Şahsiyeti / Karakteri / Görünümü
“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.“ Şuarâ, 125
“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü senden alıp atmadık mı? Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?” İnşirah, 1-4
“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir; merhametlidir.” Tevbe, 128
“Resulüm! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” Enbiyâ, 107
“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.“ Şuarâ, 125
Yaratılıştan getirdiği mükemmelliklerin üzerine ilahi terbiye ve eğitimin erdem ve güzelliklerini ekleyen Hz. Peygamber örnek şahsiyet olma makamına, Yüce Yaratıcının övgü, sevgi ve haklı, güçlü referansını almak suretiyle yükselmiştir. Onun doğuştan getirdiği karakter özellikleri, ilahi vahyin; itikadî, hukukî ve ahlakî öğretileriyle mezc olunca mükemmel bir örnek ve abide şahsiyet ortaya çıkmıştır. Kaynaklarda tesbit ve tasvir edildiği üzere onun hilyesi ve şemâili mükemmel bir yaratılışta olduğunu göstermektedir. Hem de insanlarda hayranlık uyandıracak kadar mükemmel... Şöyle ki;
Hz. Peygamber yaratılış ve ahlak itibariyle insanoğlunun en mükemmeliydi.
Bütün büyük peygamberler uzuvları tam ve güzel yüzlü olduğu gibi, Hz. Peygamber de müstesna bir yaratılışta ve bütün evsafı ölçülü olmak kaydıyla onların en güzeliydi.
Yakışıklı, endamı güzel boyu bedeni çok uyumlu, alnı, göğsü, iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun, dengeli ve gümüş gibi saf, pazıları, baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalıncaydı. Karnı göğsüyle aynı hizada olup şişman değildi. Ayaklarının altı çukur olup düz değildi. Uzuna yakın orta boylu, iri kemikli, iri gövdeli ve güçlü kuvvetliydi. Ne zayıf ne şişman ikisi ortası ve sıkı etliydi. Cildi ise ipekten yumuşaktı.
Kemâl-i itidâl üzere büyük başlı, hilâl kaşlı, çekme burunlu, az değirmi çehreli ve uzunca yüzlüydü. Şişman yüzlü ve yumru yanaklı değildi.
Kirpikleri uzun, gözleri kara, güzel ve büyücekti. Gözlerinin akında az kırmızılık vardı. Alnı geniş, kaşları yay gibi ve uçları göz uçlarına kadar inerdi. İki kaşı birbirine bitişik olmayıp arası açık, fakat birbirine yalandı. Çatık kaşlı değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki, öfkelendiği zaman kabarıp görünürdü.
O seçkin peygamberin rengi; ne kireç gibi ak, ne de kara yağız, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail ve beyaz nûrânî ve berrak; buğday renkli olup mübarek yüzünde nur parlardı. Dişleri inci gibi latif ve parlak olup konuşurken ön dişlerinden nur saçılır, gülerken mübarek ağızları bir latif şimşek gibi ziyalar saçarak açılırdı.
Saçları ne kıvırcık, ne de düz idi ve saçlarını uzattığı vakit kulak memelerini geçerdi. Sakalı sıkçaydı. Çok uzun değil idi ve bir tutamdan ziyadesini alırdı. Vefat ettiklerinde saçı sakalı henüz ağarmaya başlayıp başında biraz ve sakalında yirmi kadar ak vardı.
Cismi temiz, kokusu latifti. Koku sürünsün sürünmesin, teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardı. Bir kimse onunla tokalaşsa bütün gün onun güzel ve hoş kokusunu hissederdi ve mübarek eliyle bir çocuğun başına dokunsa güzel kokusuyla o çocuk, diğer çocuklar arasında fark edilirdi.
Doğduğu vakit dahi nazîf ve paktı. Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştu.
Duyuları fevkalâde güçlü; pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görürdü.
Hareketleri hep dengeliydi; bir yere azimetinde acele ve sağa sola meyletmeyip vakar ile doğru yoluna gider ve fakat sürat ve suhûletle/kolaylıkla yürürdü. Şöyle ki; adeta yürür gibi görünür, lakin yanında gidenler, süratle yürüdükleri halde geri kalırlardı.
O, mükemmel ve vakur bir şahsiyetti. Beyhude söz söylemez, boş konuşmaz ve kimseye kötü söz söylemezdi; her kelamı hikmet ve nasihat olup, herkesin akıl ve idrâkine/anlayışına göre söz söylerdi. Asla kahkaha atmaz, tebessüm ederek gülümserdi.
Yüzünde tebessüm, sözünde nezâket; davranışında zarafet görüşünde isabet, bakışında feraset; gönlünde merhamet, lisanında letafet, dilinde hakikat, ifadesinde fesahat ve belâğat vardı.
