Editör

Âhireti Düşününüz! - Pîr Abdülkâdir GEYLÂNÎ

Âhireti Düşününüz! - Pîr Abdülkâdir GEYLÂNÎ

Âhireti düşününüz

Bu konuşma Cuma sabahı medresede yapıldı.

Hicrî 5 Receb 545, Milâdî 1150.

 

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) şu hadîs-i şerifi, içinde yaşadığı­mız âlem için büyük manalar taşır: “Hastaları ziyaret ediniz. Cenaze törenlerinde hazır bulunma­ya gayret ediniz. Çünkü bunlar bu âlemin ötesinde bir başka âlemin varlığını hatırlatır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v), bu kelâmı ile “Âhireti düşününüz” demek istiyor.

Hâlbuki siz ondan kaçmaktasınız. Önünüzde peşin serilen şey­leri bekliyorsunuz. Ve önünüzde hazır olan şeylerle avunmak sev­dasındasınız. Yakında her şeyle aranız açılacak, ayrılacaksınız. Bu ayrılış size danışılmadan yapılacak. Sizi ferahlandıran cümle eşya yürüyüp gidecek, giderken sizden izin de almayacak. Göçtüğünüz âlemde yorulacaksınız. Yüzünüze bakan olmayacak, öbür âlemin güçlükleri sizi yoracak. Ferah yüzü göremeyeceksiniz. Bunların sebe­bi, öbür âlemi hatıra getirmediğiniz oldu.

Ey zavallı, uyan! Çünkü sen yalnız dünya için yaratılmış değil­sin. Asıl yaratılış sebebin öbür âlemdir.

Ey gafil, sana lazım olanı ara. Sana öbür âlem lazımdır. Hâlbuki bütün gayretini bu âleme harcadın. Şehvet ve lezzet seni yıktı. Paranı gizli tuttun. Duygularını oyuncaklara verdin. Hâlbuki ölüm, “İşlerim sıkıştı, yakında başına çökeceğim” diyor.

Asıl anılacak ise öbür âlemi anlatan şeydir.

Ölüm alâmetleri, çeşitli şekilde sana göründü; sen hiç birini an­lamak istemedin. Saçların ağardı, korktun, kopardın veya beyazla­nan saçlarını siyaha boyadın. Bunları şimdi yaparsın, ama ecel gel­diği zaman ne yapacaksın? Ölüm meleği; yardımcıları ile başına çöktüğü zaman hangi gücünle onları atman kabil olur? Onları yol­cu etmen kabil oldu diyelim, tükenen rızkını nasıl telâfi edeceksin?

 Boş hevesleri bir yana at. Dünya çalışmak üzerine kurulmuştur. Çalışan kazanır. Ücretini bol alır. Çalışmadığın takdirde sana bir şey vermezler. Bu dünya, çalışmak, sabırlı olmak dünyasıdır. Bu âlem, insanı yorar, rahat öbür âlemde başlar.

İman sahibi bu âlemde nefsini yorar. Şüphesiz öbür dünyanın iyi­liği de ona gelir. Ama sen onun gibi yapmadın. Acele ettin. Burada rahat aradın. Tevbe etmedin. Bugün, yarın derken, hataları uzattın gitti. “Hele bir daha keyif çatayım, sonra bırakırım” dedin; fakat aradan yıllar geçti. Ama sen ne uyandın, ne de hataları bırakabildin. Ömrün de bitti, tükendi; pişman da oldun, ama iş işten geçti.

Her ne zaman ki, uyanıp öğüt tutup tasdik ettiysen olmadı. O nasıl uyanış ve nasıl öğüt tutuş bilmem; bir türlü olmuyor.

Yazık, ömür duvarın çatladı; belki de yıkılmak üzere. Ey aldanmış, hayat duvarın yıkılmak üzere. Bunu sen harabeye çevirdin. Aslını değiştirdin. Perişan oldun. Hâlini değiştirdin, öbür âlemi iste. Ayakların istikameti öbür dünyaya dönsün. Ayak deyince toprağa bastığın ayak aklına gelmesin, öbür âleme ileten ayak, iyi iş tut­maktır. Onları yap. Dünya mallarını öbür âleme sal. Oraya gittiğin zaman fazlası ile bulursun.

Ey dünyanın aldattığı adam! Ve ondan başka hiç bir şeyle meş­gul olmayan kimse! Kervanı bırakıp hizmetçilerle meşgul olan adam, yazık sana; öbür âlemin işleri böyle görülmez. Onu ararken kalbini buraya vermek yakışık almaz. Dünyalık işleri at. Atarsan kalbine öbür âlemin nasıl yerleştiğini görürsün. Dünya ırak olup kal­bini âhiret sevgisi istilâ edince Hakk yakınlığı sana sesini duyurur. O ses gelince âhiret de yolcu olur. O da giderse, eski hâllerini arama; Hak yakınlığını ara, O’nu bulursan kalp sağlığını bulursun, iç âle­min o kez temizlenir.

