Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Peygamberimiz (s.a.s) ve Ramazân

Peygamberimiz (s.a.s) ve Ramazân

Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır. (Müslim, Sıyâm/1)

“Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır.” (Müslim, Sıyâm/1)

“Ramazan olduğu zaman rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulurlar.” (Müslim, Sıyâm/2)

Ramazan ayında diğer aylardan farklı olarak sahur, iftar ve teravih namazı vardır.

Allah Rasûlü (s.a.s), sahurla ilgili olarak: “Sahur yemeği yiyin. Çünkü sahurda bereket vardır” buyurmuştur. (Müslim, Sıyâm/45, Riyâzu’s-Sâlihîn II, 495) Yine bir hadisinde: “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın (yahudi ve hıristiyanların) orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir” (Müslim, Sıyâm/46) buyurarak sahura kalkmanın önemine işaret etmişlerdir. 

İftarda acele etmemiz de Allah Rasûlü tarafından tavsiye edilmiştir. Konu hakkında:

“İnsanlar, (Sünnetime uygun olarak) iftar etmekte acele davrandıkları sürece hayır üzere yaşarlar” buyurmaktadır. (Müslim, Sıyâm/48)

Ashâb-ı Kirâm’ın naklettiğine göre, Peygamberimiz (s.a.s) iftar ve akşam namazında acele eder, bunları tehir etmez, geciktirmezdi. (Müslim, Sıyâm/49-50) Anadolu’muzda, bu rivayetten kaynaklanan güzel bir gelenek vardır. Akşam namazı için camiye giden oruçlu cemaat, yanlarına zeytin ve hurma gibi iftariyelik alırlar. Ezan okununca bunları birbirlerine ikram ederek, iftar edip namaz kılarlar. Böylece Peygamberimizin (s.a.s) sünneti üzere hem iftarı, hem de namazı geciktirmemiş olurlar.

Bir gün Rasûlullâh (s.a.s), ashaptan Sa‘d b. Ubâde’nin (r.a) yanına geldiğinde Hz. Sa‘d, kendisine bir parça ekmek ve zeytin çıkardı. Allah Rasûlü, bunları yedi. Sonra da: “Sofranızda oruçlular iftar etsin, yemeklerinizi iyi kimseler yesin, melekler de size dua etsin!” buyurdu. (Riyâzu’s-Sâlihîn II, 517)

Peygamberimiz (s.a.s), oruçlu birine ikram ile iftar ettirenin oruçlunun sevabı kadar sevap kazanacağını, oruçlunun sevabından da hiçbir şeyin eksilmeyeceğini müjdelemiştir. (Riyâzu’s-Sâlihîn II, 516)

Ramazan ayında, yatsı namazına ilave olarak, vitirden önce kılınan teravih namazının, inananların affına vesile olacağı bildirilmiştir. O, şöyle buyurmaktadır:

“Bir kimse Ramazan-ı Şerîfin gecelerinde, ibadetin sevabına inanarak ve mükafatını sadece Allah’tan umarak O’nun rızası için teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn/173, Riyâzu’s-Sâlihîn II, 463)

“Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan gecelerini ibadetle geçiren kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn/173-174, Riyâzu’s-Sâlihîn II, 463)

Ramazanda oruç tutmanın sevabı o kadar çoktur ki bunu herhangi bir ölçüye sığdırmak mümkün değildir. Oruçlu kişi eline, diline ve gözüne de sahip olmalı, kimse ile çekişmemelidir. Nitekim Cenâb-ı Allah (c.c) bir hadis-i kudsîde şöyle buyurur: “Aziz ve celil olan Allah, ‘Âdemoğlunun işlediği her hayır ve ibadet kendisi içindir (bir menfaat düşüncesi var). Ancak oruç böyle değildir. Çünkü oruç, sadece benim (rızam) için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını, ben veririm” buyurur.

Oruç tutanlara dair birkaç hadis-i şerif şöyledir: “Oruç bir kalkandır. Herhangi biriniz oruçlu bulunduğu gün, artık kötü söz söylemesin ve bağırıp çağırmasın. Eğer biri kendisine söver yahut onunla dövüşmek isterse hemen ‘Ben oruçluyum’ desin!”

