Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Sümâme b. Usal’ın Müslüman Oluşu

Sümâme b. Usal’ın Müslüman Oluşu

Kur’ân’a ve Hz. Peygambere sadakatle bağlandı.

 

Buhârî’de Ebû Hüreyre’den (r.a) nakledildiğine göre Hz. Pey­gamber (s.a.s) Necd tarafına bir askerî birlik göndermiş, bölgede yürütülen askerî hareket neticesinde Benû Hanîfe’den Sümâme b. Usal adlı biri esir alınarak Medine’ye getirilmiş ve Mescidin direklerinden birine bağlanmıştı. Resûlullâh, mescide çıktığında:

“Ey Sü­mâme, gönlünden ne geçiriyorsun? Benden ne umuyorsun?” diye sordu. Sümâme buna şu cevabı verdi:

“Gönlümde hayır ümidi var ey Muhammed! Şayet sen beni öldürürsen, kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Şayet bana (afv ni­meti) in’âm edersen, nimete karşı şükreden bir kişiye in’âm etmiş olursun. Eğer (kurtuluş akçesi için) mal istersen, ne kadar istersen, işte malım, veririm!”

Karşılıklı olarak yapılan bu konuşmadan sonra -İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre- Hz. Peygamber, Sümâme’ye müslüman olma­sını söyledi. Fakat o, müslüman olmaktan kaçındı.

Hz. Peygamber, Sümâme’nin yanına ikinci ve üçüncü gün de uğradı. Aynı konuşmalar tekrarlandı, fakat Sümâme bir türlü müs­lüman olmuyordu. Hattâ -İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre- sonun­cu gelişinde Hz. Peygamber’e:

“Ey Muhammed, artık yeter, eğer öldüreceksen öldür... Fidye istiyorsan, ne kadar diliyorsan söyle ve­reyim!” dedi.

Resûlullâh (s.a.s), bir süre sonra Sümâme’nin salıverilmesini ashâbına emretti. Böylece Sümâme, affa uğradı ve salıverildi.

Ancak burada şuna işaret edelim ki, Sümâme, kendi kabilesi­nin ileri gelenlerinden biri olduğu için Peygamberimiz onun itiba­rını düşünmüş, bizzat evinden yemek çıkartmış, ilâve olarak da sabah-akşam deve sütü ikram edilmişti.

Bu sırada ibretli bir gelişme oldu. Serbest bırakılan Sümâme’­nin, memleketine dönüp gideceği sanılırken yıkanıp temizlenmiş olarak Hz. Peygamber’in yanına gittiği görüldü. Gerçekten de Sümâme, Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelerek müslüman oldu ve hu­zurda şöyle dedi:

“Ey Muhammed, vallahi şu yer üzerinde bana senin yüzünden daha düşman bir yüz yoktu. Fakat bu sabah, senin mübarek siman, bana yüzlerin en sevimlisi göründü. Vallahi ben dinler içinde en çok senin dinine düşmandım. Fakat bu sabah, senin dinin bana gö­re dinlerin en sevimlisidir. Vallahi ben memleketler arasında, en çok senin şehrinden nefret ediyordum. Fakat bu sabah, senin için­de bulunduğun şehir, bana göre şehirlerin en sevimlisidir…” (Tecrîd, X, 374 vd.; h. no: 1647; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 287 vd)

İbn Hişâm’da şu bilgiler de yer almaktadır:

Müslüman olduktan sonra da mutat veçhile Sümâme’ye yemek çıkarıldı, sabah akşam deve sütü verildi. Fakat yemek ve süt artı­yordu. Daha düne kadar hepsini yiyip içtiği halde doymaz gibi davranan Sümâme’ye bugün aynı miktar yemek ve sütün fazla gel­miş olması, sahâbeyi hayrette bıraktı. Hz. Peygamber şu yorumla sahâbenin merakını giderdi:

“Bunda şaşılacak bir şey yok! İnkârcı kişi, hiç doymayacakmış gibi, sanki yedi ağzı ve yedi midesi varmış gibi yer. Müslüman ise açgözlü değildir, o bir ağzı ve bir midesi olduğunun farkındadır.” (İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 288)

Birkaç gün sonra Resûl-i Ekrem’in tavsiyesi üzerine Sümâme (r.a), Umre için Mekke’ye gider. Mekke ileri gelenleri, onu İslâm’a girmekten dolayı kınamaya kalkışırlarsa da o, söylentilere aldırış etmez. Fakat Mekkeli inkârcıların bu tavırlarına kızarak memleke­tine dönünce çok muhtaç oldukları zahire sevkiyatını durdurur, ya­ni Mekkeliler aleyhine ambargo koyar.

Bunun üzerine Mekkeliler, Hz. Peygamber’e mektup yazarak ve İslâm’ın akrabalık ve sıla-i rahim gibi emirlerini de hatırlatarak yardım rica ettiler. Bunun üzerine rahmet peygamberi olan Nebiyy-i Muhterem (s.a.s) bir mektup yazdırarak Sümâme’ye gönderdi. Bu­nun üzerine Sümâme ambargoyu kaldırdı ve Yemame bölgesinden Mekke’ye zahire sevkiyatı tekrar başlamış oldu. (Tecrîd, X, 314, vd. h. no: 1647; İbn Hişâm, IV, 287 vd.; M. Âsım Köksal, İslâm Tarihi, VI, 9-14)

Sümâme (r.a), ömrü boyunca müslümanlığı samimiyetle ya­şadı, Kur’ân’a ve Hz. Peygambere sadakatle bağlandı.

Bu olayda Peygamberimizin iki özelliği bilhassa dikkatleri çek­mektedir: Birincisi, bir müslüman kazanmaya hırsla düşkün olma­sı; ikincisi, bir insanı İslâm’a kazanmayı, dünya ve içindeki her şeyden daha kıymetli tutması. Bilindiği gibi Sümâme, kurtuluşu için ne istenirse vereceğini söylediği halde Peygamber Efendimiz bir ku­ruş istemiyor, ama onun müslüman olmasını istiyor, öyle davranı­yor ki, neticede Sümâme kendi isteği ile müslüman oluyor. Diğer bir husus, henüz müslümanlığı kabul etmemiş durumda olan Mekkelilere insafı elden bırakmaması. Zahire ambargosunu devam et­tirebilirdi; fakat o, aksine Sümâme’ye ambargoyu kaldırması isti­kametinde talimat verdi. Rahmet Peygamberinin bu merhameti, bir gün Mekkelilerin de İslâm’a girmesine yol açacaktı.


Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL diğer yazıları