Perihan SAVAŞ

O´nunla Bir Ömür - Hatırat

O´nunla Bir Ömür - Hatırat

Sabah namazını eda ettikten sonra uyuyayım dedim. Mümkün mü? Yok! Uyuyamadım.

Aşkullah kalbe gelince,                                

Zikir yolunu tutar ol.

 

Sene 1995-1996. Seher vakti. Ne hikmetse o gece bir türlü uyku tutmadı. Hikmetini daha sonra anladım. Kalkayım artık sabah namazına hazır olayım diye odamdan aşağı doğru merdivenlerden inerken, oturma odasına yaklaştıkça bir ses işitmekteydim…

Daha da yaklaştım kapının kolundan tutarak heyecan, merak, şaşkınlık ile kapıyı açtım.

Işığı açtım. Evladım, seher vakti, karanlık bir odada seccade üzerinde oturuyor. Başında beyaz takkesi, elinde tesbihi Allah'ı zikrediyordu. Öyle bir içtenlikle zikrediyordu ki bir müddet kendime gelemedim.

Işığı kapattım, rahatsızlık vermeyeyim diye odama çekildim.

Sabah namazını eda ettikten sonra uyuyayım dedim. Mümkün mü? Yok! Uyuyamadım.

Ya Rüstem, senin canından olan evladın Allah'ı zikrediyor” dedim.

Kulaklarımdan sesi, o inlemesi gitmiyordu…

Sabah olsun hemen sorayım.“Evladım o halin neydi, bir anlat hele!” diyeyim. Bu soruyu sormanın heyecanıyla zor sabahladım…

Sabah oldu, evladımın uyanmasını bekledim. Ve uyandı.

Evladım şaşkınlığımı mazur gör. Dün geceki halin beni çok derinden etkiledi. Kendimi bildim bileli namazımı kılarım, orucumu tutarım, Allah'ın emirlerini yerine getirmeye çalışırım, yasaklarından elimden geldiği kadar kaçmaya gayret ederim. Dini bilgileri de, çok şükür, kitaplardan, takvim yapraklarından öğrenmeye gayret gösterdim. Fakat senin yaptığın beni fazlasıyla heyecanlandırdı, merak uyandırdı. Evladım, hele bir anlat dün geceki halin neydi?”

Babacığım, ben bir Allah dostu, Allah'ın veli kulu ile tanıştım. İsmi Abdullah Demircioğlu. Öyle mütevazı ki, öyle hoş, öyle güzel ki… Zikirlere katıldım. Allah nasip etti, hemen el aldım.” demesiyle

“Evladım beni tanıştırır mısın O’nunla? Bende görmek isterim, tanımak isterim O’nu.”dedim.

Ve ilk zikre katıldığım o günü asla unutamam… Eve geldim, düşündüm. Ben bu zatı tanıyorum!

Bir defasında otobüste karşılaştık. Yanımda yer vardı. Gelip benim yanıma oturmuştu. Bende rahatsız olmasın diye biraz daha kenara çekilirken,

Rahatsız olmayın. Kabirde bu kadar yerimiz olsa daha ne…” gibi hoş, tebessüm ederek cümleler kurduğunu hatırlıyorum. Ne o sözünü, ne de o mübarek yüzünü hiç unutmadım.

Kısa zaman geçti, geçmedi.

Evladım beni bir daha götürürmüsün, hoca efendiye?” dedim. Ve vakit kaybetmeden bende el aldım.

Ah Rüstem şimdiye kadar neredeydin?” sorusunu bir kaç defa sordum kendime. Nasip bu zamanaymış, demek ki…

Zikrullahın lezzeti öyle güzel, öyle derindi ki, her gün sabah ve akşam yevmi zikrimi çekerdim.

Hoca Efendiye muhabbetim çok derûn. Eve davet ederdik heyecandan akşamı zor ederdim. Yanında tek kelime doğru düzgün edemezdim. O'nun anlatmasını isterdim hep. Ben dinleyenin olayım daima. Sessiz, mahcup bir çocuk gibi.

Bir gün Cuma namazını kılıp eve dönerken, Hoca Efendi buyurmuştuki:

“Hacı Efendi bana dua et”

“Estağfurullah, Hoca Efendi. Ben sizden dua beklerken, ben kimim? Ne bilirim?”demeye kalmadan,

“Olurmu, Hacı Efendi? Sen bana dua et” buyurdu. Bu hadise beni fazlasıyla duygulandırmıştı. Aradan seneler geçti. 19 senelik mürit olan ben, hayli ihtiyarlamıştım artık… Bu 19 sene içerisinde birçok güzel anılar biriktirmiştim. Davetler, sohbet muhabbetler oldu. Çok şükür nasip oldu.

Biz Sivaslıyız. Hoca Efendinin deyişi ile “Sıvas”. Bizim oranın meşhur yemeği vardır, kurze. Etli ve patatesli olur. Hoca efendi her ikisini de çok sever. Yine eve davet etmeyi düşünürken aniden rahatsızlandım. Aslında rüyamda gösterilmişti. Artık ömrümün sonlarına doğru yaklaşıyordum… Hiç bir sıkıntım yokken 6 aylık ömrümün kaldığını hissediyordum. Hazırlıklıydım da. Bu yolun güzelliği işte, daha ne diyeyim…

Hastaneye kaldırıldım. Doktorlar teşhisi koydular. Evlatlarım rahatsızlığımı bana hiç bildirmese de, ben ne kadar ömrümün kaldığını biliyordum. Bu sırrımı küçük kızımla paylaştım.

