Gizli Özne

Kelime-i tevhid veya kelime-i şirk, cümlelerin ve hayatların ontolojisini inşa eder. İlk insandan bu yana kavganın asıl sebebi tevhide karşı olan şirk kökenli cümleler ve yaşamlardır.

Hayatımızı kelimelerimiz kurtarır ya da sonlandırır. Kelimelerden cümleler oluştuğu gibi hayatlar da oluşur. O halde yaşamamız cümle kurmak kadar kolay ya da zordur. Bir cümle kurmak ne kadar zor olabilirdi?

Kelime-i tevhid veya kelime-i şirk, cümlelerin ve hayatların ontolojisini inşa eder. İlk insandan bu yana kavganın asıl sebebi tevhide karşı olan şirk kökenli cümleler ve yaşamlardır. Şirk, bir cümleye veya bir yaşama “kendisinden başka özne olmayan Özne” ile beraber başka özneler de katmaktır. Tek ve eşsiz bir Özne yerine, gerçek olmayan birçok sahte özneler yerleştirmektir. Yaşamımızdaki tekil Özne’yi keşfedebilmemiz içinse önce O’nu tanımamız gerekir.

Kendisinden başka özne olmayan Hak, koruyucu ve affedici olduğundan varlıkların özü sevgidir. Ve, kendisinden başka özne olmadığı için övgü yalnız O’na mahsustur. Özne bir, varlıkları oluşturan fiiller ve isimler sonsuzdur. Sonradan var oldukları için varlıklar zorunlu olarak acziyet içindedirler ve Özne’den başka yönelebilecekleri hiçbir vecih yoktur. Yollar ve yönelişler nihayetinde Özne’ye doğrudur. Bunun idraki ise marifettir. Fiiller ve isimlerin özne oldukları zannından kurtulmak, Özne’nin iradesine uyum ile gerçekleşir. Bu ise marifet ehline has usuldür. Hissettiğimiz bu şehadet âleminin var olması, değişmesi ve kaybolması tek bir öznenin isim ve fiillerinin yansımalarıdır. Yansımalarda gerçek manada tekilliği görmekse dünyada eser miktarda insana nasip olmuştur. O istisnalardan biri olan İbn Arabî (k.s) Kitabü’t Tecelliyat isimli eserindeki bir babta, Şiblî (k.s) ile manevi buluşmasından bahseder:

“Muvahhidin (birleyenin) her yönden halife olması mümkün değildir. Zira halife dünya yükünü taşımakla memurdur. Vahid (bir) ise mutlak zahirdir, başka varlık için boşluk bırakmaz. Bu makamda Şiblî’ye dedim ki: Ey Şiblî! Tevhid birleştirir, hilafet ayırır. Muvahhid tevhidde hazır iken halife olamaz. O da bana dedi ki: Bu bir görüştür. Bu iki makamdan hangisi muhkemdir? Ben de: Halife halifeliğe mahkumdur. Tevhid ise esastır, dedim. Bana: Bunun bir işareti var mı? dedi. Ben de: Sen söyle, dedim. O: Hiçbir şey bilmemek, hiçbir şey istememek ve hiçbir şey yapmamak. Öyle ki, ondan el ve ayağını ayırt etmesi istense, bilmez. Yediği şey sorulsa, yerken yediğini bilmez. Hatta lokmayı ağzına götürmek istese, takatsizlikten dolayı bunu yapamaz, dedi. Onu (tasdik ederek) muhabbetle kucakladım ve oradan uzaklaştım.”

Muvahhid, Kenz-i Mahfî’yi keşfedince lâ mevcûde illâ Hû demekten kendini alamaz. Zira, tek bir kelimelik “Kün!” cümlesinin gizli öznesi ile iletişime geçmiştir. Yûnus’un (k.s) deyimiyle Sultân ile bilişmiştir. O der ki;

 

“Bu şarın Sultânı var, Cümleye ihsânı var,
Sultân ile bilişen, Yok iken vara benzer.”

 

Hakka mutlak manada ittiba neredeyse imkansız gibi görünse de hakikatte ona tabi olmadan hayat sürmek imkansızdır. Tasavvufî ekoller insanı bu bilinç seviyesine yükseltmek gayesiyle doğmuştu. Ârifler başka hiç bir şeye yer bırakmayan ilahî hükümranlığa muttali oldukları vakit “Bana (yapacak) ne kaldı ki” derler. Avam için Hak nasıl gayb ise onlar için de halk gaybtır. Kendilerinde ve dışındakilerde Haktan gayrısını müşahede edemezler. “Kuddise sırruh” onlar için söylenir.

Hak ile beraber bir başka gerçek daha yoktur. Yaşamımızın esas öznesi ben, sen, o, biz, siz, onlar olduğu sürece cümlelerimiz gizli şirkten kurtulamaz. İslam tevhid dinidir. Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) duası, yaşamın hakikî öznesini bulmak ve tevhid eri olmak isteyenler için çok güzel bir örnektir;

“Yâ Rabb! Beni bende öldür, Sende dirilt.”


Fehmi YILMAZ diğer yazıları