Gönlün Fethi
Allah’ın insanlara açtığı bir rahmeti kimse engelleyemez. (Fatır, 35/2)
Açmak anlamına gelen fetih/feth kelimesi tasavvufta çok değişik anlamlarda kullanılmıştır.
Allah Teâlâ buyurur:
“Allah’ın insanlara açtığı bir rahmeti kimse engelleyemez.” (Fatır, 35/2) Hakk Teâlâ kuluna bir rahmet ve nimet kapısı açarsa kimse o kapıyı kapatamaz. Bu ayette geçen “açmak” (feth) ifadesi tüm maddî ve manevî lütufları ve nimetleri kapsar.
“And olsun ki ağacın altında sana biat eden ve bağlılıklarını bildiren mü’minlerden Allah razı olmuştur. Kalplerinde olanı bildiğinden kendilerine güven duygusu vermiş ve pek yakın bir fetihle onları ödüllendirmiştir.” (Fetih, 48/18) Bu ayette güven duygusu anlamına gelen sekinetten söz edildikten sonra yakın bir fetih müjdesi verilmiştir. Bu Mekke’nin fethidir ama aynı zamanda insanların, özellikle de mü’minlerin kalplerinin fethidir.
Kur’ân-ı Kerim semalardan bahseder. Semalar meleklerin ve Hakk dostu olan enbiya ve evliyanın ruhlarının vatanıdır. Allah’a yakın olmak isteyen her mü’min buralara yükselmeyi arzular. Çünkü iyilerin ve ermişlerin yurdu orasıdır. Oradakiler Allah Teâlâ’nın nimetine ve rahmetine daha yakındırlar. Yeryüzündeki insanlara Hak Teâlâ’nın rahmeti oralardan iner. Bunun için mü’minler dua ederken ellerini semaya açar O’nun rahmet ve lütfunu niyaz ederler. Dua edene semanın kapısı, rahmet kapısı açılır, İlahi lütuflar ve ihsanlar iner. “Eğer o beldelerin halkı inansalar ve saygılı olsalardı elbette ki onlara semadan ve yerden bereket kapıları açardık.” (A’râf, 7/69)
Allah Teâlâ imkân ve fırsat verenlerin, hayır ve mutluluk kapısı açanların en hayırlısı olduğundan ona: “Hayru’l-fâtihîn” (A’râf, 7/89), yani kapıyı açanların en hayırlısı, “Fettâhu’l-alîm” (Sebe, 34/26) yani kapı açan ve bilen denilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden biri de fettâhtır.
Gazzâli bu konuda der ki: “Fettâh; yani inayetiyle bütün kapalı ve kilitli kapıları açan, hidayetiyle her müşkili halleden O’dur. Bazen, peygamberleri beldeleri fethetmeye muvaffak kılarak buralardaki düşmanlarının egemenliğini sona erdirir. Bazen de velilerinin kalplerinden perdeyi kaldırıp onlara semanın melekûtunu gösterip: “Allah’ın insanlar için açtığı rahmeti, kimse engelleyemez” (Fâtır, 35/2) der. Gaybı ve rızkın anahtarları (miftâh) onun elinde olduğundan O fettâhtır, kapı açanların en hayırlısıdır. Kulun fettâh ism-i şerifinden nasip alması için çok hararetli ve pek istekli olması lazımdır ki ilahi sırlar ona açılsın. Fettâh isminden esinlenerek halkın anlamakta zorlandıkları dünya ve din işleriyle ilgili hususları anlama imkânına ersin.” (Gazzalî, el-Maksadu’l-Esmâ, 58)
Darda kalan bir insan için en iyi şey bir imkân ve fırsat kapısının açılması, bir çıkış yolunun bulunmasıdır. Semaların kapısını durmadan çalınız, er geç bu kapı mutlaka açılır. Allah ümitsizliğe düşmeden sürekli kapısının çalınmasını ister. Darda kalana çıkış kapısını gösteren ve bu kapıyı açan Mevla olduğu için bir mü’min:
“Ya Müfettihel-ebvâb Fettih lenâ hayre’l-bâb / Ey kapıları açan! Bize hayırlı bir kapı aç” diye dua eder.
Sıkıntıda kalan bir kimse için en zor ve dayanılmaz şey kapıların yüzüne kapanmasıdır. Bu, ebedî bedbahtlık alametidir. “Ayetlerimize yalan deyip büyüklenenlere semanın kapıları
açılmaz, onlar cennete giremez.” (A’râf, 7/40), “Onlara cehennemin kapıları açılır.” (Zümer, 73/71), (Mü’minûn, 33/77) buyuruyor Yüce Mevlâmız. Açmaza girenler bunlardır.
