Tarikatların Gayesi Nedir?
Mûtû kable en temûtû”diyor. Yani “Ölmeden evvel ölünüz!
Tarikatın ulu gayesi, kemale erişmektir. Bunun kendine mahsus bir takım stratejileri vardır. Kemale nasıl erişilir? Cenâb-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de:
“Elâ inne evliyâallâhi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn”buyuruyor. Yani: “Ey mü’minler! Biliniz ki Allah’ın öyle dostları, velileri vardır ki bunlara ne korku vardır ne de bunlar mahzun olurlar.”
Keza bir hadis-i kudsi de Cenâb-ı Hakk:
“Evliyâi tahte’l-kubâbi” yani “Benim evliyalarım, benim kubbelerim altında gizlidir” diyor. Bununla ilgili olarak Cenâb-ı Peygamber de doğrudan doğruya anlaşılması güç, çok gizem dolu bir hadiste:
“Mûtû kable en temûtû”diyor. Yani “Ölmeden evvel ölünüz!”
Şimdi bir ikisi dışında bütün tarikatlar hep tezkiye-i nefs üzerine giderler. Yani nefsin saflaştırılması esasına dayanırlar. Nedir bu nefs, Allah aşkına? Nefs neme ne şeydir ki bunu saflaştırmaya mecbur tutulalım?
Beyan etmiş olduğumuz gibi Cenâb-ı Hakk bizim vücudumuzda üç öğe yaratmıştır: 1)Bedenimiz, 2)Nefsimiz ve 3)Rûhumuz. Şimdi biz, bedenimizi görüyoruz. Nefsimizin de âsârını müşahede ediyoruz. Karnımız acıkıyor, doyuyoruz, susuyoruz, susuzluğumuz gidiyor; uyuma ihtiyacımız beliriyor, bunu gideriyoruz; uyuyoruz. Bunlar hep nefsimizin tezahürleri.
Peki, içinizde hiç ruhunu görmüş olan var mı? Ruhumuzu göremiyoruz, Ama bedenimizin ve nefsimizin derununda bu iç içe mübarek kasalara emanet edilmiş olan Cenâb-ı Hakk’ın Rûhu değil mi? “Ona Rûh’umdan üfürdüm” demiyor mu? Biz bunu görebiliyor muyuz? Göremiyoruz. Niye göremiyoruz? Çünkü ruhumuzla bizim idrakimiz arasında nefsimiz hükümran. Nefsimiz bir mahbes rolü oynuyor, bir engel rolü oynuyor. O hâlde nedir bu nefs?
Bu nefs öyle bir mahlûk ki ölümü tatmaya müheyyâ, fakat öldükçe dirilen bir mahlûk; hani dokuz canlı derler ya! Nefis insanın Rûh’a olan yolculuğunda, Rûh’a erişmesini önlemek için tedbir üstüne tedbir alır. Her türlü hileye, her türlü denâate, şenaate, dalâlete başvurur. Şu halde ne yapmak lazım? Nefsi tezkiye etmek lazım demişler tarikat büyükleri. Bunları da nefislerinde yaşamışlar.
Nefis nasıl tezkiye edilir?
Genellikle nefsin yedi vechesi, ya da yedi yüzü, ya da yedi sûru, ya da yedi perdesi, ya da yedi kalesi olduğundan bahsedilir. Bunlara sırası ile verilen resmî adlar şöyledir:
Birincisi Nefs-i Emmâre, yani kötülüğü emreden nefsdir. Nasıl bir mertebedir bu nefs mertebesi? Bu nefis mertebesi insana; şehveti, hırsızlığı, hiddeti, iddeti, dedikoduyu, gıybeti, nekesliği, yalanı, nifâkı, hilebazlığı, hasedi, tembelliği, yalancılığı, haksızlığı, sabırsızlığı, muhabbetsizliği, şefkatsizliği, nemelazımcılığı, idraksizliği ve bunun gibi hatırınıza ne kadar kötü evsaf gelirse insana bunları emreder.
Nefsin ikinci mertebesi Nefs-i Levvâme vechesidir. Kendini kınayan nefs demektir. Bu nefs mertebesinde nefs, vehimle mülevvestir. Vehmin tam gulyabanîleştiği bir durumdur bu. Bu durumda insan kendisinde olmayan evsafı kendisine izafe ettiği gibi, kendisinde olmayan hataları da kendisine izafe edebilir. Her bir şeyde hatalı olduğunu, günahkâr olduğunu göğsüne vurarak, tövbe ederek, kendisini kınayarak ortaya koyar. Yahut da büyük bir paranoya içinde “Benden daha âlâsı var mı? Ben o işi çok iyi bilirim. O kimse mi, beş para etmez, esas bana sor” gibilerinden efelik taslar. Her ikisi de vehimdir. Vehim, yani kuruntu, insanın kendisine ister müspet, ister menfi olsun, kendisinde olmayan vasıfları atfetmesi marazıdır..