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun (ağzındaki açlık) kokusu, Kıyâmet gününde Allah katında misk kokusundan daha temizdir. Oruçlunun, ferahlanacağı (iki önemli) sevinç anı vardır. İftar ettiği vakit iftarıyla sevinir, Rabbine kavuştuğu zaman da orucu (nun mükâfatı) ile ferahlanıp sevinir.” (Müslim, Sıyâm/163)

Peygamber Efendimiz (s.a.s), samimiyetle Ramazan orucunu tutanların cennete, özel bir kapıdan alınacaklarını müjdelemiştir:

“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan Kıyâmet gününde yalnız oruçlular girer. O kapıdan onlardan başkası giremez. (Kıyâmet gününde) ‘Oruçlular nerede?’ diye nida edildiğinde, oruçlular kalkıp oradan girerler. Oruçluların sonuncusu içeriye girdiği zaman kapı kapatılır ve içeriye artık başka hiç kimse giremez.” (Müslim, Sıyâm/166)

Hiç kuşkusuz Peygamber Efendimiz (s.a.s) zamanındaki Ramazanlar, her yönüyle daha feyizli ve mânen daha bereketliydi. Ashâb-ı Kirâm’ın haber verdiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.s) insanların en cömerdi idi. Bilhassa Ramazan’da, Cebrail (a.s.) ile karşılaştığı zaman cömertliği son dereceyi buluyordu. Cebrail Aleyhisselâm, Ramazan’ın her gecesinde Rasûlullâh (s.a.s) ile buluşup karşılıklı olarak birbirlerine Kur’ân okurlardı. İşte böylece Rasûlullâh (s.a.s), Cebrail ile buluştuğunda insanlara rahmet getiren rüzgârlardan daha cömert ve daha faydalı olurdu.” (Müslim, Fedâil/50; Riyâzü’s-Sâlihîn, II, 491)

Allah’a ve âhiret gününe inananlar için en güzel bir örnek olan Peygamberimiz (s.a.s) Ramazan’ı böyle idrak ediyorsa, biz inananların da özellikle bu mübarek ayda çevremize karşı cömert olmamız ve bol bol Kur’ân okuyup, dinleyip ve onun muhtevasıyla amel etmemiz gerekmektedir.

Yine Sahâbe-i Kirâm, Rasûlullâh Efendimiz (s.a.s)’in Ramazan’ın son on gününde itikâfa girdiğini haber vermiştir. İtikâf, camide veya cami hükmündeki bir yerde ibadet niyetiyle bir süre kalmaktır. Bu sayede kişi belirli bir süre dünyevî işlerden sıyrılarak Cenâb-ı Allah’a (c.c) yakınlaşmak ve dinî duyarlılığını artırmak için çaba gösterir, beşer olarak hatalarını gözden geçirir, ilahî lütuf ve feyze erişmeyi gaye edinir.

Peygamberimiz (s.a.s), Ramazan’ın son on gününde itikâfa girerdi. Hz. Âişe annemiz, Rasûlullâh’ın bu mübarek ayın son on gününü nasıl ihya ettiğini şu sözlerle rivayet eder:

“Rasûlullâh (s.a.s), Ramazan’ın son on günü girince, geceleri ihyâ eder (değerlendirir), ehil ve ailesini uyandırır, ibadete daha fazla önem verir, diğer vakitlere göre daha çok ibadet gayretine ve çalışmasına girerdi.” (Müslim, İtikâf/7)

Rivayetlerden de anlaşılacağı üzere, Peygamberimiz (s.a.s) zamanındaki Ramazanlarda başta kendisi olmak üzere bütün Müslümanlar sahura, iftara, terâvihe, geceleri ihyâ etmeye gereken önemi vermekte, çokça Kur’ân-ı Kerîm okuyup dinlemekte (mukâbele), yoksullara daha fazla yardım etmekte, her zamankinden daha çok ibadet gayretine girmekte ve yetimlerin yüzünü güldürüp, çocukları sevindirmekte idiler.

Cenâb-ı Allah (c.c), Ramazân-ı Şerîf ayını bihakkın idrak etmeyi cümlemize nasip eylesin…


Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL diğer yazıları