Dua ve kulluk etmek, niyazda bulunmak, rahmet ve nimet kapılarını açan anahtardır. Zâlimin duası, zulmettiği ve haksızlıkları telafi etmediği sürece semanın kapısını açmaz. Mazlumun duasına ise semaların kapıları açıktır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 45)
Bir mü’minin yüzüne şu veya bu sebeple bir kapı kapanabilir. Bu durumda onun ümitsizliğe düşmemesi gerekir. Çünkü Allah bir kapıyı kapatınca diğerini açar. Hatta bir kapı kapatınca on kapı açar.
Göklerin kapıları her zaman, ama en çok Kadir gecesi açılır. Onun için bu gece ihlasla dua ve ibadet edilir.
Feth, açmak demektir. Açmak, bir başlangıç anlamına gelir. Bir ev, onun kapısını açmakla bilinmeye başlar. Kapı açılmadan ev ve evde olan şeyler bilinemez.
Fatiha suresi, Kur’ân’ın başlangıcı olduğu için bu ismi almıştır. Ve çok önemlidir.
Önemli olan her işe ve söze Allah’ın adıyla, besmele ile başlanır. Besmelesiz iş sonuç vermez. (Ahmed b. Hanbel, II, 259) Besmele her işin Fatiha’sı ve anahtarıdır.
Tevbe kapısı daima açıktır. Allah bu kapıyı hiç kapatmaz.
Feth, fatiha, iftitah, fütûh ve fütûhât kelimeleri önemli tasavvufi terimlerdir. Hakk Teâlâ’nın kulunun kalbini yani kalp gözünü açması, kalbi açılan insanın mana âlemindeki şeyleri görmesi önemlidir. Feth, Allah Teâlâ’nın kuluna bilgi vermesi, önünü aydınlatması, ruhunu nurlandırması ve yolunu açmasıdır. Bundan dolayı tasavvufa “İlm-i fütûh” (bk. Serrac, Luma 37) denilmiştir.
İbn Arabî feth (ilham) yoluyla aldığı bilgileri topladığı ünlü eserine el-Fütûhat adını vermiş, feth kavramını açıklamak için bu eserde ayrı bir bölüm ayırmıştır. (II, 665) İbn Arabî üç çeşit fetihten söz eder:
a) İfadenin fethi: Allah bir kuluna özlü ve anlam yüklü söz söyleme gücünü verirse buna ifadenin fethi denir. Nitekim Hz. Peygamber: “Bana veciz söz söyleme yeteneği verildi.” buyurmuştur. Buna “Dilin açılması” denir. Dili açılan veli nazım ve nesir halinde özlü, anlamlı, etkili, duygulu ve içli sözler söyler. Buna: “kudret dili”, “kuşdili” de denir. Bu mertebeye ermek için kalbin temiz, niyetin hâlis, maksadın meşru olması şarttır. Güzel hitabet ve üslup Allah’ın en büyük lütfudur.
b) Allah Teâlâ kulunun içine manevî bir haz ve lezzet verir. Bunun sebebi Hakk Teâlâ’nın o kulunu lütuflarıyla kendine cezb ve celb etmesidir. Bu cezbenin bâtında meydana getirdiği manevî hazza ve ruhî zevke “Bâtında halavetin fethi” denir.
c) Allah Teâlâ kuluna: “Temaş halini” bahşederse buna mükaşefe fethi adı verilir. Bunun şartı da Hakk’la (Hakk’ı) tanımaktır.
Abdurrezzak Kaşanî fütûhu şöyle tarif eder: Allah Teâlâ’nın kuluna kapalı ve kilitli olan kapıları açıp ona rızk, ibadet, ilim, marifet ve keşif gibi maddî ve manevî nimetler ihsan etmesidir.
Görülüyor ki; madde âleminde bulunan insan mana âlemine açılma özlemi içindedir, suflî âlemden ulvî âleme yükselme arzusundadır. Yeni ufuklara açılmanın ve ulaşmanın belli yolları ve yöntemleri vardır. Bu yükseliş ve açılım aşama aşama gerçekleşir. Önce beden, sona kalp, sonra ruh, sonra sır menzillerini aşmak gerekir. Yeni bir menzile yeni bir açılımla ulaşılır. Bir ufka ulaşan sâlik buradan daha ileride yeni bir ufuk görür ve oraya kanat açar. O ufkun kapıları kendisine açılırsa oradan yeni bir ufka açılır. Böylece ermeye ve olmaya
çalışır. Hz. Peygamber Miraç gecesi böyle bir açılım gerçekleştirmişti. Birinci semadan Zat-ı izzet’e varıncaya kadar bütün semaların kapıları kendisine açılmış, kapısı açılan her semada sevinçle karşılanmıştı.
Mü’minin miracı namazdır. Secde eden kul Allah’a yaklaşır. Kulun Allah’a en yakın olduğu an secdede olduğu zamandır. Onun için Hz. Peygamber’in Miraç’ta gerçekleştirdiği açılımı kul namazda gerçekleştirir.
Bir mü’min yeni ufuklara açılmak zorundadır. Yeni ufuklara açılmanın önündeki en büyük engel kişinin kendisi ve benliğidir. En zor şey mü’minin kendisini (nefsini) aşmasıdır. Nefsini aşan kişi yeni ufuklara kolay açılır.
