Emre ALTINTAŞ

İntisâb , İnâbe ve Bey´at Kavramları

İntisâb , İnâbe ve Bey´at Kavramları

İntisâb etmekle kurtulunur mu? "Senin adına her şeyi efendi yapar; ilme ve amele ne gerek var" anlayışı doğru mu?

İntisâb: Bir kimse veya guruba mensup olmak, aralarına katılmak ve şeyhe bağlanmak anlamına kullanılır. İntisâb, insanın daima hürmet ve bağlılık duyacağı bir büyükle beraber bulunmaya azmetmesi, onun nasihat ve rehberliğinde mânevi eğitimini tamamlamak üzere taahhüdde bulunmasıdır. Tasavvufta intisâb için öncelikle kişinin kendini hazır hissetmesi ve bir mürşide başvurması esâstır. İntisâb edene müntesib denir. Müntesib, muhib / sempatizan'dan bir ileri derecedir. Kişi intisâbla bağlandığı kişiyi kendinin mihveri olarak görür.

İnâbe: Genellikle işlenen günahlardan pişmanlık duyup Allah'a dönmek, halktan Hakk'a yönelmek anlamında kullanılan bir kavramdır. Tevbenin bir ileri derecesidir. Tevbe insanın görünür günahlarından kaçması, inâbe içindeki kusurlarından kaçıp Allah'a dönmesidir. İnâbe aynı zamanda el alma ve şeyhe bağlanma anlamına da kullanılır. Şeyhten el alma işleminde önce tevbe yapıldığından şeyhe intisâb için inâbe kavramı da kullanılır olmuştur.

Bey'at: Satmak ve satış muamelesi demektir. Tasavvufta tâlib denilen mürid adayının şeyhe ve onun vereceği emirlere bağlı kalacağına, mal satan insanların elele tutuşması gibi bir musâfaha ile şeyhe söz vermesidir. Bey'atin temeli, Hz. Peygamber (s.a.v)'in İslâm'a girmek isteyenlerden, cihâd ve hicret gibi önemli faaliyetlere katılacak olanlardan söz almasıdır. Nitekim Kur'an'da Hudeybiye'de bey'at eden sahâbîler övülmekte, onların Allah Rasûlü'ne olan bey'atleri, Allah'a yapılmış sayılmaktadır”.( el-Feth, 10)

Tasavvuf kavramı olarak bey'at, intisâb ve inâbenin birbirinden farkı yoktur. Ancak bu soruda intisâb ve bey'atle siyâsî otoriteyi temsil eden halife, devlet başkanı ve devrin imamına yapılması emredilen bey'at kasdediliyorsa o zaman durum farklıdır. Bu bey'at, onun yerine geçmez. Çünkü siyâsî otorite ile ilmî veya manevî otorite birbirine denk değildir. Biri diğerinin yerine kaim olamaz.

 

İntisâb etmekle kurtulunur mu? "Senin adına her şeyi efendi yapar; ilme ve amele ne gerek var" anlayışı doğru mu?

İslâm'da kişilerin değerlendirilmesi amel ve fiille, fiillerin değerlendirmesi ise niyetlerdir. Herkes niyyeti kadar ecir ve sevab alır. İslâm'da birinin günahı sebebiyle bir başkası hesaba çekilemediği gibi, bir başkasının yaptığı amelin, diğerine faydası olmaz. Bu iki durum Kur'an nassı ile sabittir. Nitekim: "Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü üstlenmez."(en-Necm, 38) âyeti hiç kimsenin kimsenin günahını yüklenmeyeceğini; devamındaki "İnsan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur. Ve çalışması da ilerde görülecektir.”(en-Necm, 39-40) âyeti ise herkesin ancak kendi yaptığıyla karşılaşacağını; "Kim zerre miktarı hayır işlemişse onu, kimde zerre miktarı şer işlemişse onu görecektir."( ez-Zilzâl, 8-9) âyeti de her amelin mutlaka değerlendirileceğini göstermektedir. Bu âyetler ışığında konuya bakıldığı zanlan kimsenin amelinin kimseye gitmeyeceği ve herkesten kendi amelinin beklendiği ortaya çıkmaktadır. Binâenaleyh insanın intisâb etmesi bir bilinç ve şuur sürecinin başlaması ve buna bağlı olarak amellerde duyarlılık anlayışının devreye girmesi demektir. İntisabın kurtuluşa vesile olan tarafı bu süreci başlatmış olmasıdır. Böyle bir süreci başlatmak yerine, kişiyi ilim ve amelden alıkoyacak bir intisâb anlayışı elbette yanlıştır. Ancak bu ifâdeler eğer kişinin kendi ilim ve amelini küçük görmesi ve mürşidinin ilim ve ameline değer vermesi anlamında kullanılmışsa o zaman başka. Ama bu haliyle, bu ifâdelerin gerçek tasavvufla irtibatı söz konusu olamaz.

Kaynak: 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz


Emre ALTINTAŞ diğer yazıları