 Ey evlat! Kalbin sıhhat bulursa ilâhî bilgi ona öbür âlemde şa­hitlik eder. Hak ilmine sahip olanlar da sana şahit olurlar. Senin kendi iyiliğin için şehadet etmene lüzum kalmaz. Hem davacın, hem de şahidin kendiliğinden olur. Bu hâlinle dağlar gibi olursun. Fırtı­na, kasırga seni yerinden oynatamaz. Atılan oklar seni yere seremez. Yaratılmışları görmek seni Yaratan’dan alamaz. Onlarla karışıp otur­mak, seni bulunduğun hâlden çekemez. Hiç bir tırmalama kalbini gıdıklayamaz. Ve hiç bir keder, iç âlemini bozamaz.

 Ey cemaat! Yaratılmışın ikbali temennisi ile tutulan her şeyi bı­rakınız. Halkın dönüşünü bekleyen, Allah’tan kaçan kul, Allah’ın nimetlerine düşmandır. İyiliği inkâr yolunu o tutar. Melun olan o olur. İlâhi nurdan perdelenen o kimsedir.

Halka kalbini kaptırma. Onlar kalbini söker alır; hayır bırakmaz­lar. Dinini çalarlar. Kendilerini Hakk’ın ortağı tanıtırlar. Yaratan’ın, besleyenin büyüklüğünü unuttururlar. Seni senin için istemezler, kendileri için isterler. Hâlbuki Aziz ve Celil olan Hak, seni senin için diler. Seni senin için arayana talip ol. Onunla meşgul ol. İyiliğin için arayanın olmak, şahsî menfaati arayandan daha iyidir. Eğer aramak icap ederse ara, ara. Her şeyi onda bul. Kullardan bir şey umma.

Allah’ın en sevmediği yaratık, yaratılmışlara avuç açandır. Yardımı Allah’tan iste. Asıl zengin O’dur. Halkın hepsi çaresizler grubudur; hepsi O’na muhtaçtır. Halk, ne kendine ne de başkalarına bir fayda temin edebilir. Zarar da vermesine imkân yoktur.

O’nun sevgisini ara. O ezelden beri seni arar. O’nu dilersen mürid olursun, murad O’dur. Kabiliyetin varsa sen de murad olabilirsin. Bu kez mürid O olur. Yavru önce annesini arar. Büyüyünce annesi onu ister. Hak Teâlâ sağlam iradeni bilirse seni diler. Doğru olarak sevgine inanırsa seni sever. Yoluna deliller salar. O deliller, seni ya­kınlığa götürür.

Nasıl iflah olabilirsin; nefsin, tabiî arzuların ve şeytanî duygu­ların elini kalp gözüne saldırttın. O elleri kalbinden ırak eyle ki, eş­yayı olduğu gibi görebilesin. Nefsini cihadla, muhalif olmakla berta­raf et. Tabiat ve şeytan elini bir yana bırak ki, Hakk’ı bulasın. Bu elleri parçalarsan perdeler sana açılır. Rabb’inle aranda hicab kal­maz. Hakk’tan ayrı şeylere onun varlık gözüyle bakarsın. Nefsini ol­duğu gibi görürsün. Başkalarını yine öyle seyredersin. Nefsin hata­larını görür, bırakırsın. Başkalarının kötülüğünü anlar kaçarsın.

Bu duyguları benliğinde duyarsan ilâhî nura yakın olursun. Ora­da sana gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın bu maddî duygu ile sezemediği şeyler vardır.

Bu hâlden sonra kalp kulağın iyi şeyler işitir. Sır gözün parlak olur. Basiretin açılır. Onlara nurdan kisveler giydirilir. Keramet sü­sü takılır. Hak saltanatı ile sana sultanlık verilir. Velayet derecesine çıkarsın. Hak Teâlâ sana yardımcı olur. Her mülk emrine girer. Ar­tık seni rahatsız eden bir mahlûk çıkmaz. Her şey kalbine bekçi olur. Melekler sana hizmete gelir. Hakk Teâlâ, sana peygamber sevabı ve­rir; onların ruhaniyetini gösterir. Yaratılmışların her gizli tarafı sa­na ayan beyan görünür.

 Ey evlat! Bu makamı ara. Asıl gayen anlattığımız şey olsun. Dünyayı aramayı bırak. Dünya seni doyurmaz. Bir alırsan beş daha istersin. Hakk’ın gayri nesneler, senin manevî huzursuzluğunu gidermez. Hakk ile ol; seni O’nun nuru doyurur. İlâhî varlığın nuruna erince her şeyi bulmuş olursun. Dünya ve âhiret zenginliğini de bu­lursun.

Ey gafil, seni isteyeni iste. Seni seveni sev. Sana iştiyak duyana âşık ol. Hak Teâlâ’nın kelâmını işitmedin mi? ”Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler.” (el-Mâide, 5/54) Yine bu mevzu ile alâkalı şöyle bir kudsî hadîs vardır: “Ben size kavuşmayı daha çok arzularım.”

