Ehl-i Beyt Sevgisi

Hasan ile Hüseyin, dünyada kokladığım iki reyhanımdır.

Ehl-i Beyt Ne Demektir?

Ehl-i Beyt’in sözlük anlamı, “ev halkı” demektir. Ev Halkı’nın içine şahsın eşi, çocukları, torunları ve yakın akrabası girer.

Terim olarak Ehl-i Beyt denilince, “Hz. Peygamber’in (s.a.s) aile fertleri, soyu, yakınları” anlaşılır.

Kur’ân-ı Kerim’de Ahzâb Sûresi’nin 33. âyetinde Rasûl-i Ekrem’in (a.s) ev halkına hitaben “Ehl-i Beyt” ifadesi yer alır.

Bu terim, hadîs-i şerîflerde de, “Peygamber Efendimizin (s.a.s) ev halkı” anlamında kullanılmıştır. Bazı hadislerde Nebiyy-i Muhterem (s.a.s) Efendimizin önemli bir emanet olarak ümmetine bıraktığı değerli bir kaynak olarak Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet sıralandığı gibi1 “Sekaleyn” unvanıyla bilinen hadiste de söz konusu iki değerli kaynaktan birinin “Kur’ân-ı Kerim”, diğerinin “Ehl-i Beyt” olduğu belirtilir.2 Mesele, bazı rivayetlerde ikinci sırada yer aldığı görülen Sünnet’le birlikte düşünüldüğünde Rasûl-i Ekrem Efendimizin en yakınında olmaları itibariyle Ehl-i Beyt’in Sünnet’i doğru biçimde kavrama, özümseme ve uygun davranışlarla temsile ehil olma açısından önem taşıdığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu durum, Sevgili Peygamberimizin, Ehl-i Beyt’e ayrı bir vurgu yaptığına delâlet eder.

Nebiyy-i Muhterem (s.a.s) Efendimizden Ehl-i Beyt sevgisine dikkat çeken başka rivayetler de vardır. Bu tür rivayetlerden birinde sevgi kavramı özellikle zikredilmiştir. Buna göre Rasûl-i Ekrem (s.a.s) peş peşe üç önemli sevgiye dikkat çekmektedir: Bunlardan birincisi ihsan ettiği çeşitli nimetlerle bizi rızıklandırması sebebiyle Yüce Allah’ı sevmemiz, ikincisi Yüce Allah’ın sevgisiyle Rasûl-i Müctebâ Efendimizi sevmemiz, üçüncüsü ise Peygamber Efendimizin sevgisiyle Ehl-i Beyt’i sevmemizdir.3

 

Ehl-i Beyt Kavramı İçine Kimler Girer?

Ehl-i Beyt kavramına kimlerin girdiği konusunda şunlar söylenebilir:

Ehl-i Beyt, Sevgili Peygamberimizin ev halkıdır. Ev halkı ile birlikte Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin. Yani Hz. Ali ile Hz. Fâtıma ve evlâtları da bunlar arasındadır. Sadaka alması yasaklanan Hz. Abbas, Hz. Akîl ve Hz. Ca’fer’in çocukları gibi yakın akraba grubunu da buna ekleyen âlimler vardır. Ayrıca, Efendimiz Hazretlerinin izinden giden tüm mü’minlerin bu kapsama girdiği de rivayetler arasındadır.

Hz. Hüseyin’le ağabeyi Hz. Hasan, babası Hz. Ali ve annesi Hz. Fâtıma, hiç kuşkusuz Ehl-i Beyt’in seçkinleri arasındadır. Bu bağlamda İslâm tarihinde Hz. Hasan soyundan gelenlere “Şerîf”, Hz. Hüseyin soyundan gelenlere ise “Seyyid” unvanı verilmiştir. Tarih boyunca bu mümtaz şahsiyetlere muhabbet, Rasûl-i Ekrem Efendimize beslenen sevgi ve saygının bir yansıması gibi algılanmış, soylarının karışmasını önlemek için şecereleri/soy kütükleri kayıt altına alınmış, sadaka almaları caiz olmadığından maddî ihtiyaçlarının temini gayesiyle hazineden tahsisat bağlanmıştır. Osmanlılar zamanında da bu hususa ehemmiyet verilmiş ve Nakîbü’l-Eşraflık teşkilâtı seyyidlerle ilgili faaliyetleri yürütmüştür.

 

Asr-ı Saâdet’te Ehl-i Beyt Sevgisi

Asr-ı Saadet’te Müslümanlar Nebiyy-i Muhterem Efendimizi sevdikleri gibi onun Ehl-i Beyt’ini de severlerdi. Yaşayan Kur’an olan Efendimiz Hazretlerinin örnekliğini, en başta onlardan öğrenirlerdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, başta eşleri (Ümmehâtü’l-Mü’minîn) olmak üzere tüm Ehl-i Beyti’ni çok severdi. Ashâb-ı Kiram da ona besledikleri samimi muhabbetin benzerini Ehl-i Beyt’e de gösterirlerdi.