Nefsin üçüncü mertebesi Nefs-i Mülhimme yani kendisine ilhâm olunan nefs mertebesidir. Bu ilhâm; şeytânî de rahmanî de olabilir. Çok tehlikeli bir mertebedir. Ve dikkat edilmesi gereken husus şudur ki nefs, her bir mertebede insanın kendisinin gerçek mahiyetini anlamaması için bin bir türlü hile, bin bir türlü desise ihdas eder.
Dördüncü mertebe ise insanın yavaş yavaş artık nefsin hilelerini-hurdalarını öğrendikten sonra bu bilgisinin kendisine verdiği itminan ile elde ettiği Nefs-i Mutmainne mertebesidir. Yani itminana ulaşmış nefs mertebesidir.
Bu mertebeyi de aşan beşinci mertebe olarak karşısında Nefs-i Râdiyye mertebesini yani Allah’tan razı olan nefs, Allah ‘tan hoşnut olan nefs mertebesini bulur.
Altıncı nefs mertebesi Nefs-i Mardiyye mertebesidir; yani Allah’ın kendisinden razı olmuş olduğu nefs mertebesi.
Ve son nefs mertebesi de Nefs-i Kâmile ya da Nefs-i Sâfiyye, yani kâmil ya da saf nefs mertebesidir. Kâmil ve saf nefs mertebesinin hilesini de hurdasını da aşmaya muvaffak olan bir kimse nefs yönünden bir kemâl mertebesine ulaşmış olur.
Kemâlin sonu yok ama bu, ilk kemâl mertebesidir.
Nasıl bir kemâl mertebesi? Bakınız Cenâb-ı Peygamber’in çok ilgi çekici bir hadîsi var. Cenâb-ı Peygamber bir seferden dönüldüğü zaman Ashâb-ı Güzin’e demiş ki:
“Ey ashabım! Küçük Cihâddan döndük; şimdi zaman en büyük cihâd zamanıdır.”
“En büyük cihâd nedir Yâ Rasûlullah?” diye sorulduğunda da:
“En büyük cihâd; nefse karşı açılan cihâddır” diye cevap vermiştir. Bu, nefsin hevâ ve heveslerine, hilelerine, desiselerine açılmış olan cihâddır. İşte, Turûk-i Aliyye dediğimiz bütün tarîkatlarda nefse karşı ve onun yedi mertebesinin bütün hile ve hurdalarını öğretmeye, insanı bu konularda bilgi sâhibi kılmaya matuf bir cihâd ilân edilir.
Nefsin bu yedi mertebesine Etvâr-ı Seb’a yani “Yedi Tavır” diyoruz. Ehli tarik;
Nefs-i Emmâre’ye tekabül eden peygamber tavrına; Tavr-ı Âdemiyye (Hz. Âdem’in tavrı),
Nefs-i Levvâme’ye tekabül eden peygamber tavrına; Tavr-ı Nûhiyye, (Hz. Nûh’un tavrı),
Nefs-i Mülhimme’ye tekabül eden peygamber tavrına; Tavr-ı Yahyâviyye,
Nefs-i Mutmainne’ye tekabül eden peygamber tavrına Tavr-ı İdrîsiyye,
Nefs-i Râdiyye’ye tekabül eden peygamber tavrına Tavr-ı İseviye,
Nefs-i Mardiyye’ye tekabül eden peygamber tavrına Tavr-ı Mûseviyye,
Nefs-i Kâmile ve Nefs-i Sâfiyye’ye tekabül eden tavra da Tavr-ı İbrâhimiyye demektedirler.
Peki, bir kere de sizin fehametinize müracaat etmek isterim. Eğer nefse karşı cihâd, cihâd-ı ekber (en büyük cihâd) ise bu cihâda kalkışan kimseye ne derler? Tabiî ki “mücâhid” ya da “mücahide” derler. “Mücâhid-i ekber, mücâhide-i ekbere” derler.
Peki, nefse karşı cihâdda vefat eden kimse ne olur? Şehid olur efendim, şehid! Bakınız, buradan tekrar hadîs-i kudsîye dönüyorum. Diyor ki Cenâb-ı Hakk:
“Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır. Bu nafile ibadetlerle o kadar yaklaşır ki, ben onun gören gözü, işiten kulağı, işleyen eli olurum.”
Alıntı; Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Kamil Mürşidlerin Mirası, Timaş, 2004
Emre ALTINTAŞ diğer yazıları
- 01 Aralık 2021 İntisâb , İnâbe ve Bey´at Kavramları
- 28 Eylul 2019 Allah’ı Görmek Mümkün müdür?
- 20 Aralık 2018 Akaid - Ömer NESEFÎ
- 03 Haziran 2014 Yahudiler, Peygamber Efendimizi Sihirle Öldürmeye Kalkıştılar?
- 16 Şubat 2013 Namazda Niçin Huşu Duyamıyoruz?
- 11 Mart 2012 Korku Halinde Namaz Nasıl Kılınır?
- 05 Ekim 2011 Faydalı İlmihal Bilgileri