Niyet-Ahlak İlişkisi

ameller niyetlere göredir...

 Ahlâk meselesini daha iyi anlamak için, ahlâk kanunu ve kaidesi dediğimiz, ahlâki hükümlerin kapsamına bakmak gerekmektedir. Ahlâk ilkeleri, mutlak ve katidir ama aynı zamanda külli/tümel olan bu ilkelerin, bir takım istisnaları da vardır. Bu ilkelerin, her toplumda, her yerde ve her zamanda geçerli olabilmeleri, esnek olmalarıyla kabildir. Her toplum, bu ilkeleri kendi kültürüne uydurur. Zaten, bu ilkeler, her çeşit topluma ve onların kültürlerine uyum sağlamaya elverişlidir. Ahlâk ilkelerinin kapsamı konusunu şu misalle açıklamakta fayda vardır:

Doğru konuşmak, doğru olmak bir ahlâk ilkesidir. Allah bize, doğru olunuz, diye emir verir ve bunun zıddı olan yalancılığı yasaklar. Acaba, mutlak ve kati dediğimiz bu ilkenin istisnaları yok mudur? Eğer varsa, o istisnalar, onu kayıtlamaz ve sınırlandırmaz mı?

a) Bir hadiste, “Harp hiledir.” (Buhari, Cihad/157, Müslim, 18) buyrulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s), Nuaym b. Mesud’a, Hendek Savaşı’nda ittifak kuran düşman birlikleri arasında propaganda yapmak ve aralarında ikilik çıkarmak için izin vermişti. Dünyada, savaş halinde olan bütün ordular ve komutanları, karşı tarafı yanlış bilgi vererek yanıltmak, aralarında ikilik çıkarmak isterler. Bunu yapmayan hiç bir toplum yoktur. Bu ve benzeri durumlarda yalan ve asılsız haberler yayarak, karşı tarafın moralini bozmak ve düşmanı gafil avlamak veya pusuya düşürmek, öteden beri kullanılan taktikler ve savaş hileleridir. Bu durum, çok seyrek görülen bir şey de değildir. Rekabet ortamlarında bile bu tür hususlara rastlanır. Satranç gibi oyunlar, karşı tarafı kandırma esası üzerine kuruludur.

b) Hz. Peygamber, “İki kişinin arasını bulan, yalan da söylese yalancı değildir.”, buyuruyor. (Tirmizi, Birr/26, Ebu Davud, Edeb/50; Buhari, Sulh/2; Müslim, Birr/101) Kavga eden iki kişiyi barıştırmak ve dargın karı-kocanın arasını bulmak için yalana cevaz verilmiştir. (Tirmizi, Birr/26) Gazali, yalan söylemenin bazen mübah, bazen vacip/farz olabileceğini söyler. (İhya, III, 134) Şeyh Sa’di; “Ortalığı yatıştıran yalan, fitne çıkaran doğrudan iyidir.” der.

İşte doğruluk böylece yalanla sınırlanıyor. Sonuçta, mutlak ve kati bir ilke olmaktan, bir bakıma çıkıyor, nispi ve izafi bir ahlâk ilkesi haline geliyor.

İlke olarak haram olan adam öldürme (cihad) ve başkasının malını zorla elinden alma (ganimet), savaş halinde caiz, hatta sevap oluyor. Bütün ahlâk ilkelerinde bu tür hususları görmek mümkündür.

Yüce Allah’ın sıfatları bile böyledir. O rahman ve rahimdir. Rahmet ve merhamet sahibidir; ama aynı zamanda azap ve gazap eder. “Rahmetim, gazabımı geçti.” kutsi hadisi, daha çok olan rahmeti, gazabın sınırladığını ifade ediyor. “O kimini aziz, kimini zelil kılar.” (muiz ve müzil). Yani, izzet ve zillet birbirini sınırlar. Affedici ve cezalandırıcı oluşu da öyle... Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanma esas olduğuna göre, ahlâk ilkelerinin kulda da mutlak değil, mukayye olacağı aşikârdır (bk. İbn Arabî, el-Fütuhatu’l-Mekkiyye, Kahire, 1293, II, 319-21).

İfrat ve tefrit de ahlâk ilkelerini sınırlar. Cömertlik, cimriliğe varmayan tutumluluk (iktisat, kanaat) israfa varmayan eli açık olmaktır. Cimrilik ve israf cömertliğin iki sınırıdır. Ahlâkta ölçülü olmak önemlidir; ama ölçülülük sınırlanmayı beraberinde getirir.

Doğru ve iyi dediğimiz ahlâk ilkeleri acaba, haddizatında ve özü itibariyle güzel midir? Yoksa Allah bunlara uyulmasını emrettiği için mi güzeldir? Meselesinde, Mutezile birinci şıkkı, Eş’ariler ikinci şıkkı savunmuştur. Mutezile, ahlâk ilkeleri, özünde ve aklen güzel olduğu için Allah bunlara uyulmasını emretmiştir (rasyonel etik) derken, Eş’ariler; “Allah bunlara uyulmasını emrettiği için ve şer’an güzeldir” (etik görecelik), tezini savunmuştur (bk. Gazali, el-İktisad fi’l-i’tikad, Kahire, 1962, s. 85)

Hz. Peygamber, “Ameller niyetlere göredir.” buyurur. Buna göre ahlâki davranışlar değerini niyetten alır. Niyetin ve maksadın, iyi veya kötü oluşuna göre, bir amel aynı zamanda hem iyi ve doğru, hem kötü ve yanlış olabilir. Hüsnü niyet önemlidir. Niyet ise sübjektif bir şeydir. Bu da ahlâk ilkelerinin değerini izafi hale getirir.

Bununla beraber ahlâk ilkeleri, dini açıdan kesin ve güvenilirdir. Çünkü iyi niyet ve bu ilkelere kayıtsız şartsız inanılması, onları kesin ve güvenilir hale getirir. Ahlâk duygusunun ve bilincinin fıtri ve cibilli/tabii oluşu da bu durumu pekiştirir.


Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ diğer yazıları