Divan

Dîvân-ı Kebîr’den /Mevlânâ (k.s)

Dîvân-ı Kebîr’den /Mevlânâ (k.s)

Biz aşk susuzlarıyız, istek testilerimizi aldık, sana geldik, bize su ver!

Biz aşk susuzlarıyız, istek testilerimizi aldık, sana geldik, bize su ver!      (c.I, 180)

• Ey sevgili, sen âb-ı hayatsın, sen manalar denizisin; biz susamışlar sana geldik, bize su ver!

• Biz istek testilerini aldık, sana geldik, ey ikinci Hızır, bize su ver, testilerimizi doldur!

• Ey can deryası, bizim balık gibi olan canlarımız seni istiyor. Denizden ayrı düşen balık yaşayabilir mi? Bize acı, bizi suya kandır!

• Biz, ayrılık yollarına düştük, çok sıkıntılara katlandık, sonunda sana kavuştuk, yol armağanı olarak sana zavallılığımızı, acizliğimizi getirdik, biz susuzuz bize su ver!

• Aşk yolunda zavallı akıl, şüphelere, vesveselere düştü. Sen şüphelerden vesveselerden de üstünsün, bize su ver, bizi kurtar!

• Aklı yarım olan, senin aşkınla ne yapar? Seni gereği gibi sevmemiz için o aklı da bizden al! Çünkü sen, akıllıların deliliğisin, bize su ver! Bizim aşk susuzluğumuzu gider.

 

Allah’ı seven, O’na candan bağlanan yok olmaz.         (c.I, 185)

• Uzun zamandan beri, yukarılardan toprağımıza damla damla öyle bir şarap döktü ki, toprağımızın her zerresi feryat etmeğe başladı.

• Göğsümüz yarıldı, açıldı, oraya ilahî nur doldu. Gönül de dile geldi. Aşktan bahsetmeye başladı. Hakk’ın mana kadehi ile aşıklarına sunulan şarap, tortularından ayrıldı, şişe içinde saf bir hale geldi.

• Hakîkat çiçekleri açıldı, kem gözler görmez oldu. Gayret aşka geldi de bana; “Ağzını yalama da şarap içmeğe başla!” dedi.

• Ey can, görünür görünmez canımı da, gönlümü de kaptın, aldın. Senin aşkına karşı, benim canımın da, gönlümün de değeri yoktu. Ama, sen onları kapıp aldığın için, şimdi onlar da kirlendi.

• Sen öyle mübarek bir varlıksın ki, bulutun yeşillikler yağdırır, cevrin, ıstırabın hayat bağışlar. Şarabının tortusu bile hoştur.

• Sana nasıl ay diyebilirim ki, ay hastalığa tutulmuş, sapsarı olmuş, zayıflanmış , tüllenmiş; selvi desem, bu benzetiş boyuna uygun düşer, yerindedir amma selvide ateşe dayanamaz, yanar. Ay da son üç gece görünmez olur. Canların canından başka hiçbir şeyin aslı yok.

• Dediler ki bütün dostların öldü, gitti, yok oldu. Hayır Allah’ı seven, ona  candan bağlanan yok olmaz.

 

 Ey ölüler arasında yaşayan diri! Ölülerin kokusu seni rahatsız etmiyor mu?                     (c.I, 197)

• Allah, kuluna; “Ey kulum!” diye buyuruyor; “Dön, yine kapımıza gel, kulağından gaflet pamuğunu çıkar da göklerden gelen; ‘Haydi, artık orada durmayın gelin.’ sesini duy!

• Ey zavallı, ne zamana kadar, dünya dikenliğinde yalınayak koşup duracaksın? Biz, öteki âlemde, gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık.

• Canı ben yarattım ama ona bir de dert verdim. Derdini veren, elbette onun dermanını da verir.

• Sana kapılarını açtığım gül bahçesi, öyle bir bahçedir ki, oradaki ağaçların dalları da, yaprakları da canlıdır. Birbirleri ile konuşur dururlar. Şunu iyi bil ki, her şey canlıdır. Canı olmayan bahçe, insanın hoşuna gitmez, insanın canına can katmaz.

• Ey ölüler arasında yaşayan diri oğlu diri! Ölülerin kokusu ile nasılsın? Ne haldesin? Şu yaşayan ölüler, şu pis kokular, senin içini sıkmıyor mu? Seni iğrendirmiyor mu?

• Sen gaflet içinde yaşayan, karıncalar gibi kaynaşıp duran insan kalabalığının hepsini ölü sanma! Bu dünya da, öteki dünya da insana hayat veren ebedî ve ezelî dirilerle dopdolu. Fakat, onları görecek göz nerede? Sen şimdi, üç beş günlük bir hayata kanaat ederek, ebedî hayatı reddetme, bizden ayrılma!

• Zerreler sayısınca diri canların her biri, Allah’ın yarattığı şu sonsuz olan gökyüzünde güneşler gibi parlamada, dönüp durmada, ama, onları görecek göz nerede?

• Eskiden onlar da bizim gibi hakikati göremeyen birer yarasaydı. Ama yaratanın lütfuyla, o yarasalar, birer güneş oldular.

 

Aklını başına al da sen can ile arkadaş ol!        (c.I, 288)

• Dostu dosta götüreni, melekleri gökyüzünden yeryüzüne indireni getir!

• Her gece, Hz. Muhammed (s.a.s) gibi Mi’rac’a çıkmak için aşk Burağı’na eğer vuranı getir!

• Aklını başına al da, sen canla arkadaş ol, onunla düş kalk, onun huzurunda otur! Çünkü her oturuşta, biraz daha onun huylarını, sıfatlarını elde edersin.

• Sâkisi ruh olan sonsuzluk aşk şarabını alır çekersin, çekince de kendinden geçersin, öyle bir hal alırsın ki,

• Hakk yolu yolcusuna; “Git de canla oynama huyunu pervaneden öğren!” dersin. Çünkü o, seni din mumunun ateşine çağırmaktadır.

• Allah’ın vahyi geldi. Can kulağınızı açın da onu duyun. Çünkü mana kulağı açık olan kişiye, Allah hakîkati gören göz ihsan eder.

• Dostun gönle gelen hayali sana buluşma müjdesini verir. O hayal, o zan seni alır: Yakîne, tam inanca çeker götürür.

• Sen düştüğün şüphe kuyusunda Yûsuf gibisin. Dostun hayali de sanki bir iptir sen o ipe sıkıca tutunup çıkarsan kendini yücelerde, göklerin üstünde bulursun.

• Buluşma günü aklın başında kalabilirse sana der ki; “Ben, sana nefsanî arzularını ayak altına al!” dememiş miydim? İşte dediğim gibi oldu; nefsi terk ettin de dostu buldun.

• Eğer sen, insan gibi yaşarsan, doğru bir kişi olursan, can buluşma evine girer. Eğer eğri bir kişiysen, seni atlaslara, giyinmeye, kuşanmaya çeker götürür.

• Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür.

• Dost uğruna düşmanların lanetini, hakaretini, küfürlerini şerbet gibi iç! Çünkü bu lanetler, hakaretler, küfürler, seni lütuflara, senalara, aferinlere manevî derecelere ulaştırır.


Divan diğer yazıları