Perihan SAVAŞ

Sen hangi bağın gülüsün?

Sen hangi bağın gülüsün?

“İşte çaylarımız da geldi… Devam edelim mi?”

Sohbet sohbeti açarken, birden uzaklara dalıp:

  • Benim dedem tarikat ehliydi. Şu cümleyi çok severim Osmanlı döneminde “sen hangi tarikata bağlısın?” demezlermiş. Sen hangi bağın gülüsün derlermiş. Ne güzel sorarlarmış değil mi?” dedi.
     
  • Ne güzelmiş… Peki sordun mu hiç deden hangi bağın gülüymüş?” 
  • “O zamanlar çocuktum soramadım ama babam anlatmıştı. Pir Abdulkadir Geylani hazretlerine bağlıydı deden, demişti. Yani, Kadiri tarikatındandı.”

Deyince, birden heyecanlandım.

  • “Anlatsana biraz bana dedeni.”

Beni bu denli heyecanlandıran neydi ki acaba?

Şu sözler döküldü birden….  

Pirim gelir atı beyaz.

Müritleri eder niyaz.

Yaz bunları arkadaş yaz.

Zikir yolunu tutar ol.(1)

buyurur ya şeyhim, canım şeyhim…  

Çaylarımızı tazeleyip sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik.

  • “İşte çaylarımız da geldi… Devam edelim mi?” 

Acaba neler anlatacak çok da merak ediyordum… 

 Ve başladı anlatmaya…

  

  • Ben küçükken dedemle çok vakit geçirirdim. Yanında kendimi güvende ve hayli huzurluhissederdim. Dedem dinine bağlı çok da merhametliydi. Bir gün birlikte yürüyüşe çıktık, bir yere geldik bütün serçeler dedemi görünce hepsi başına toplandı. Serçenin biri takkesine konuyor, diğeri omzuna, bir diğeri gömleğine. Her biri dedemin gelmesiyle sevinip etrafında dolandı durdular. Dedem serçelerle konuşmaya başladı, bir şeyler diyordu. Kendi duyacağı şekilde, serçelerle bir muhabbete girdiler mi hay Allah’ım. Ben çocuk aklımla endişe edip ikide bir dede sana zarar verecek bunlar dedim.  Dedem: “Korkma, evladım! Onlar beni bilir, tanır, zarar vermez bana. Dedem ilerledikçe serçelerde onunla ilerliyorlardı. Birlikte baya bir ilerlediler. Ben arkalarındayım. Bir taraftan da korkuyorum. Dede sana zarar verecek bunlar dedim. Dedem yine korkma evladım dedi beni sakinleştirdi yine.”

 

  • “Peki serçeler senin yanına hiç gelmediler mi?”diye sordum.

  

  • “Yok, benim yanıma dahi yaklaşmadılar. Aradan bir müddet zaman geçti aklımda yetiyordu artık. Öğrendim ki babamdan dedem tarikat ehliymiş. Bir yerde toplanır, halaka kurar zikir çekerlermiş, Allah’ı zikrederlermiş. Babam kapı deliğinden bakıp bazı hallere hayret edermiş. Babam anlattıkça içimi bir huzur bir sevinç kaplıyordu. Dini filmler izlerdim, etkilenirdim. Ah benim de bir mürşidim olur mu ki? Evlat olur muyum ki? Benim de şeyhim olur mu ki? Diye düşünürdüm. O’nu beklerdim sabırla... O günün gelmesine inanarak bekledim. Üç beş arkadaş dere kenarı toplanırdık. Sessiz ıssız olurdu. Halakamızı kurardık zikire başlardık.”

 

  • “Gerçekten mi? Deden gibi mi?”
     
  • “Evet ya dedem gibi…  dedi. Sesimiz kısılana kadar Allah’ı zikrederdik. Ertesi gün okula giderdik. Hoca sorardı: “Sizin sesinize ne oldu?” diye. Ne güzel günlerdi… Bu durum senelerce böyle devam etti. Çocukluğumdan yetişkin çağıma kadar. Bir yere varacak olsam 1 Fatiha 3 İhlas okur önce peygamber efendimize sonra bütün peygamberlere, peygamberimizin âl ve ashabına, evliyalara, Allah dostlarına hediye ede ede varacağım yere ulaşırdım. Sayısızca okurdum, çok severdim. Aradan seneler geçti, ben umudumu hiç yitirmedim. Nasip olacak ya, o manevi deftere yazılıysam Allah beni bir şekilde alır tee Türkiyelerden dilini bilmediğim bir memlekete gönderir benim manevi öğretmenimle buluşturur… Nasip olacak ya membaının yanında olmak.  Ne büyük lütuf ne büyük ikram değil mi? Evet yolum Belçika Gent şehrine düştü. O’nu ilk gördüğümde kalbim oracıkta bağlanmıştı O’na…

Evvela hacı Mustafa Hayri baba hazretleri rüya aleminde gösterildi biliyor musun? Rüyadan o kadar etkilenmiştim ki sonra çok enteresan bir olay oldu. Hacı Mustafa Hayri baba hazretlerini rüyadan kısa zaman sonra resim olarak görünce ben heyecanla: “ben bu zatı tanıyorum” dedim. Kimdir bu Allah dostu? Beni bu Allah dostuna götürün demiştim. Meğer Hayri baba hazretleri vefat edeli hayli zaman olmuş, halifesi Abdullah Demircioglu imiş. Yani nasibim ondaymış. Meğer aradığım Mürşid-i kâmil 3000 bin kilo metre uzaktaymış ya benim. Bak sen şu işe! Allah (c.c.) ne de güzel ayarlamış. İşte benim aradığım işte, bu benim şeyhim! Diyordum. Mürşidimi görünce gözlerimi ondan alamıyordum. Aradığımı bulmuştum ama ne buldum neler buldum neler! Hazinelerin hepsi ondaymış ya..  Hiç vakit kaybetmeden ders almıştım, el almıştım. İlk günümdü eve geldim ders kâğıdımda bir husus dikkatimi çekmişti. Hani demiştim ya çocukluğumdan bu yana dilimden düşürmediğim 1 Fatiha üç İhlas okuyup bağışlıyordum diye. Biliyor musun, ders kâğıdında, yevmi zikrin hem başında hem de sonunda 1 Fatiha 3 İhlas okuyup bağışlanılması yazıyordu, Subhanallah. O kadar hayret etmiştim ki sanki ben çocukluğumdan hazırlanmışım, sanki beni duymuşlarda evlat etmişler, sahiplenmişlerdi.”

Rabbim bizleri bu yoldan ayırmasın. Kendisine layık kul, peygamberimize layık Ümmet, meşayihlerimize şeyhimize layık evlat eylesin… Âmin

 


(1)Abdullah Demircioğlu, Sana Esirim (İstanbul: İpek Yayınları, 2011), 242.


Perihan SAVAŞ diğer yazıları