Kur’ân’a Gönül Vermek
Çözülür kalp gözünü bağlayan kördüğümler
Kur’ân, Arapça “okumak” kökünden, Kitâb ise yazmak kökünden türeyen bir kelimedir. İşitme olmadan okumak yazmak bütün boyutlarıyla tamamlanmadığına göre bu üç faaliyet birlikte ortaya çıkacak demektir.
İnsanî melekelerimizi bazen okuyarak, bazen dinleyerek, bazen de yazarak geliştiririz. Bu gelişimin peşinde, bu yolun yolcusu olmayanları Kitâb’ımız şöyle tanımlamaktadır:
“Onlar sağır, dilsiz ve kördürler.” (Bakara, 2/18)
İnsanoğlunun yeryüzünde ortaya koyduğu bütün şaheserler; mukaddes kitaplardan, kutsal metinlerden beslenmiş ve feyiz almıştır. İnançsızlığının kıskacına giren son asrı dışarıda bırakırsanız dünyamızdaki en muhteşem binalar; mabetler ve tapınaklardır. Bugün ‘dünya klasikleri’ olarak isimlendirilen kitapların esas mayası da yazarın bağlı olduğu mistik dünyadan kaynaklanmıştır.
Mukaddes kitaplarda yer alan ifadeler insanoğlunun tefekkür dünyasında var olan cevherlerin işlenmesine sebep olmuş, ilham perilerini faaliyete geçirmiş, iman, ümit ve sevginin sonsuz dünyasının kapılarını aralamıştır. Bu ‘devlet’le tanışmak istemeyenler için Kitâb’ımız sorusunu şöyle soruyor:
“Onlar bu Kur’ân üzerinde hiç düşünmezler mi?” (Muhammed, 47/24)
Gönüller üzerindeki kilitler sökülüp atılmadıkça insan ve mukaddes metinler arasındaki diyalog kurulamayacak demektir. Paslı kilitleri yok eden güç ise imandır, ihlâstır, ümittir, aşktır.
Aziz gönüldaş!
Gönlümüz hürriyetine kavuştuğu zaman ancak ‘Kitâb’ları okumaya başlarız. İnsan kitabı, tabiat kitabı ve Kur’ân kitabı… Bazen insan, tabiat, Kur’ân diye bir yol izlenirken bazen de sondan başa doğru bir yürüyüş gerçekleştirilir.
Gözdeki körlük (Hacc, 22/46), kulaktaki ağırlık (En‘âm, 6/25) ve gönüllerdeki katılık (Bakara, 2/74) yok oldukça Kur’ân bize hitap edecek; O’nu okudukça kendimizi okuyacak, O’nu dinledikçe kendimizi dinleyeceğiz. Her okuyuşta O, önümüze yeni imkânlar açacak, yeni yorumlar kazandıracaktır.
Ramazan’ın ‘Kur’ân ayı’ olarak isimlendirilmesinin bir sebebi de oruç ibadeti ve riyazetle iç dünyamızın kir ve yüklerden temizlenmesi dolayısıyla önümüzdeki imkânları çoğaltmasıdır.
Her konuda olduğu gibi bu güzel davranışların kalite ve değerini ‘sıfıra’ müncer kılan/sürükleyen şey de şekle takılıp kalmaktır. Kur’ân okumayı sadece mırıltılı bir sesle sayfaları çevirmek olarak zanneden bu zihniyet, insanla Kur’ân arasındaki en kalın perdedir. Âyetlerin sûre ve sayfa numaralarını ezberleyip, O’nu polemik kitabı zanneden ‘meâlciler’ de bir başka çıkmazın içine sürüklenmektedirler.
Kur’ân’ı, Allah’ın sözü olarak kabul eden, O’nu insanoğluna açılan en büyük kapı olarak görenler tefekkür ve tedebbürle/düşünerek O’nu okuyabilirler, kendisinin ve asrın idrakine sunabilirler. Aksi halde O’nu ‘mezarlıkta okunan’, ölülere hitap eden bir metin olmaktan öteye geçirmek imkânsızdır.
Gönlünü Kur’ân’a açanlara Kur’ân da gönlünü açar. O zaman bir âyetin okunup, hazmedilmesi bir gün sürebilir, tefekkürü emreden bir âyetin özümsenebilmesi günleri alabilir.
Kadim dost!
Okumak, yazmak ve düşünmek nimetleriyle Kur’ân’ı okuyanlarla ilgili bir anekdotu nakletmek isterim:
Yaşı doksana yaklaşan Ahmet Muhtar Büyükçınar Hoca’yı geçen ay Esenköy’deki evinde ziyaret etmiştim. Sohbetin bir yerinde –daha önce hazırlamakta olduğunu duyduğum- Kur’ân-ı Kerîm meâlinin ne durumda olduğunu sordum. Kendine has üslûbuyla devam edemeyeceğini ifade buyurdular. Üzülerek sebebini sordum. Çünkü onun yapacağı tercümenin bazı önemli farklılıklar taşıyacağını düşünüyordum.
Mazeretlerini şöyle ifade buyurdular:
“Kur’ân, sonsuz bir umman… Kısa bir âyet okuyorsunuz, önünüze bir gülistan açılıyor. Gülistanda dolaşmaya başlıyorsunuz. Fakat Türkçe tercümesine sıra gelince şaşırıp kalıyorsunuz. Çünkü gülistan kayboluyor. Ortada bir gül kalıyor. O da nasıl bir gül, ilköğretim öğrencisinin kâğıt üzerine çizdiği bir gül… Yürütemedim.”
Çözülür kalp gözünü bağlayan kördüğümler
Açılır önümdeki kapılar birer birer
Varlık tarifindeki maddeye mana girer
Şüpheler sona erer Kur’ân’ı anladıkça
Bir dünya ki, ne açlık ne cinayet ne savaş
Ne kan ağlayan mazlum ne gözlerde damla yaş
Bir dünya ki ufuklar ağarır yavaş yavaş
Sabahlar müjdelenir Kur’ân’ı yaşadıkça
Cengiz Numanoğlu
Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları
- 25 Ekim 2016 İslâm Medeniyetinde Tekke
- 09 Mart 2016 Rabbi Erinî…
- 31 Ocak 2016 İmam Azam´ın Talebesi, Dâvûd et Tâî (k.s)
- 31 Ekim 2015 Bişr el-Hafî
- 27 Şubat 2015 İnsan Bir Derviştir
- 06 Kasım 2014 Fenâ fi’l-Mürşid, Fenâ fi’r-Rasûl, Fenâ Fillâh
- 03 Haziran 2014 Fukaralıktan Kurtulmak
- 08 Şubat 2014 Tarikatların Ortak Unsurları
- 17 Eylul 2013 Yörük Değirmenler
- 24 Nisan 2019 Arınan Aydınlanmıştır
- 16 Şubat 2013 Mevlânâ’nın Sırrı
- 03 Kasım 2012 Gönül Kâbe’si
- 11 Ağustos 2012 Günaha Girme(k)
- 11 Mart 2012 Dengesini Kaybetti ve Düştü
- 29 Aralık 2011 Dünyevîleşmek Yahut Sekülerleşmek
- 28 Haziran 2011 Gel Dosta Gidelim Gönül
- 15 Nisan 2011 Allah Haddi Aşanları Sevmez
- 26 Şubat 2011 Mevlîd-i Şerîf
- 25 Aralık 2010 Horasan Erenleri
- 25 Aralık 2010 Şehadet- Muhabbet Mektupları
- 12 Ekim 2010 Nasıl Bir İnsan?
- 08 Ağustos 2010 Nefs-i Mutmainne
- 08 Ağustos 2010 İnsan Bir Derviştir
- 22 Temmuz 2010 Allah’ı Anmak
- 04 Nisan 2010 Çağımız İnsanının Tasavvufa Duyduğu İhtiyaç