Ashâb-ı Kiram’ın tanıklığına göre Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s) bilhassa Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e beslediği ilgi, şefkat ve muhabbet çok derindi. Onların ağlamasına bile üzülürdü. Bir gün Hz. Hüseyin’in ağladığını duyunca kızı Fâtıma’ya, “Onun ağlamasına üzüldüğümü bilmiyor musun?” buyurdu.4

Peygamber Efendimiz bir gün çarşıya gitmişti, orada bir süre kaldıktan sonra dönüp kızı Fâtıma’nın evi önünde oturdu, torunlarını kastederek, “Çocuk orada mısın” diye seslendi, çocuklardan bir cevap alamadı, belki de anneleri onları giydirmekle meşguldü. Bu sırada ilginç bir gelişme oldu, çocuklardan biri koşarak gelip dedesinin kucağına atıldı. Efendimiz Hazretleri sevinç içinde onu kucağına alıp öptü ve “Allah’ım! Sen bu çocuğu sev, onu seveni de sev” diye dua etti.5 Keza Mefhar-i Mevcûdat Efendimiz, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e bakıp, “Allah’ım! Ben bunları seviyorum, Sen de sev bunları…” dediği rivayet edilir.6

Ashâb-ı Kiram tarafından nakledildiğine göre bir defasında Sevgili Peygamberimiz, “Hasan ile Hüseyin, dünyada kokladığım iki reyhanımdır.”7 buyurdu.

“Hasan ile Hüseyin, cennet gençlerinin iki seyyidi (beyefendisi) dir” hadisi de Server-i Kâinat Efendimizin, torunları hakkında verdiği müjdelerdendir.8

Nakledildiğine göre bir gün Sevgili Peygamberimiz bir yemeğe davetliydi. Ashâb-ı Kiram ile yolda giderken gözü torununa ilişti. Hz. Hüseyin oralarda oynuyordu. Bu sırada Efendimiz Hazretleri birlikte yürüdüğü arkadaşlarından ayrılarak Hz. Hüseyin’e ulaşmak istedi, Hüseyin hareket hâlinde olduğundan onu yakalamak için biraz uğraştı, nihayet ona ulaştı, yakalayıp kucakladı, şefkatle bağrına basıp öptü ve, “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’den….” buyurdu.9

Ashâb-ı Kiram’ın nakline göre bir gün Hz. Peygamber, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in ellerinden tutmuş, onlardan, “Evlâtlarım!” diye bahsederek şöyle diyordu:

“Hasan ile Hüseyin benim evlâtlarımdır; onları seven beni sevmiş, onları gazaplandıran (öfkelendiren/kızdıran) beni gazaplandırmış olur.”10

Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s) torunlarına sevgisi samimi, yürekten ve devamlı idi. Bunun tabii bir sonucu olarak Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin çocukken bazen ikisi birden dedelerini görünce ona doğru koşarlardı, o da ikisini birden kucaklayıp şefkatle bağrına basardı.11

Rasûl-i Ekrem Efendimizi, Hz. Hüseyin’i omzunda taşırken gören bir şahıs: “Ey çocuk, binmiş olduğun bineğin ne güzeldir!” diye nükte yapınca Hz. Peygamber de, “Bineğin üstündeki de ne güzel binicidir!” diye nükteye karşılık verdi.12

Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kıymetli torunlarının anneleri olan kızı Fâtıma’yı da çok severdi.

Onun buyurduğuna göre, “Fâtıma, cennet ehli kadınlarının seyyidesi (hanımefendisi)” idi. Fâtıma adeta ondan bir parça idi, onu kim öfkelendirirse Efendimizi öfkelendirmiş olurdu.13

Hz. Ali’den nakledilen bir habere göre Efendimiz Hazretleri bir gün Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in ellerinden tuttu ve şöyle dedi:

“Bir kimse beni severse ve şu ikisini (Hasan ile Hüseyin’i), bir de bunların anasını ve babasını (Fâtıma ve Ali’yi) severse, kıyamet gününde dereceleri benimle beraber olur.”14

Hz. Âişe’nin verdiği bir habere göre Nebiyy-i Muhterem (a.s) bir sabah üzerinde siyah kıldan dokunmuş, nakışlı bir aba olduğu hâlde çıktı. O sırada Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan geldi. Peygamber Efendimiz onu bu abanın içine aldı. Sonra Hz. Hüseyin geldi, o da Hz. Hasan’ın yanına girdi. Sonra Hz. Fâtıma geldi. Peygamber (s.a.s) onu da abanın içine aldı. Sonra Hz. Ali geldi, onu da oraya aldı. (Böylece hepsi, abanın içine girmiş oldu). Sonra Peygamber Efendimiz şu âyeti okudu:

