Tasavvufta Semâ
Sûfîler sohbet ve zikir için bir araya geldiklerinde Allah sevgisi ve aşkı olan şiirler ve ilâhîler okunurdu.
İşitme ve dinleme anlamına gelen semâ‘; tasavvufta, güzel sesle okunan Kur’ân’ı ve dinî konularla ilgili şiirleri dinleme anlamına gelir. İlk sûfîlerden itibaren güzel sesle Kur’ân ve teması din olan şiirlerin okunmasına, bu tarzda okunan Kur’ân-ı Kerim’i ve bu nitelikteki şiirleri dinlemeye büyük önem verilmiştir. Burada güzel sesten maksat; kulağa hoş gelen, insanın hoşuna giden ahenkli, tenasüplü ve ölçülü seslerdir. Ahenkli ve hoş nağmelerle terennüm edilen Kur’ân-ı Kerim’den manevî ve derunî bir haz alındığından Hz. Peygamber:
“Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz.” buyurmuş, Ebu Musa el-Eş’ârî’nin güzel sesiyle tilavet ettiği Kur’ân’ı manevî bir hazla dinlemişti.
Dînî konularda yazılan şiirlerin bestelenip okunması ve okunan bu tür şiirlerin dinlenmesi de insan ruhunu etkiler. Bütün dinler kutsal metinlerin terennüm edilmesine önem vermişlerdir. Hz. Davud bu yönüyle ilâhî okuyan ve dinleyenlere örnek olmuştur.
Ölçülü ve âhenkli sesleri genellikle ölçülü ve âhenkli hareketler izler. Bu nitelikteki hareketlere devr, deverân, hareket, raks ve semâ‘ gibi isimler verilmiştir. Semâ‘ hem işitme ve dinleme hem de dinlenen âhenkli ve hoş sadanın tesiriyle hareket ve raks etme anlamında kullanılmıştır. Genellikle dervişler döne döne raks ettiklerinden de semâ‘a “devir ve deveran” (dönmek) da denilmiştir. O yapılan yere de “Semâhane” denilir.
Sûfîler sohbet ve zikir için bir araya geldiklerinde sohbet edilir, yapılan nasihatler dinlenir, bu arada konusu Allah sevgisi ve aşkı olan şiirler ve ilâhîler okunurdu. Kavval ve goyende denilen güzel sesli kişiler tarafından terennüm edilen şiirleri ve okunan ilâhîleri büyük bir zevkle dinleyen dervişler duygulanır, heyecanlanır, galeyana gelir, coşar, vecde kapılır gayri ihtiyari yerlerinden fırlar dönmeye başlarlardı. Dönme, derviş sakinleşinceye kadar sürerdi. Dervişlerin ferdî olarak da toplu olarak da döndükleri olurdu. Bazen dönen derviş üstündeki hırkayı atar, bu hırka kapanın elinde kalır, bazen da hırka parçalara ayrılarak dervişlere dağıtılır ve bu parçalar teberrüken muhafaza edilirdi. Buna tarh-ı hırka/remy-i hırka, temzik-ı hırka denirdi. Kuşeyri, Risale isimli eserinde bu tarzdaki sema ve hırka atma konusunda bilgi verir. Mevlâna’nın yapmış olduğu semâ‘ işte bu geleneğin devamıdır.
Mevlanâ, Şems-i Tebrizî ile tanışmadan önce zâhidâne bir hayat yaşıyor, sema ile ilgilenmiyordu. Şems ile tanışıp onun etkisine girdikten sonra yanıp tutuşan ve coşup taşan Hz. Mevlâna, mutrib ve goyendelerin güzel sesleriyle okudukları şiirleri ve ilâhîleri büyük bir derûnî-manevî hazla dinliyor, bazı hallerde coşuyor ve gayr-i ihtiyarî olarak kalkıp dönmeye başlıyordu. Salahaddin-i Zerkûb adlı kuyumcunun önünden geçerken çekiç seslerinin âhengine kendini kaptırmış, coşmuş, öğleden ikindiye kadar semâ‘ etmiş ve şiir okumuştur.
