Oktay YETİŞKİN

Kıssadan Hisse - Allah’ı Bilmeyene Yüz Delil

Kıssadan Hisse - Allah’ı Bilmeyene Yüz Delil

Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir:

Fahreddîn-i Râzî, Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanları bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat’a geldiğinde; devlet ve din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki ne geliyor ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?

Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî’yi bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti.

Fahreddîn-i Râzî, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta:

- Niçin bizi ziyarete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât:

- Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun.

Bu cevap Fahreddîn-i Râzî’yi düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:

- Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.

- Sen, “Müslümanların benim ziyaretime gelmeleri vâciptir” diyormuşsun. Neden senin ziyaretine gelmek vâcip olsun ki?

- Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.

- Öyle ise anlat bakalım. İlmin hedefi Allah’ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevla’yı?

- Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ’yı...

- Peki, öyleyse söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Hâlbuki Allahü Zü’l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?

Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî:

- Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma.

Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir:

- Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir.

Fahreddîn-i Râzî hemen diz çöküp rica eder:

- Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize...


Oktay YETİŞKİN diğer yazıları