“…Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33/33)15

 

Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’de Ehl-i Beyt Sevgisi

Konunun Asr-ı Saâdet boyutunu daha iyi kavrayabilmek için Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’den de birkaç örnek nakletmek yararlı olacaktır:

Mescid-i Nebî’nin dolu olduğu bir andı. Hz. Ali, oturacak bir yer arıyordu. Peygamber Efendimiz bunu fark etti, göz ucuyla bir yer açılsa memnun olacağını hissettirdi. Bunu en önce anlayan Hz. Ebû Bekir, hemen yan tarafa çekilerek Hz. Ali’yi yanına çağırdı. Böylece Hz. Ali, Rasûl-i Ekrem (a.s) ile Hz. Ebû Bekir arasına oturdu. Enes b. Mâlik Hazretlerinin naklettiğine göre bundan çok memnun kalan Efendimizin, “Faziletli kişilerin değerini ancak faziletliler bilir.” diyerek ona iltifat ettiği duyuldu.16

Hz. Ebû Bekir, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i tıpkı Rasûl-i Müctebâ Efendimizin sevdiği gibi sever, onlarla ilgilenir, kucağına veya omzuna alarak onlara olan samimi ilgi ve sevgisini belli ederdi.17 Onlara olan ilgi ve sevgisini Sevgili Peygamberimizin ölümünden sonra yönetime geldiği yıllarda da sürdürdü.18 Efendimizin vefatından kısa bir süre sonra bir ikindi üstü Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ile beraber yolda giderken Hz. Hasan’a rastladı, bu esnada Hz. Hasan iki çocukla oynuyordu. Hz. Ebû Bekir önce boynuna bindirdi, sonra “Babasına değil de dedesine benzeyen çocuk!” diye iltifat etti. Bu esna da Hz. Ali, tebessüm ediyordu.19

Keza Hz. Ebû Bekir, yönetimde iken, insanların Peygamber Efendimizin yakınlarına sevgi ve saygı beslemelerini isterdi. Hatta Ehl-i Beyt’i kendi akrabalarından daha üstün tutar, Rasûl-i Ekrem’in (a.s) hısımlarına hizmet etmeyi, kendi hısımlarına yardım etmekten daha sevimli bilirdi.20

Bu durum Hz. Ömer devrinde de aynen devam etti.

Hz. Ömer, divan tertip edip insanlara tahsisat bağlamaya başlayınca ilk sıraya kendini ve aile fertlerini değil, Ehl-i Beyt’i çıkardı. Bu bağlamda Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e de Bedir ehline tanınan imkânı tanıdı.21 Öyle ki Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e bağlanan tahsisat, oğlu Abdullah’a bağlanan tahsisatın üstündeydi. Hâlbuki Hz. Abdullah daha yaşlıydı, İslâm’da kıdemi vardı ve hicret edenler arasındaydı. Bu sebeple kendisinin de Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin mertebesinde düşünülmesini bekleyebilirdi. Ama Hz. Ömer’e göre, Peygamber Efendimiz onların dedeleri, Hz. Fâtıma anneleri, Hz. Ali babalarıydı ve Efendimiz Hazretleri, aziz torunları Hasan ile Hüseyin’i çok seviyordu. İşte Hz. Ömer’e göre ölçü buydu.

 

Kapkara Bir Zulüm, Kerbelâ

Hz. Hüseyin’in Emevîler devrinde Yezid’in yönetimi zamanında Kerbelâ’da hunharca, zâlimce kanının döküldüğü-şehit edildiği  (10 Muharrem 61/10 Ekim 680) kara gün istisna edilirse İslâm tarihi boyunca Müslüman yöneticileri tarafından Ehl-i Beyt mensuplarına genellikle hüsnü muâmele yapıldığı söylenebilir. 

Özellikle Müslüman Türk insanı, Ehl-i Beyt’e hususi bir muhabbet besler; çünkü Ehl-i Beyt’i oluşturan şahsiyetleri Rasûl-i Ekrem (a.s) sevmektedir. Nitekim en eski devirlerden itibaren Müslüman Türk bilginleri Ehl-i Beyt’e muhabbetin önemini vurgulamışlardır. Meselâ Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig adlı eserinde devlet adamlarına öğütlerinin bir yerinde Rasûl-i Müctebâ’nın (a.s) nesli olan Ehl-i Beyt’e sevgi beslemeleri/gönülden sevmeleri, saygı göstermeleri ve yardımcı olmaları durumunda mutlu olacaklarını ifade eder. Yusuf Has Hâcib’e göre Ehl-i Beyt, “Canlar Cânı Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın uğurudur; o hâlde o kadri Yüce Peygamber’in hatırı için onları sevmek gerekir.”22 Bu münasebetle Müslüman Türk dünyasında oluşan ortak telâkkiye göre Kerbelâ, kanayan bir yara ve gönül sızlatan bir faciadır; zulmün, haksızlığın, acımasızlığın, insan haklarına saygısızlığın simgesidir.23 Dolayısıyla tarih boyunca Müslüman Türk dünyası, 10 Muharrem günü Hz. Hüseyin’e bu faciayı reva görenleri lânetler, o gün bedeni toprağa düşen Peygamber Efendimizin aziz torunu Hz. Hüseyin’in ardından gözyaşı döker, içli mersiyeler söyler.

