Allah’ı Anmak
Zikirde esas unsur, diğer varlıkları unutarak, hatta yok sayarak Allah’ı anmaktır.
Bütün tarikatların temel unsuru olan zikir kelime olarak anmak, zikretmek, hatırlamak demektir. Istılah olarak Allah’ın isimlerini, belli duaları, çeşitli zamanlarda belli miktarda sesli veya sessiz söylemek, tekrar etmektir
Zikirde esas unsur, diğer varlıkları unutarak, hatta yok sayarak Allah’ı anmaktır. Böyle yapılan zikir “zikr-i muttasıl”, dünya ile ilgili iş ve meseleleri düşünceden çıkaramadan yapılan zikir ise “zikr-i munfasıl” adını alır.
En efdal ve üstün zikrin “Lâ ilâhe illallâh” olduğunu Peygamberimiz söylemiştir. (İbn Mâce, Edeb, 65) Sûfîler de bu hadisten hareketle bu cümleyi zikrin temeli olarak almışlar ve bunun üzerinde ısrarla durmuşlardır.
Kelime-i tevhidin (Lâ ilâhe illallâh Muhammedu’r-Rasûlullâh) birinci bölümü olan, bu cümlenin ilk yarısı lâ ilâhe “hiçbir ilâh yoktur” demektir. Bu olumsuz bölümün adı “nefy”dir. İkinci bölümü ise “ancak Allah vardır” manasındadır. Bu ise “isbât” adını alır.
Necmüddîn Kübrâ’ya göre nefy bölümü kalp ve gönül hastalıklarına sebep olan, ruhu çeşitli meşgalelerle bağlayan, nefsi kuvvetlendirip güçlendiren zararlı madde ve mikropları yok eder. Bunlar kötü ahlâk ve hayvanî isteklerdir. İsbat bölümü ise kalbin sıhhat ve selâmetini temin ile rezil huylardan kurtarır.
“Lâ ilâhe illallâh” nefy ve isbattan meydana gelmiş olan bir ilaçtır, dervişlerin ruh hayatını onarır, tedavi eder. Şeyh, dervişlere bundan başka; Allah, Hû, Hakk, Hayy, Kayyum, Kahhâr gibi isimlerle de Allah’ı zikretmelerini telkin eder. Allah, Allah diye zikretmeye “zikr-i müfred” de denir.
Sûfilere göre zikir telkini yapan ilk kişi de Hz. Peygamber’dir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) dört halifesine de değişik usullerle zikir telkin etmiş, daha sonraki tarikatlar bu usullere göre zikirlerine yön ve şekil vermişlerdir.
Bu dört telkin (zikir) şöyledir:
1. Sıddîkiye: Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ederken mağara arkadaşı Hz. Ebû Bekir’in kulağına üç defa zikir telkin etmiştir. Bu esnada Hz. Peygamber uylukları üzerinde, Hz. Ebû Bekir ise murabba (ayakları önde kavuşturarak oturma) şeklinde oturmuştur. Hafî (gizli) zikir bu olaya dayanmaktadır.
2. Kübreviye: Hz. Ömer müslüman olduğu esnada Hz. Peygamber ile kucaklaşmış, bu sırada Rasûlullâh (a.s), ona kelime-i tevhîdi sesli (cehrî) olarak telkin etmiştir. Fakat Hz. Ömer ayakta duramayıp çöktüğü için Kübrevîler murabba oturarak zikrederler.
3. Nurbahşiye: Hz. Osman’a da kalbî zikir “harfsiz ve sessiz” telkin etmiştir.
4. Cehriye: Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi diz çöktürüp gözlerini yumdurmuş ve üç kere “Lâ ilâhe illallâh” demiştir. Daha sonra üç defa da aynı cümleyi ona tekrarlatmıştır. Zikri, cehrî (sesli) olarak yapan tarikatlar genel olarak silsileleriyle dördüncü halifeye bağlanırlar. (Aynî, Tasavvuf Tarihi, s.198-200)
Tarikatlarda şeyh, dervişlere ferdî olarak yapmaları gereken zikir ve diğer ibadetler talim ve tarif ettiği gibi toplu olarak yapılan zikir meclislerini de idare eder.
Ferdî Zikir
Müridin kendi başına yaptığı zikirdir. Mürid, kesin olarak şeyhin tarifinin dışına çıkmaz. Ruhî hayatı bütünüyle şeyhin kontrolündedir. Şeyh, müridin anlattıklarından, hissettiklerinden ve gördüğü rüyalardan hareketle değişik zikirler telkin eder. Müridin yaptığı zikre vird, okuduğu duâya ise hizb denir. Her tarikat pirine nisbet edilen hizb ve dualar vardır.
