14 Aralık 2024
Din-Ahlâk-Hukuk

işleri dinimiz gibi sağlam, dinleri işlerimiz gibi çürük

İslâm dinî ile ahlâk ve hukuk arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Baştan da söylediğimiz gibi, her ahlâkî kural aynı zamanda bir dinî hükümdür. Manevî ve uhrevî bir sorumluluk ve yükümlülük getirir. Ahlâk kurallarını İslâm’dan ayırmak ve soyutlamak mümkün değildir. Çoğu zaman ibadetlerin gayesi bile belli bir nispette güzel ahlâktır, edep ve terbiyedir, hak hukuk gözetmektir.

İslâm’da, dinî (itikat ve ibadete ilişkin) hükümlerle, ahlâk ve hukuka ilişkin hükümler hep yan yana, hatta iç içe bulunur. Belli bir fiil ve davranış aynı zamanda da hem dinin, hem hukukun, hem de ahlâkın konusu olur. Mesela, herkesin mal ve mülk edinme hakkı vardır. Edinilen mal ve mülk dokunulmazdır. Bu husus hem din, hem ahlâk, hem hukuk kuralıdır. Bir kimsenin edinmiş olduğu bir malı çalmak, dinen günah, haram; ahlâken ayıp; hukuken yasak ve suçtur. Hırsız, Allah katında günahkârdır. Âhirette bunun hesabını ona verecektir. Toplum katında da suçtur. İnsanlar onu ayıplar, kınar, dışlar. Toplumun bir kimseyi ahlâksız, şerefsiz, utanmaz, arlanmaz ve namussuz olarak niteleyip dışlaması, ilişkilerini kesmesi ve onu adam yerine koymaması ahlâkî yaptırımlardır. Müslüman olsun olmasın her toplumda, fertleri ahlâk kurallarına uymaya zorlayan böyle ağır müeyyideler vardır. İslâm, bu müeyyidelere bir de uhrevî müeyyideler ekler. Ahlâksızlık, Allah’ın azabına ve gazabına sebep olur, lanetlenir. Ahlâk kurallarına uyan fertler ise Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanır; âhirette cennette, ebedî olarak mutlu bir şekilde yaşarlar.

Hızsızlık, hukuken suçtur. Hukuk ve ona uygun olarak yapılan kanunlar dünyanın her yerinde hırsızları bir şekilde cezalandırır. Hukukun yaptırımları dünyevîdir. Bunları toplum adına devlet ve mahkeme uygular. Hırsıza, cezayı malı çalınan kişi değil, hâkim verir. Bütün toplumlarda hırsızlık yasaklanmış ve suç sayılmıştır. Ancak, bu suçu işleyenlere öngörülen ceza, toplumdan topluma değiştiği gibi, zamana göre de değişir. Böylece, hukukun da bir değişmeyen bir de değişen yanı ortaya çıkar. Hırsız, Allah, toplum ve hâkim katında suçludur, ceza alması gerekir. Onun için de mahkûm edilir. Çünkü hırsızlık lanetli bir iştir. Hukuk çoğu zaman kısmen veya tamamen bir formaliteden ibarettir. Tabii ve gerçek bir hakkı yansıtmaz, adalete de uymaz. Hukukçular, çoğu zaman şekil, usul ve formel konularda konuşarak meselelere kılıflar üretirler. Hukuk, ahlâka uygun olduğu zaman anlamlı ve değerlidir.

Dinî hükümlerin alanı ve kapsamı, ahlâktan da hukuktan da geniştir. Bu durum itikad ve ibadet sahasında kendini açıkça gösterir. Mesela, iman konularında yanlışı ve ibadet konularında eksiği bulunan bir kimse, her zaman ahlâksız olmaz. Böyle kimseler arasında - bunlar gayr-i Müslim de olsalar- ahlâk kurallarına uyanlar çoktur. Dinî anlamda inancı ve ibadeti olmama veya bozuk olma veyahut da eksik olma hali, her zaman ahlâksızlığı gerektirmediğinden; din, ahlâk ve hukuk ayrı ayrı alanlardır diyoruz. Bununla beraber, aralarındaki sıkı ilişkiye ve bağlantıya da vurgu yapıyoruz.