 

Yunus’un Mısralarında Ehl-i Beyt Sevgisi

Müslüman Türk insanı tarih boyunca Ehl-i Beyt’in sevinciyle gülmüş, üzüntüsüyle ağlamıştır. Nitekim Yunus Emre şiirinde şöyle diyor:

Şehidlerin ser-çeşmesi, evliyanın bağrı başı

Fatma ana gözü yaşı, Hasan ile Hüseyin’dir.

Hazreti Ali babaları, Muhammed’dir dedeleri,

Arşın iki gölgeleri, Hasan ile Hüseyin’dir.

 

Allah Teâlâ, Habîb-i Kibriyâ Efendimizin Ehl-i Beytine rahmet etsin ve sevenlerini şefaatine eriştirsin!

 

 

[1]     Ebû Davud, Menâsik, 56; İbn Mâce, Menâsik, 84.

2     Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 36; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 181; Tirmizî,  Menâkıb, 32; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 13.

3    Tirmizî,  Menâkıb, 32.

4    Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 284; Ümmü’l-Fadl (r.anhâ) dan rivâyet edilen ikinci bir örnek için bk. İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 278 - 279.

5    Buhârî, Kitâbü’l-Büyû’, 73; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 87.

6    Buhârî, Fedâilu ashâbi’n-nebî, 24; Tirmizî, Menâkıb, 31; Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Terceme ve Şerhi, IX, 395; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 12; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 250-25; Suyûtî, Tarîhu’l-Hulefâ, s.188.

7    Tirmizî, Menâkıb, 31/ (3770); İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I, 332.

8    Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 3; Tirmizî, Menâkıb, 31/ (3768); İbn Mâce, Mukaddime, 11; Menâkıb, 118; el-Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, III, 1194; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 12; Zehebî, a.g.e., III, 251, 282; Suyûtî, Tarîhu’l-Hulefâ, s.189.

9    Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV, 172; Tirmizî, Menâkıb, 31/3775; İbn Mâce,  Mukaddime, 11;  Menâkıb, 144; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, II, 20.

10  İbn Mâce, Mukaddime, 11-Menâkıb, 11; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 284.

11  Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 172.

12 Tirmizî, Menâkıb, 31; Suyûtî, Tarîhu’l-Hulefâ, s.189.

13  Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 12, 31; Tirmizî, Menâkıb, 31.

14  Tirmizî, Menâkıb, 21; İbn Sa’d, Tabakât, III, 19-20; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 254.

15 Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 61. Âyette geçen “rics” kelimesi, “şan ve şerefi kirletme ihtimali bulunan günahlardan temizlenmek” tarzında tefsir edilmiştir. Bk. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 3891-3892.

16 Hatîb el-Bağdadî, Tarîhu Bağdad, III, 105.

17 Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, III, 249.

18  İbn Asakir, Tarih, XIII, 174-176.

19 Bk. İbn Asakir, Tarih, XIII, 174.

20 Bk. Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 12; Kaynakta Hz. Ebû Bekir’in sözü şöyle yer alır: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bana Rasûlullâh’ın hısımlarına hizmet etmek, kendi hısımlarıma yardım etmekliğimden daha sevimlidir”. Bu konuda yararlı bir analiz için bk. M. Bahaüddin Varol, Hilâfet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, s.18 – 22.

21  Zehebî, a.g.e., III, 259, 285.

22 Yusuf Has Hâcib, Kutadgu  Bilig, (çev. Reşid Rahmeti Arat, Ankara 1988), s.313; Tarihimiz ve kültürümüzde Ehl-i Beyt sevgisi ile ilgili özet bir çalışma için bkz. Osman Eğri, “Kültürümüzde Ehl-i Beyt Sevgisi”, ( Ehl-i Beyt Sevgisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006), s.37-46; Hüseyin Algül, Osmanlı Kültüründe Hz. Peygamber Sevgisi, İstanbul 2008, s.68-83.

23 Bk. Hüseyin Algül, Kanayan Bir Yara Gönül Sızlatan Bir Facia Kerbelâ, Ensar Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2009.


Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL diğer yazıları