İnsanın mevcut bilgilerini, düşüncelerini, algılarını, duygularını ve bilinç hallerini tedrici bir şekilde aşması adım adım yeni ufuklara açılması, yeni bir varlığa ulaşmak için varlığından geçmesidir. İnsana özgü esas varlık o zaman kazanılır, olgun ergin ve erdemli insan olmanın hazzı o zaman tadılır.
Evrensel kural içine kapanma, kabuğuna çekilme değil, dışa açılma ve kabuğu çatlatıp gelişmedir. Toprağa atılan bir tohum, bir çekirdek kabuğunu çatlattığı zaman gelişme ve ilerleme sürecine girer. Tomurcuk açılıp çiçek olduğu zaman, doğal yönde gelişmeye başlar. Civcivin yumurtadan çıkması da böyledir.
İnsanın kalbi, zihni ve ruhu da öyledir. Meyve vermesi ve kemale ulaşması, sonuç olarak da mutlu olması için mutlaka kabuğunu kırması ve dışa açılması, kendini aşarak mutlak varlığa erme istikametinde bir açılım yapması şarttır. Büyük insanlar ve Hakk erenler bunu başarabilenlerdir. Başaramayanlar cılk olurlar.
Hz. Peygamber’in (s.a.v), daha sonra halifelerinin ve müslüman hükümdarlarının yeryüzünde gerçekleştirdikleri futuhât iç âlemdeki fetihlerin dışa yansımasıdır. Onun içindir ki gittikleri yere adalet götürmüşler, insanlara merhamet ve şefkatle muamele yapmışlar, her çeşit cemaate ve kavme geniş bir hürriyet tanımışlar, hoşgörü göstermişlerdir. Başka türlü i‘lây-ı kelimetullahın ne yolu ne de anlamı vardır.
Fâtih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethini bu bağlamda düşünmek gerekir. Fatih’in babası Sultan Murad Han âdil, dürüst, merhametli, dindar ve bilge bir kişi idi. Oğlu şehzade Mehmet’i özenle yetiştirdi. Şehzade daha çocukken Hacı Bayram-ı Velî’nin duasını aldı, Sultan olunca Akşemseddin’in himmetini yüreğinde hissetti.
Molla Güranî, Molla Hüsrev, Hızır bey, Hocazâde, Molla Yegan ve Ali Kuşçu gibi ilim ve fikir adamlarını çevresine topladı. Hatta Avrupalı bilginlere ve sanatkârlara bile ilgi duydu. Böylesi geniş bir fikir dünyasına ve engin bir gönül âlemine sahipti. Velîler tarafından gönlü feth edilen ve kalbine sevgi doldurulan Fatih’in İstanbul’u feth etmesi bu sebeple yeni bir çağın başlangıcı olmuştu.
Toplumu oluşturan fertlerin huzur ve güven içinde hürriyetlerini en geniş şekilde kullanarak yaşamaları, yükselmeleri ilerlemeleri, güçlenmeleri ve ergin hale gelebilmeleri önce gönüllerin fethiyle başlayan manevî hâkimiyeti dışa vurmasıyla mümkün olur. Bugün bile imrenilen ve özlemi çekilen Osmanlı hoşgörüsü söz konusu gönül fethinin ürünüdür.
Yönetici sınıfın ve aydın kesimin kendi halkını baskı altında tutarak ve ezerek ulaşabileceği yegâne sonuç hüsrandır, ıstıraptır, gözyaşıdır, içtimaî buhrandır. Buna karşı olanların ellerindeki silah ise adalet, eşitlik, sevgi, bilgi, merhamet ve hoşgörüdür. Hasımlarına karşı Fatih’in elindeki en etkili silah bu idi ve bu silah bugün de etkilidir.
Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ diğer yazıları
- 06 Kasım 2014 Derviş
- 17 Eylul 2013 Risâlet/Peygamberlik
- 25 Mayıs 2013 Sohbet
- 03 Kasım 2012 Tarikatların Zuhûru
- 11 Ağustos 2012 Tasavvufta Semâ
- 11 Mart 2012 Din-Ahlâk-Hukuk
- 29 Aralık 2011 Ahlâk ve Âdâb
- 05 Ekim 2011 Hz. Mevlana´da Akıl, Nakil, Vahiy İlişkisi
- 28 Haziran 2011 Sûfî Yolunun Genel Esasları
- 15 Nisan 2011 Niyet-Ahlak İlişkisi
- 26 Şubat 2011 Olgun Mü’min
- 25 Aralık 2010 Ahlâk ve Huy Değişir mi?
- 12 Ekim 2010 Ne Zaman Kopacak!
- 08 Ağustos 2010 Mürşid-i Kâmilin Vasıfları
- 22 Temmuz 2010 Ölüm ve Mahiyeti
- 31 Mart 2010 Allah-İnsan Rabıtası