Günaha Girme(k)

Bir günah eden kişiye bin gün âh etmek düşer Bin günah ettim İlahî, bir gün âhım yok benim

İnsanoğlunun dünyasında iki temel renk vardır: Doğru ve yanlış, ak ve kara, sevap ve günah. İnsanın iç âlemine, gönül dünyasına hitap eden bütün dinler yanlışların azalmasını, karaların aklaşmasını ve günahların yok olmasını hedeflemiştir. Çünkü yanlış yanlışı, günah günahı davet etmekte, menfilikler müspetlere yaşama hakkı vermemeye başlamakta, insan giderek günah denizinde boğulmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de “günah” kelimesiyle “düşmanlık” (Mâide, 5/2) kelimesi, “günaha dadanmış” ifadesiyle “mütecaviz” ifadesi (Kalem, 68/12) beraber kullanıldığı gibi, Allah’ın sevmediği kulların özellikleri verilirken de şöyle buyrulmuştur:

“Kendilerine hıyanet edenleri savunma! Çünkü Allah, hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” (Nisâ, 4/107)

“Günahkâr ve nankör…” (İnsan, 76/24) terimleri de birlikte kullanılmıştır.

İşin farkına varanlar kendine farklı bir açıdan bakıyor:

 

Bir günah eden kişiye bin gün âh etmek düşer

Bin günah ettim İlahî, bir gün âhım yok benim

                                                                     

Yanlış tercihlerle günaha giren insanlar tevbe devletiyle karşılaşınca Allah’ın sevdiği kullar zümresine girmektedirler. (Bakara, 2/222)

Böyle bir devletle karşılaşma imkânı bulamayanlar ise günaha dalmakta, günaha batmakta, başka insanları da aynı bataklığa davet etmektedir.

Günaha batanların bir gurubu bildikleriyle amel etmeyen bilgi hamallarıdır:

 

Halka fetva verirsin

Ya sen niçin tutmazsın

İlmin var, amelin yok

Ha günaha batmışsın

                       Yûnus

 

Aziz gönüldaş,

Diğer bütün şehvetler gibi günahların da müthiş bir cazibe ve çekiciliği vardır. Bu cazibenin etki alanlarının dışında kalabilmek zordur. Bunun için iyi bir eğitim, düzenli bir denetim, sorumluluğunu bilen bir yönetim şarttır. Bu şartlar bir araya geldiği zaman insan yaptıklarının hesabını kitabını yapmaya başlamakta ve gönlünü Yaratıcısına doğru açarak huzur sahillerine doğru yol almaya başlamaktadır.

 

N’ola gelsen şimden geru

Fesadı terk etsen gönül

Gâh ağlasan günahuna

Gâh kanaat etsen gönül

 

Hak Çalab’ım Hak Çalab’ım

Sencileyin yok Çalab’ım

Günahlıyam yarlıgagil

Ey rahmeti çok Çalab’ım

 

Günahların en büyüklerinden biri de günahsız olduğunu ima etmek, günah işlemediğini söylemenin yollarını aramak, bunun “aktör”lüğüne soyunmaktır. Ruh dünyamızın intiharı anlamına gelen bu davranışın bir adı da “riya” ve “gösteriş”tir. Bu da nefsin farklı bir tuzağıdır. Bu tuzak da batıran, boğduran bir özelliğe sahiptir. Bu tuzağın aksesuarları ise bazen hitabet, bazen kıyafet, bazen de ibadet olmaktadır.

 

Görenler elim öper

Tac u hırkaya bakar

Öyle sanırlar beni

Zerrece günah etmez

                       Yûnus

 

Günah küpü haline gelen insanların yanında Gaybî gibi bazı insanlar da gönül incitmemek için bütün sıkıntılara “eyvallah” diyebilmektedir.

 

Her taraftan başıma yağsın bela

Görmeyeyim ömrüm oldukça safa

Çekeyim her bir günaha bin ceza

Tek heman benden gönül incinmesin

 

Bazen insan günaha girer, bununla yetinmez başkalarını günaha sokmanın yollarını arar, nefsi arzu ve iştahların peşinden sürüklenip gider. Bazı insanlar bu girdaptan bir türlü kendilerini kurtaramaz ve sahil-i selamete ulaşamazlar. Bir kısmı ise bu “derin uyku”dan uyanır ve yüzünü Sahib’ine döner. “Hak Çalabım, Hak Çalabım” ilahisini okumaya başlar. Gözyaşlarıyla abdest alır, kendine ve hayata döner, ikinci baharı yaşar, ruhanîyi keşfeder.

 

Ulu ulu günahlarım

Yüz komadı bana Çalab

Hiç kimse çare kılmadı

Döndüm sana yine Çalab

 

Âlimlere sordum nedir

Derman günahlı derdime

Onlar dahi eyittiler

Derman ona yine Çalab

 

Sensin bu benim Sultanım

Bu canlar içinde canım

Çoktur benim günahlarım

Sen meded eylegil Çalab

 

Durmayıp söylerem sözüm

Günahlarıma göynür özüm

Günahlı Yûnus’un sözün

Sen kabul eylegil Çalab


Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları