Yörük Değirmenler

Hak cemalin Kâbe’sini kıldı âşıklar tavaf Yerde Kâbe, gökyüzünde Beyt-i Ma’mûr olmadan

Hac ibadetiyle birlikte müşahede halini yaşayanlar, gözyaşının muhteşem zevkini tadanlar, doğduğu gün kulağına üflenen Allah-Muhammed'in “evi”nin olduğu yerlerde bulunmanın devletini yaşayanlar Leyla-Mecnunlar gibi deli-divaneye dönerek yeniden doğarlar. Yunus'u yeniden hatırlarlar:

 

Alma tenden canımı

Aman Allah'ım aman

Görmeden cananımı

Aman Allah'ım aman

 

Bir kez yüzün göreyim

Pâyine yüz süreyim

Anda canım vereyim

Aman Allah'ım aman

 

Âşığım Muhammed'e

Ol Resul-i emcede

Koyma beni firkate

Aman Allah'ım aman

 

Kurbanın olam aziz dost!

Tasavvuf kültüründe "Fenâ fi'r-Resûl" diye bilinen "Peygamber aşkı"na kurban olanlar, hac ibadetinin gerçek kurbanlarıdır.

 

Cânım kurban olsun senin yoluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed

Gel şefaat eyle âsî kuluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed

 

Fena fi'r-Resûl'ün, dervişi ulaştıracağı makam “Fenâ Fi'llâh”tır, Allah aşkında yok olmaktır. Fenâ fi'r-Resûl halinde kâinatı "Mahbubiyet Muhammediyyet" olarak algılayan derviş, Fenâ Fî'llâh'ta tevhide ulaşmakta, sesler, renkler, güller, bülbüller "tek"e inmektedir.

 

Şol cennetin ırmakları

Akar Allah deyu deyu

Çıkmış İslâm bülbülleri

Öter Allah deyu deyu

 

Salınır Tuba dalları

Kur'ân okur hem dilleri

Cennet bağının gülleri

Kokar Allah deyu deyu

 

Herkes denizden "elindeki kap kadar"su alabildiği gibi hac ibadetinden de herkes kabiliyeti oranında istifade eder. Bu "yol"a âşık olan gönül adamlarının hemen hepsi yaşadıklarını "sır" olarak sakladılar. Bazı dervişler de "ipucu" niteliğinde iz bıraktılar. Bu dünyanın dâhi sanatkâr dervişlerinden biri de İsmail Dede Efendi'dir. O, bir Zilhicce ayında mukaddes topraklarda cân vererek Sevgili'sine kavuşmuştur. Türk mûsikîsinin en büyük şahsiyeti kabul edilen bu Mevlevî derviş son bestesini de bu topraklarda yapmış ve tavaf eden âşıkları anlatan Yunus'un mısralarıyla derdini anlatmıştır:

 

Yörük değirmenler gibi dönerler

Elele vermişler Hakk'a giderler

Gönül Kâbe’sini tavaf ederler

Muhammed'in kösü çalınır bunda

 

“Allah’ın Evi”nin esrar perdesinin altına giren ve Ravza’nın perdesiyle tanışan bir âşığın “kurban” oluşunu da Mehmed Âkif Ersoy Safahat’ta anlatmaktadır.

Normal bir insan ömrüne göre hac günleri ne kadar küçük bir zaman dilimidir! Dolayısıyla hacc bize bir "şifre"nin açılımını sunmaktadır. Sevgililer mahşerinde ne yapılması gerektiğine dair ipucu vermektedir. Esas mesele hayatı "hacc" haline getirmektir. Her gün yöneldiğimiz Kâbe’nin, kıblenin bereketini yaşamaktır. Allah'ın evinin her yerde olduğunun farkına varmaktır:

 

Ararsan Mevla'yı kalbinde ara

Kudüs'te Mekke'de haccda değildir.

 

Esas mesele, hayatın her safhasında Muhammed'in güllerini koklamak, onun aşkının ateşiyle yanıp tutuşmaktır:

 

Aşkın ile âşıklar

Yansın yâ Resûlallah

İçip aşkın şarabın

Kansın yâ Resûlallah

 

Âşığım ol dildâre

Bülbülüm sol gülzâre

Seni sevmeyen nâre

Yansın yâ Resûlallah

 

Bunun için de dünya ile, madde ile, eşya ile olan ilişkilerimizi yeni baştan ciddi olarak gözden geçirmektir. Dervişlerle tanışmak, onları tanımak gerekir. Onları tanımadan aşkı ve âşıkları tanımak çok zordur. Onları tanımadan Ummanlara dalmak mümkün değildir:

 

Doğruya varmayınca

Mürşide ermeyince

Hak nasib etmeyince

Sen derviş olamazsın

 

Derviş Yunus gel imdi

Ummanlara dal imdi

Ummana dalmayınca

Sen derviş olamazsın

 

Son söz Şemseddin-i Sivasî'nin:

 

Hak cemalin Kâbe’sini kıldı âşıklar tavaf

Yerde Kâbe, gökyüzünde Beyt-i Ma’mûr olmadan


Prof. Dr. Mustafa KARA diğer yazıları