Nasıl Bir İnsan?

Mal da yalan mülk de yalan Var biraz da sen oyalan

Toplumları etkileyen ve yönlendiren en mühim unsurlardan biri de dindir. Tarihte cereyan etmiş olan pek çok olayın temelinde dinî inanç ve kanaatler vardır. Dinî esasları insanoğlu bazen kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak istismar etmiş, bazen de toplumların huzur ve refahı için itici bir güç olarak kullanmıştır. Bu esaslar bizim tarihimiz için de geçerlidir.

Dinimize göre insan ve toplum için yapılan hayır ve hasenat “Allah için” yapılmış demektir. Bu şöyle de ifade edilebilir. Allah için yapılan her şey aslında toplum için yapılıyor, demektir. Bu açıdan “Halka hizmet Hakk’a hizmettir.” cümlesi doğrudur.

Bu konu sembolik/temsilî bir şekilde kudsî hadiste Allah ile kulun karşılıklı konuşmasında şöyle anlatılır:

“Cenâb-ı Allah (c.c):

‘İnsanoğlu! Hastalandım beni ziyaret etmedin, susadım bana su vermedin.’

İnsanoğlu:

‘Sen mi hastalandın ya Rabbi?’

Hz. Allah:

‘Evet, filan yerde filan kulum hastalandı, onu ziyaret etmedin, derdine deva olmadın. Onu ziyaret etmiş olsaydın beni ziyaret etmiş olurdun. Filan kulum susuz kaldı. Susuzluğunu gidermedin. Onun o sıkıntısını giderseydin bana su vermiş olurdun.” (İbn Hanbel, Müsned, XI/404)

İnsanın elindeki imkânları içinde bulunduğu toplum için harcaması için en çok kullanılan kelimelerden biri de “vakıf” veya “vakfetmektir”. Bütün imkânlarını bir iş için seferber eden insan için “Kendini bu işe vakfetti.” denilir. Gerçekten günümüze kadar ulaşan pek çok güzellik, eser ve müessese kendilerini ve imkânlarını bunlar için vakfeden insanların gayretleriyle gerçekleşmiştir.

Bu insan tipi nasıl yetişecektir? İşte bütün mesele…

Yani elindeki imkânları toplumun menfaatine derin bir vecd ve ibadet şuuru içinde harcayan insan, nasıl yetiştirilecektir? İşte temel mesele…

Bunun için her şeyden önce dünyanın iyi tarif edilmesi, yaşamanın ve ölmenin iyi algılanması, hayır ve sevap duygusunun iyi izah edilmesi gerekmektedir. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için” hazırlanmanın ne manaya geldiğini kavramak gerekmektedir. Bu konular üzerinde ciddi olarak düşündüğümüz ve meseleleri çözdüğümüz zaman Yunus Emre’nin tespitlerine hak vermeye ve gereğini yapmaya başlayacağız:

 

Mal sahibi mülk sahibi

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan mülk de yalan

Var biraz da sen oyalan

 

Yiğitlik bu mısraları cenaze günlerinde hatırlamak ve okumak değil, hayatımızın her safhasında, para ve sıhhat nimetleriyle beraber olduğumuz zaman hatırlamak ve gereğini yapmaktır.

Bu şuura ulaştığımız zaman sen-ben kavgası kalkacak, senin-benim didişmesi sona erecek, vereceksin-vermeyeceksin gürültüsü yok olacak ve şu ayetin gereği yapılacaktır:

“... iyilik ve takva konusunda birbirinizle yardımlaşınız, günah ve düşmanlık konularında yardımlaşmayınız...” (Mâide, 5/2)

Hayata bu çerçeveden bakmaya başladığımız zaman yarış psikolojisine gireceğiz ve şu ayetin sırrı tecelli edecektir:

“... iyi işlerde birbirinizle yarışınız...” (Bakara, 2/148)

Mal sevgisi yaratılıştan getirdiğimiz bir duygudur, bunu yok etmek mümkün değildir. Ancak bunun iyiye kanalize edilmesi gerekmektedir. Buna da Hz. Süleyman’dan nakledilen şu ayet işaret etmektedir:

“Ben, mal sevgisini Rabbimi anmak için istedim.” (Sad, 38/32)

Toplumda hayır işlerini teşvik eden, yönlendiren insanlar olduğu gibi engelleyen, mani olan tipler de vardır. Onlara karşı tavrımızı gösteren Kalem Suresi’nin 10-15. ayetlerinin Türkçesiyle sözü bağlayalım:

“Ey Rasûlüm! Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine mal ve oğulları vardır diye sakın boyun eğme.”


Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları