Şeriat ve tarikatın cahilleri birbirleriyle mücadele ederler, âlimleri daima musalâha içindedir
Halife Hârûnu’r-Reşîd, ağabeyi Behlü’l-Dânâ'ya: “Ağabey, bu akşam camide namaz kılanları yemeğe alacağım. Sana zahmet akşam namazına git de namaz kılanları getir, yemek yesinler.”der.
Sultan Abdülhamid, Ehl-i Sünnet’e mugayyir olmayan tarikat ve ilim erbabı ile sık sık görüşürdü.
O (s.a.s) gökyüzünün Ahmed’i, Yeryüzünün Muhammedi, O (s.a.s) Allah’ın (c.c) seçilmiş kulu, Mustafa’sı, O (s.a.s) kendine vaad edilen Makam-ı Mahmud’un sahibi…
Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan, Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.
Bir zata soruldu: “Ne kadar sabretmeliyim?” Cevap buyurdu: “Ben sabrediyorum demeyene kadar!”
Mürşid-i kâmile intisabın gerekliliği konusuna işaret bir ayet-i kerime şöyledir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” [Tevbe, 9/119]
Kuşeyrî’nin “er-Risâle”sinde isimleri zikredilen tasavvuf ehli kimseler bu hususta sahabenin ve onlara uyanların yolunu takip etmiştir.
Seni seven âşıkların Gözü yaşı dinmez imiş Seni maksud edinenler Dünya ahret anmaz imiş
Konuşması gayet net ve pek tesirli idi. Kalbi katı bir kimse, onu görse kalbi yumuşar, korku ve heybet hissederdi.