Hastanede yattım. Çok şükür, öyle ağrım sızım olmuyordu. Hoca Efendiyi çok özlemiştim…

“Haberi varmı? Beni duydumu?” diye sordum. İlk kez Cumaya gidememiştim 2-3 hafta üst üste.

Söylemedik kimseye” dediler.

“Olsun. O bilir, gelir. O'nu arzuladığımı bilir”dedim. Eve taburcu oldum kısa sürede. Ve geldi, Hoca efendi. Sohbet ettik. Dedim ki: “Seni çok arzuladım hocam

Bildim hacım” dedi

Bildin, değilmi, hocam

Bildim de geldim, hacım” dedi…

Vedalaşırken ayağa kalktık.

“Size sarılabilirmiyim? Mübarek yanağınızdan öpebilir miyim?”soruma,

Tabiki, hacı efendi” dedi… Sarıldık. Mübarek yanağından öptüm.

“Sizden bir ricada bulunabilir miyim?Eğer Belçika’da olursanız, beni siz kefenlermisiniz?”
Bir müddet nemli gözlerle bakıştık.

Dur hele, Hacı Efendi, var daha” diyerek teselli etti. Vedalaştık.

Kısa zaman sonra tekrar hastaneye kaldırıldım. “Taburcu olursam, kurze yapsanız, Hoca Efendi çok sever. Davet edelim”dedim ev halkına. Hastaneden taburcu oldum. Gelen-giden ve telaştan bir türlü davet edemedik Hoca Efendiyi. Allah razı olsun konu-komşu bizi yalnız bırakmadılar.

Bir gün dedim hanıma:

“Bir kurze yapıp davet etsek, beraber son kez yeseydik Hoca Efendiyle.”
Tekrar hastaneye kaldırıldım. Son 6 günüm kaldığını rüyamda söylendi. Yine diyorum bu yolun güzelliğindendir. Büyüklerimden, Şeyhimdendir…

Tam 2 ay 17 gün sonrasında Cuma sabahı helallik istedim Camii cemaatinden.
2 ay 17 günün sadece son bir haftası zor geçti. Her gelen şaşırıyordu. “Ağır hasta, ama nasıl oturuyor, sohbet ediyor?” diyorlardı… Yine desem, bu yolun güzelliğindendir. 
Ve bağlılık... Bağlılık... Bağlılık... Diyorum.

22 mayıs 2015. Son günüm Cuma akşamı.  Saat 11 civarı. Yine Hoca Efendinin bir sözü ile... Ne buyuruyordu?

“Zahiri arkadaşlıklarda bile ilk terk eden ben olmadım. Manadada asla bırakmayız."

Bırakmadı da… Bırakmadılar da…

Ağır ilaçlardan konuşamaz ve gözlerimi açamazken Allah'a şükürler olsun, son nefesimde 3 defa derinden “Allah”(c.c.) diyerek ruhumu teslim ettim…

Hakk’a yürüdüm. Hak Dostlarıyla…

Benim hikayemin devamı ilk paylaştığım, sırdaşım ve dertdaşım kızımda…

Babacığımın vefatından sonra çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz Şeyhimiz cenaze işleri ile yakından ilgilendi. O’nu kendi elleriyle yıkadı, kefenledi. Son yolculuğuna uğurladı…

Herşey babacığımın istediği gibi, hayal ettiği gibi oldu.

Cenaze namazını Şeyhimiz kıldırdı. Bu acı günümüzde bizi teselli etti…

Aradan biraz zaman geçti, ailecek kendimizi toparlayınca, babacığımın isteğini hatırladık.
Derdi ki: “Kurze yapsanız, Hoca Efendiyi davet etsek O'nsuz boğazımdan geçmez. O çok seviyor…”

Hamd olsun, isteğini gerçekleştirdik. Şeyhimizi ve ailesini davet ettik. Babacığımın bu daveti gerçekleştirmeye ömrünün yetmediğini söylerken, duygulu anlar yaşadık. Şeyhimiz, babacığımı hayırla yâd etti. Ruhuna Yasin-i Şerif okudu, dualar etti. Şeyhimiz ne kadar vefalı bir dost. Hayattayken de vefatından sonra da bırakmadı, bırakmıyor, bırakmayacak da…

Babamın bir vasiyeti ve daima bana bir tavsiyesi olurdu…

Derdi ki: “Bak evladım! Ne var ise, bu kapıda var. Bu dergâhta var. Bir Abdullah Demircioğlu daha gelmez bu dünyaya. Aman evladım, ayrılmayasın yanından! Aman evladım, O’nun değerini, kıymetini bilesin!”

Ruhu şâd olsun… Ne güzel yaşadı, ne güzel ruhunu teslim etti… Ne güzel yıkandı, hazırlandı, ne güzel kefenlendi. Ne güzel uğurlandı son yolculuğuna, güzel mürit, Rüstem Savaş…

Şeyhimizin buyurduğu gibi:

Zikirle yaşayan ölmez

Zikirsiz yaşayan gülmez

Sanma sana ölüm gelmez

Ölüm sana gelir bir gün

Vefat eden Ümmet-i Muhammed’in, tüm ihvanlarımızın ve özellikle Rüstem Savaş’ın ruhuna,
El Fatiha…


Perihan SAVAŞ diğer yazıları