Çeşitli vesilelerle coşan ve vecde gelen Mevlâna bazen tek başına döne döne semâ‘ ediyor, semâ‘ ederken şiirler söylüyor, bazen da çevresindeki dostları ve müritleri de bu hususta ona eşlik ediyordu. Semâ‘ için belirlenen belli bir zaman, mekân ve ortam yoktu. Ne zaman içinden gelse, etkilense, duygulansa ve galeyana gelse kalkıp semâ‘ ediyor, çoğu zaman semâ‘ esnasında şiir de inşâd ediyordu. Oğlu Sultan Veled ve Emir Arif Çelebi döneminde de devam eden bu semâ‘ anlayışı daha sonraki dönemlerde belli bir düzene girmeye başlamış, aldığı son şekle de mukabele denilmiştir. Mukabele asırlar boyu sürdürülen bir Mevlevî zikri veya âyîni/ritüelidir. Bugün izlemekte olduğumuz semâ‘ Mevlâna’dan epey sonra bu şekli almıştır.
Mevlâna gerek Mesnevî’de gerekse Divân’ında semâ‘ın önemini belirtir, hatta Mesnevî’sine,
Bişnev ez ney/ Dinle neyden
Pes gıda-yı âşıkân âmed semâ‘
Ki-derû bâşed hayal-i ictimâ / Semâ‘ âşıkların ruhları için gıdadır. Zira onda Hakk’la beraber olma tasavvur edilir) cümlesiyle başlar.
Semâ‘ esnasında okunmak üzere çeşitli makamlarda bestelenen mevlevî ilâhîlerine “âyin” bunları okuyana “âyin-hân” denir. Söz konusu bestelerin güfteleri çoğu zaman Mevlânâ’nın gazel ve rubailerinden seçilir. Bu anlamda Mevlevîlikte pek çok âyinler/ilâhîler vardır.
Niyâz mukabelesinde okunan niyaz âyini/ilâhîsi şöyle başlar:
Şem-i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm
Evrâk-ı dili âteş-i sûzâna düşürdüm
Bir katre iken kendümi ummana düşürdüm
Hayfâ yolumu vâdi-i hicrâna düşürdüm.
Takrir edemem derd-i derûnum elemim var
Mevlâ’yı seversen beni söyletme gamım var.
Mevlevîlikte semâ‘ın benzerlerine Halvetîlik, Kâdirîlik, Rufaîlik, Sühreverdîlik, Celvetîlik gibi tarikatlarda da rastlanır ve bu tarikatlarda buna daha çok devr veya deverân denir. Melâmet ehli ve Nakşibendiyye gibi hafî zikri tercih eden bazı tarikatlar, tasavvufî ve manevî hayatlarında semâ‘a ve deverâna yer vermezler.
Her semâ‘ sanma kim şeytânîdir
Bil semâ‘ı ehl-i dil Rahmânî’dir
Şeyh Sinan
Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ diğer yazıları
- 06 Kasım 2014 Derviş
- 17 Eylul 2013 Risâlet/Peygamberlik
- 25 Mayıs 2013 Sohbet
- 16 Şubat 2013 Gönlün Fethi
- 03 Kasım 2012 Tarikatların Zuhûru
- 11 Mart 2012 Din-Ahlâk-Hukuk
- 29 Aralık 2011 Ahlâk ve Âdâb
- 05 Ekim 2011 Hz. Mevlana´da Akıl, Nakil, Vahiy İlişkisi
- 28 Haziran 2011 Sûfî Yolunun Genel Esasları
- 15 Nisan 2011 Niyet-Ahlak İlişkisi
- 26 Şubat 2011 Olgun Mü’min
- 25 Aralık 2010 Ahlâk ve Huy Değişir mi?
- 12 Ekim 2010 Ne Zaman Kopacak!
- 08 Ağustos 2010 Mürşid-i Kâmilin Vasıfları
- 22 Temmuz 2010 Ölüm ve Mahiyeti
- 31 Mart 2010 Allah-İnsan Rabıtası