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi “Lâ ilâhe illallâh”ta nefy ve isbat adı ile iki yön vardır. Allah’ın diğer isimlerinde ise tek yön söz konusudur. Bazı sûfîler buradan hareketle geceye tek rengin hâkim oluşu sebebiyle Allah, Hû, Hakk gibi isimlerle zikretmeyi gece vakitlerinde daha uygun görmüşler ve buna “vird-i leylî” adını vermişler, kelime-i tevhîd ile zikre ise “gündüze has zikir” anlamına gelen “vird-i nehârî” demişlerdir. (Tasavvufî Hayat, s.59)
Zikir için yapılan tasnif ve taksimler çok ise de biz bir tanesini ele almak istiyoruz.
a. Dilin zikri (lisanî zikir): Dil ile yapılan, sesli veya sessiz zikirdir. Zikrin sesli olması nefse işittirmeye ve onu zabt u rabt altında tutmaya vesiledir.
b. Kalbin zikri (kalbî zikir): Bir takım kelimeleri tekrarlamaktan öte bir nevi derin tefekkürdür. Dil ile kalp zikrinin beraber olması daha üstündür.
Toplu Zikir
İlk asırlarda pek yoksa bile, özellikle tarikatların kurulup bünyeleşmelerinden sonra tekkelerde toplu zikir meclisleri icra edilmeye başlanmış, zamanla belli adâb ve erkânı olan tarikat zikirleri meydana çıkmıştır. Genel olarak âyin-i ehlullâh, icrâ-yı zikrullah gibi isimler alan bu toplu zikirler tarikatlara göre farklılıklar arz ettiği için değişik isimler de almışlardır. Bunlardan meşhur olanlarını şöyle sıralamak mümkündür.
a. Sema‘: İlk asırlarda dinî mûsikî anlamına gelen sema‘ Mevlevî tarikatının zikrine verilen isimdir.
b. Hatm-ı Hâce: Nakşibendiye tarikatının şeyhin huzurunda oturarak icra ettiği zikirdir. Sessiz olarak
(hafî) yapılır.
c. Darb-ı Esmâ: Halvetîler, toplu zikirlerine bu adı vermişlerdir. Halka halinde oturarak hafif sallanarak yapılır.
d. Zikr-i Kıyâm: Ayakta ve sesli olarak yapılan bu zikir Rıfaî ve Sadîler’in zikirlerine verilen isimdir.
e. Deverân: Kâdirî zikri. Ayakta, oturarak, dönerek yapılır.
Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları
- 25 Ekim 2016 İslâm Medeniyetinde Tekke
- 09 Mart 2016 Rabbi Erinî…
- 31 Ocak 2016 İmam Azam´ın Talebesi, Dâvûd et Tâî (k.s)
- 31 Ekim 2015 Bişr el-Hafî
- 27 Şubat 2015 İnsan Bir Derviştir
- 06 Kasım 2014 Fenâ fi’l-Mürşid, Fenâ fi’r-Rasûl, Fenâ Fillâh
- 03 Haziran 2014 Fukaralıktan Kurtulmak
- 08 Şubat 2014 Tarikatların Ortak Unsurları
- 17 Eylul 2013 Yörük Değirmenler
- 24 Nisan 2019 Arınan Aydınlanmıştır
- 16 Şubat 2013 Mevlânâ’nın Sırrı
- 03 Kasım 2012 Gönül Kâbe’si
- 11 Ağustos 2012 Günaha Girme(k)
- 11 Mart 2012 Dengesini Kaybetti ve Düştü
- 29 Aralık 2011 Dünyevîleşmek Yahut Sekülerleşmek
- 05 Ekim 2011 Kur’ân’a Gönül Vermek
- 28 Haziran 2011 Gel Dosta Gidelim Gönül
- 15 Nisan 2011 Allah Haddi Aşanları Sevmez
- 26 Şubat 2011 Mevlîd-i Şerîf
- 25 Aralık 2010 Horasan Erenleri
- 25 Aralık 2010 Şehadet- Muhabbet Mektupları
- 12 Ekim 2010 Nasıl Bir İnsan?
- 08 Ağustos 2010 Nefs-i Mutmainne
- 08 Ağustos 2010 İnsan Bir Derviştir
- 04 Nisan 2010 Çağımız İnsanının Tasavvufa Duyduğu İhtiyaç