohbet
- 16 Şubat 2013 Gönlün Fethi
- 03 Kasım 2012 Tarikatların Zuhûru
- 11 Ağustos 2012 Tasavvufta Semâ
- 11 Mart 2012 Din-Ahlâk-Hukuk
- 29 Aralık 2011 Ahlâk ve Âdâb
- 05 Ekim 2011 Hz. Mevlana´da Akıl, Nakil, Vahiy İlişkisi
- 28 Haziran 2011 Sûfî Yolunun Genel Esasları
- 15 Nisan 2011 Niyet-Ahlak İlişkisi
- 26 Şubat 2011 Olgun Mü’min
- 25 Aralık 2010 Ahlâk ve Huy Değişir mi?
- 12 Ekim 2010 Ne Zaman Kopacak!
- 08 Ağustos 2010 Mürşid-i Kâmilin Vasıfları
- 22 Temmuz 2010 Ölüm ve Mahiyeti
- 31 Mart 2010 Allah-İnsan Rabıtası