İslâm-Batı konusunda, “işleri dinimiz gibi sağlam, dinleri işlerimiz gibi çürük” şeklindeki değerlendirmeye ve karşılaştırmaya genellikle katılırız. Bu demektir ki, muharref bir dinin mensuplarının da iyi bir ahlâkı bulunabilir. Hak dinin mensupları da ahlâken kötü durumda bulunabilirler. Çünkü bir yerde ahlâkla din farklı şeylerdir. Ayrı alanlardır, kendilerine özgü bir takım yapıları ve nitelikleri mevcuttur.

Ahlâk, kişiyle-kişi ve kişiyle-toplum arasındaki ilişkileri ve davranış şekillerini düzenler. Toplum ise daima bir değişim süreci yaşamaktadır. Toplumdaki değişim, bütün kültürel değerleri ve sosyal kurumları mutlaka bir şekilde etkiler. Biyo-etik, tıbbi etik bugün, birçok problemlerle karşı karşıyadır. Suni döllenme, tüp bebek, kürtaj, genlere müdahale ve organ nakli, ölümü tespit meselesi ve benzeri pek çok konu, hem dinin, hem ahlâkın, hem de hukukun meselesi haline gelmiş bulunmaktadır. Eskiden, bilinmeyen ve onun için üzerinde durulmayan bu tür konular ve bunların din, ahlâk ve hukuk açısından değerlendirilmeleri, günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Çevre kirliliği, bunun sebep olduğu maddî ve manevî zararlar da böyledir. Kadın hakları, çocuk hakları ve hayvan hakları gibi daha başka birçok meseleyi de buna ilave edebiliriz. Bunun için diyoruz ki; ilimde, teknolojide, sanayide, ekonomide, ulaşım ve iletişim araçlarında… kısaca toplumda meydana gelen değişimler şöyle böyle ama, mutlaka bütün sosyal değerleri, bu arada ahlâkı, bir şekilde etkiler. Bundan kaçınmak mümkün olmadığından, ahlâk konularını ve felsefesini her yönüyle ele alıp irdelemek, tahlil etmek, değerlendirmek ve yorumlamak, böylece, dine uygun, makul, tabii ve fıtrî bir ahlâk anlayışına ulaşmak gerekir.

İslâm’da, ahlâka ne kadar önem verildiğini göstermek için, konuyla ilgili bazı hadislerin tercümelerini veriyoruz:

“İmanı en mükemmel mü’min, ahlâkı en güzel olan mümindir.” (Ebû Dâvûd, Sünen, 4)

“Terazide en ağır basan amel, güzel ahlâktır.” (Tirmizî, Birr, 61)

“İnsana verilen en iyi şey güzel ahlâktır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 278)

“Kişinin asaleti ahlâkıdır.” (Muvatta, Cihâd, 35)

“En hayırlınız, huyu en güzel olanınızdır.” (Buhârî, Edeb, 38, Müslim, Fazâil, 68)

“Din güzel ahlâktır.” (İhyâ, III, 48)

“Allah’ın yarattığı en muazzam şey, güzel ahlâktır.” (İhyâ, III, 49)

“Güneş karı erittiği gibi, güzel ahlâk da hataları eritip siler.” (İhyâ, III, 50)

“Kul, ibadetçe zayıf olduğu halde güzel ahlâkı sayesinde âhirette yüksek mertebeler kazanır.” (İhyâ, III, 50)

“Güzel ahlâk uğurdur.” (İhyâ, III. 50)

“Güzel ahlâklı olması, kişinin mutluluğudur.” (İhyâ, III, 50)

“Hz. Peygamber, insanların en güzel ahlâklı olanı idi.” (Buhârî, Edeb, 112)

Ahlâkı, Kur’ân ahlâkı idi. Fazileti esas alan ahlâkı tamamlamak için Allah tarafından gönderilmişti.

Hz. Peygamber’in duaları:

“Allah’ım! Kötü huydan sana sığınırım.” (Ebu Davud, Vitir, 32)

“Allah’ım beni kötü huy ve davranışlardan koru!” (Nesai, İftitah, 16)

“Allah’ım bana en güzel huylara sahip olmayı nasib et!” (Müslim, Müsafirin, 204)

Âmin...


Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ diğer yazıları