Fenâ fi’l-Mürşid, Fenâ fi’r-Rasûl, Fenâ Fillâh
Ben ol dost bağçesinün bülbüliyem İlahî bülbüli gülden ayırma...
Mürid-mürşid arasındaki muhabbetin tasavvuf literatüründeki adı fenâ fi’l-mürşiddir, yani mürşidde yok olmak…
Mürid, bu makamda mürşidine şöyle seslenir:
Mürşidim göster yolum cânâne yol ver varayım
Ölmeden cemiyet-i yârâne yol ver varayım
Ben usandım masivanın fitnesinden el âmân
Bizi yoktan var eden Sübhan’e yol ver varayım
Bu benim divâne gönlüm cümleden geçmek diler
Dest-i sakîden şarab-ı aşkı nûş etmek diler
Bu vücud-ı âriyetten soyunup göçmek ister
Vahdet içre göç eden kervâne yol ver varayım
Kâmile Hanım
Bazen ona karşı olan doyumsuz sevgi ve hayranlık, konuşmayı değil, susmayı gerektirir.
Müderris Celaleddin Rumî’yi derviş Mevlâna haline getiren Şemsuddin Tebrizî’ye müridi şöyle hitap ediyor:
“A Tebriz’li Şeyh! Sen bir güneşsin! (şems güneş demektir) Seni nasıl öveyim? Yüz dilim var hepsi kılıç gibi keskin... Fakat seni anlatmaya koyulduğum zaman hepsi peltek, hepsi kekeme...”
XV. asrın divan şairi Ahmet Paşa, Emir Sultan için yazdığı uzun manzumede onu Anadolu için “Rahmet-i Rahmân” olarak nitelemekte:
Ne akdi Rum’a bir ulu derya senin gibi
Ne âleme getirdi Buhara senin gibi
dedikten sonra benzer bir duyguyu terennüm etmektedir:
Çok şeyhler görmüşüm dahi bir kimse tab‘ımı
Medhinde âciz etmedi şehâ senin gibi
Gönül dünyasının imkânlarını kullanarak, imanın, ibadetin ve ahlâkının güzelliklerini yaşamak için mürşid arayarak yollara düşen talibin, aradığını bulması ruhunun derinliklerinde var olan aşkın mayalanması için de uygun bir vasat bulması anlamına gelmektedir.
Fenâ fi’r-Rasûl
Bu safhada aşk yolculuğunun ilk merhalesini kat eden mürid, ikinci merhaleye doğru yönlendirilir. Fenâ fi’r-Rasûl yani Hz. Peygamberin aşkında yok olmak.
Bu noktada olan âşıkların hislerine Yunus tercüman oluyor:
Araya araya bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasib eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed cânım arzular Seni
İnsan olarak dini hayatın en üst noktasındaki şahsiyet şüphesiz ki; Hz. Peygamber’dir. Onu düşünmek, onu hayal etmek, onu örnek almak, onu anlamak, onu sevmek, ona salat ve selam ile gönülden bağlanmak bu hayatın vazgeçilmez bir özelliğidir. Ona tabi olmak, onun yolunda olmak, Allah’ı sevmenin de “olmazsa olmaz” şartıdır.
“Deki: Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Zira Allah çok affedicidir ve rahmet kaynağıdır.”(Âl-i İmrân, 3/31)
“Allah ve melekleri şüphesiz ki peygamberleri kutsarlar, salat-u selam ederler. Ey mü’minler! Siz de Onu kutsayın ve kendinizi onun rehberliğine tam bir teslimiyetle terk edin.”(Azhâb, 33/56)
Mustafâ’dır cümle âleme reh-nümâ
Mustafâ’dır ehl-i aşka müktedâ
Kimse bulmazdı bugün râh-ı vusûl
Olmasaydı rehberi ger Mustafâ
Bursevi
Şöhret, şehvet ve servete karşı ciddi bir imtihan veren sufî, önündeki engeller kalktıktan, zincirler kırıldıktan sonra Hz. Peygamberin aşkıyla yüz yüze gelir. Sevgiliye doğrudan hitap etmenin doyumsuz halini yaşar.
Canumun cânânı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Derdimün dermanı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Çıkmadı bahr-i mahabbetden senin gibü güher
İlm ü hikmet kanı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Cümle âlem ilmüne nisbet senün bir katradur
Ma‘rifet ummanı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Nûr-i zâtundur cihan mir’atı içre cilve-ger
Yusufun da anı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Kulluğunla iftihar eyler nebîvü ger velî
Cümlenün sultanı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Nûr-ı zata mazhar-ı tam olduğunda şüphe yok
Hakkı’nun bürhanı sensin yâ Muhammed Mustafâ
Fenâfillâh
Üçüncü ve son merhale ise Fenâfillâh yani Allah aşkında yok olmak adını alır.
Ey Allah’ım seni sevmek ne güzeldir ne güzeldir
Yolunda can u baş vermek ne güzeldir ne güzeldir
Visalin derdine düşmek yanıp aşk oduna pişmek
Sonunda sana erişmek ne güzeldir ne güzeldir.
Niyazi Mısrî
Eşrefoğlu Rûmî gönlündeki Allah aşkını anlatırken kendisini bu âlemle tanıştıran mürşidini de unutmamıştır:
İy Allahum beni senden ayırma
Beni senün didarundan ayırma
Seni sevmek benüm dinüm imanum
İlahî dini imandan ayırma
Sararup soluben döndüm hazana
İlahî hazanı daldan ayırma
Şeyhüm güldür ben anun yaprağıyam
İlahî yaprağı gülden ayırma
Ben ol dost bağçesinün bülbüliyem
İlahî bülbüli gülden ayırma
Balığım cânını suda didiler
İlahî balığı sudan ayırma
Eşrefoğlu Rumî kemter kulundur
İlahî kulu sultândan ayırma
Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları
- 25 Ekim 2016 İslâm Medeniyetinde Tekke
- 09 Mart 2016 Rabbi Erinî…
- 31 Ocak 2016 İmam Azam´ın Talebesi, Dâvûd et Tâî (k.s)
- 31 Ekim 2015 Bişr el-Hafî
- 27 Şubat 2015 İnsan Bir Derviştir
- 03 Haziran 2014 Fukaralıktan Kurtulmak
- 08 Şubat 2014 Tarikatların Ortak Unsurları
- 17 Eylul 2013 Yörük Değirmenler
- 24 Nisan 2019 Arınan Aydınlanmıştır
- 16 Şubat 2013 Mevlânâ’nın Sırrı
- 03 Kasım 2012 Gönül Kâbe’si
- 11 Ağustos 2012 Günaha Girme(k)
- 11 Mart 2012 Dengesini Kaybetti ve Düştü
- 29 Aralık 2011 Dünyevîleşmek Yahut Sekülerleşmek
- 05 Ekim 2011 Kur’ân’a Gönül Vermek
- 28 Haziran 2011 Gel Dosta Gidelim Gönül
- 15 Nisan 2011 Allah Haddi Aşanları Sevmez
- 26 Şubat 2011 Mevlîd-i Şerîf
- 25 Aralık 2010 Horasan Erenleri
- 25 Aralık 2010 Şehadet- Muhabbet Mektupları
- 12 Ekim 2010 Nasıl Bir İnsan?
- 08 Ağustos 2010 Nefs-i Mutmainne
- 08 Ağustos 2010 İnsan Bir Derviştir
- 22 Temmuz 2010 Allah’ı Anmak
- 04 Nisan 2010 Çağımız İnsanının Tasavvufa Duyduğu İhtiyaç