Güler yüzlü, tatlı sözlüydü. Kimseye kötü muamele etmez, kimsenin sözünü kesmez, nazik ve mütevazı davranırdı; ehl-i beytine, kendisine hizmet eden hizmetkârlarına ve ashab-ı kirâmına iyi ve güzel davrandığı gibi, diğer insanlara da zarif, nazik ve lütuf ile muamele ederdi.
Yumuşak huylu, mütevazı olup bütün insanî erdemleri haizdi. Haşîn/sert ve kaba değildi. Fakat heybetli ve vakurdu. Onunla ilk karşılaşan kimse heybet ve vakarını derinden hisseder, arkadaşlık ve sohbet eden kimse de ona candan, gönülden bağlanır ve severdi. İnsanlara fazilet ve derecelerine göre saygın davranırdı. Akrabasına da fazlasıyla ikramda bulunur fakat onları kendilerinden daha faziletli olanlara takdim etmezdi.
Meclisi saadetine girenler faydalanmış ve ferahlamış olarak ayrılırdı. Onu tanımayan bir kimse ansızın görse heybet ve vakarının etkisinde kalırdı.
Hizmetkârlarını pek hoş tutardı; kendi yediğinden yedirir, kendi giydiğinden giydirirdi.
Cömert, kerim, şefkatli, merhametli, cesur ve yumuşak huylu idi. Vaadine sadıktı.
Güzel ahlak ve zekâca bütün insanlardan üstün ve her türlü övgüye layıktı.
Hulasa bütün güzel huyların ve makbul vasıfların tamamı onda mevcut, benzeri yaratılmamış kutlu ve mutlu bir şahıstı.
Yemede, giymede ihtiyaç miktarıyla yetinir ve fazlasından sakınırdı. Beğenmemezlik etmez, bulduğunu yer, bulduğunu giyer, tıka basa doyuncaya kadar yemezdi.
Üzerinde yatıp uyuduğu döşek, deriden yapılmış olup içi hurma lifi ile doldurulmuştu. Az ile yetinir, kanaatkâr idi. Fetihlerden elde edilen ve kendi payına düşen malları bile başkalarıyla paylaşır, ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
Hz. Peygamberin zikredilen fiziki güzellik ve metafizik/ ahlaki özelliklerini duyan bir filozofun; “Bu özellikler ancak bir peygamberin olabilir ve bunlar yanında delil olarak da başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Vücut özelliklerinin mutedil olması ahlakın itidaline delalet eder. Bu, aydınlatan nurdan ve katında batıl bulunmayan haktan sudur eden bir yaratılıştır” sözleriyle ifade ettiği gibi, okuma-yazma bilmeyen bu mümtaz Nebi’nin dünyanın dört bucağını ilim ve irfan ile doldurduğunu düşünen her akl-ı selim sahibi insan, tereddütsüz onun peygamberlik davasını tasdik eder.
Prof. Dr. Ali AKYÜZ diğer yazıları
- 18 Ekim 2020 Zamana / Vakte Saygı
- 17 Temmuz 2017 Güler Yüzlü, Nazik ve Sade Olmak
- 23 Şubat 2017 Özel Hayata, Kişiye, Özele Saygı
- 25 Ekim 2016 Zeki, Dikkatli, Gözlemci ve Yorumcu
- 31 Ocak 2016 Misyon, Vizyon ve Aksiyon Sahibi Olmak!
- 31 Ekim 2015 Tebliğde Güçlük, Meşakkat, Zorluk
- 27 Şubat 2015 Alçakgönüllü ve Mütevazı Olmak
- 06 Kasım 2014 Doğruluk / Dürüstlük / Samimiyet / Emin Ve Güvenilir Olmak
- 08 Şubat 2014 Bilgi ve Bilgelik
- 17 Eylul 2013 İslâmî Değer Yargıları
- 25 Mayıs 2013 Adaletli Olmak ve Zulme Karşı Koymak
- 16 Şubat 2013 Hamiyetperver Olmak
- 03 Kasım 2012 Cömert ve Hayırhâh Olmak
- 11 Ağustos 2012 Müjdeci, Umut Dolu ve Gerçekçi Olmak
- 11 Mart 2012 Güven Duymak ve Kuşkudan Uzak Olmak
- 29 Aralık 2011 Hoşgörünün Sınırları
- 05 Ekim 2011 Vefâlı Olmak
- 28 Haziran 2011 Taraf Olma
- 26 Şubat 2011 Duyarlı / Müşfik ve Merhametli Olmak
- 25 Aralık 2010 Ahlakî Öğretiler
- 12 Ekim 2010 Dua/İstek ve Bağışlanma
- 08 Ağustos 2010 Erdeme Uzanmak
- 22 Temmuz 2010 Nasıl Bir Medeniyet?
- 31 Mart 2010 Allah’a Saygı Peygamber(ler)e Saygı