Yaratan, seni ibadet için yarattı. Neden oyuncakla oynarsın? O, seni kendine arkadaş etmek ister. Başkalarını neylersin? Hakk’­tan gayri ile uğraşma. Kalbine Hak sevgisinden gayrısını koyma. Hakk’tan gayrısını sevecek olursan, şefkat ve merhamet duygusu ile sev. Nefsin her şeyi sevmesi caiz olur. Ama kalbin ve sırrın Hakk’tan gayrini sevmesi ve bağlanması asla caiz olmaz. Âdem Peygamber kalbi ile cenneti sevdi, ondan ayrıldı; oradan atıldı. O, daimî kalacağını sanıyordu. Hâliyle sevgi bahane edilip başka sebep gösteril­medi. Başka yollardan atıldı. Meyve bahane oldu. Sonra kalbi Hav­va’ya meyletti; hayli zaman da ondan ayrı kaldı. Aralarında üç yüz senelik yol uzaklığı oldu. Biri Serendip’te, biri Cidde’de yaşadı. Bu mesafe aslında azdır. Üç yüz sene değildir. Ama Hakk’ın yardımı olmasaydı, üç yüz değil, üç bin yılda dahi buluşmak kabil olabilir miydi?

Yakup Peygamber kalbini oğluna bağladı. Araları açıldı; uzak­lara düştüler. Peygamber Efendimiz’in kalbi az da olsa Âişe anamıza meyletti, aralarında geçen macera onları bir müddet ayır­dı. Bühtanlar atıldı, iftiralar oldu. Günlerce onu görmeden yaşadı.

 Nefsini bırak, Hakk’la meşgul ol. Hakk’tan gayri şeylerle meşgul olma. Kimse ile ülfet etme. Kalbine yaratılmışlar sokulmuşsa onları bir yana at; Hakk sevgisini yerleştir.

Ey battal ve tembel kişiler ve ey sözümü kabule yanaşmayan ki­şiler, kabul ederseniz sizin için, etmezseniz gene sizin için. Yıkılmaz ve perişan olmak sizi bekler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Nefsin yaptığı iyi olursa kendisi içindir, kötü olursa yine ken­di aleyhine olur.” (el-Bakara, 2/286)

Yine buyurdu: “Eğer iyilik yaparsanız kendiniz için olur; kötü olursanız yine size...” (el-İsrâ, 17/7)

Bunlar şimdi pek bilinmez. Hepsi yarın meydana çıkar. Yapılan iyi işlerin neticesi, cennet olur. Kötü işlerin sonucu ise cehennem...

Yaptığınız işleri dikkatle yapmalısınız. Peygamber Efendimiz’in şu hadîs-i şerifi ne kadar hoştur: “Yiyecek verirseniz, Allah’ın emrini bilen kişilere veriniz. Gi­yecek vereceğiniz zaman, Allah’a inanmış kimseleri seçiniz.”

İttika sahibi olana dünya işinde yardımcı olursan daha rahat kulluk yapar. Yaptığı işin bir misli sana ecir verilir. İman sahibine yedirirsen yine sana yaptığı amel misli mükâfat verilir.

İman sahibinin üzerinden dünyalık bir yükün kaldırılması çok önemlidir. İmansız ve riyakâr kişilere yapılan her iyilik de aynı şekilde mukabele görür. Yardım edersen kötülük yapması için yapmış olursun. Aynı şekilde sana da kötülük yapılır. Yaptığı şerli işler bir gün senin başında patlar.

 Ey cahil! İşlerini bilgi ile yürüt. Bilgisiz işte hayır yoktur. Bilgi­nin olmadığı yerde ne iman, ne de ikan olur. Öğren ve çalış. Bunu yaparsan, dünya ve âhiretin kurtulmuş olur. İlim tahsil edip amel et­meye dayanmayacak kadar sabrın yoksa nasıl kurtulabilirsin? Sa­bırlı ve anlayışlı ol. İlmin hepsini birden kavraman kabil değildir. Bütün varlığını ilim yoluna harcarsan ancak bir parça öğrenebilir­sin.

Büyüklerden birine ilmi nasıl tahsil ettiği ve tahsil yolunu nasıl bulduğu soruldu. Cevap verdi:

“Kuşların erken kalkması, devenin tahammülü, domuzun hır­sı, köpeğin yaltaklanması üzerimde derin tesirler yaptı. Onları gör­düm, bir hayvan oldukları hâlde yaptıkları işe baktım. Ben de insa­nım, onların hareketinden ibret aldım. Kuş gibi erken kalktım. İl­min bütün ağırlığını çektim. İlme karşı bir ihtiras duydum. İlim sa­hiplerinin kapısında günlerce yalvardım.”

Ey ilim talep eden, işit bu sözleri. O büyük zâtın kelâmını iyi dinle. Bilgi ve kurtuluş istiyorsan böyle yap. İlim hayat, ilimsizlik ölümdür. İlmi ile âmil olana ve bilgiyi öğretmek için sabredene ölüm yoktur; maneviyatı ölmez. Hakk Teâlâ’nın ilim sıfatına iltihak eyler. Hayatı onunla devam eder.

Allah’ım, bize bilgiyi ve ihlâsı nasib eyle.

Âmin!

 

Kaynak: Fethu’r-Rabbânî, Abdülkâdir Geylânî


Editör diğer yazıları