Genç KALEMLER

Sadıklarla Beraber Olun!

Sadıklarla Beraber Olun!

Mürşid-i kâmile intisabın gerekliliği konusuna işaret bir ayet-i kerime şöyledir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” [Tevbe, 9/119]

Mürşid-i kâmile intisabın gerekliliği konusuna işaret bir ayet-i kerime şöyledir:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” [Tevbe, 9/119]

Sadıklarla beraber olmak nefsin temizlenmesi ve güzel sıfatlarla bezenmesidir. Bu sayede takvada muvaffak olmak mümkündür. Bunu başarabilmek için de bir mürşid-i kâmile intisab etmek ve onların sohbetlerinde bulunmak şarttır. Çünkü sadıklarla beraberlik cismani olarak sohbetle, ruhani (manevi) beraberlik ise rabıta ile olur.

Sadıklarla beraber olmanın ve bir mürşid-i kâmile intisab etmenin faydası ve tesiri; hem ameli olarak zahire iktiza etmesiyle, hem de ruhi olarak kendisine tesir etmesiyle meydana gelmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Ashab-ı Kiram’ı, Adab-ı Ders ve Adab-ı Nefs olmak üzere iki şekilde terbiye etmişlerdir. Allahü Zülcelâl, Habibini bu iki adap ile adaplandırmıştır. O da ashabını böylece adaplandırmıştır.

Adab-ı Ders; zâhirî olarak yapılan bütün ibadetlerin Allahü Zülcelâl’in istediği şekilde yapılmasıdır.

Adab-ı Nefs; nefsin ve ruhun kötü sıfatlardan temizlenmesi ve güzel sıfatlarla muttasıf (bezenmiş) olmasıdır.

Allahü Zülcelâl’in veli kulları da bu iki adapla adaplanmışlar ve kendilerine tâbi olanları da bu şekilde adaplandırmaktadırlar. Çünkü mürşid-i kâmiller, bir silsileye dayalı olarak günümüze kadar gelmişlerdir. İşte bu sebeple, Peygamber Efendimizin (s.a.s) gerçek manada varisleri olan mürşid-i kâmillere intisab etmek ve onlardan istifade etmeye çalışmak son derece faydalı ve gereklidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“İyi kişilerle ve kötü kişilerle oturup kalkmanın misali, misk kokusu satan kimse ve demircilerin misali gibidir. Bir kimse misk satan birisi ile beraber olduğu zaman, misk satan kişi cömertlik yaparak miskinden bir miktar arkadaşına verecektir, ya da arkadaşı bir miktar satın alacaktır. Almasa dahi o miskin kokusu üstüne siner. Demircilik yapanla arkadaş olduğu zamansa ya elbisesi onun ateşinden yanacak veya üstü kirlenecek ya da onun pis kokusu üzerine sinecektir.”[Müslim, Birr/146]

İşte iyi kişilerle oturmak misk satan kimsenin yanında oturmak gibidir. İyi kişilerle oturduğun zaman ya sana sohbet yapar ya da sen ondan sorup öğrenirsin ya da onlarla beraber olduğun için Allahü Zülcelâl’in rahmeti senin üzerine de gelir ve muhakkak menfaat sağlarsın.

Kötü kişilerle beraber olduğun zaman ise ya sana kötü bir amel yaptırır ya ondan kötü bir ahlak öğrenirsin ya da Allahü Zülcelâl’in gazabı onların üzerine geldiği için sana da gazap ilişir ve dünya ve ahiretine zarar verir. Kumarcının yanında bulunan kumarcı olur, hırsızın yanında bulunan hırsız.

İbn-i Abbas’dan (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz’e (s.a.s):

“Hangi kimselerle beraber olmak daha hayırlıdır?” diye sordular. Buyurdular ki:

“Görülmesi Allah’ın hatırlatan kimselerle...” [Mecmeu’z-Zavaid, I,  226]

Diger bir hadis-i şerifte:

“Kişi kendi dostunun dini üzerinedir. O halde kişi, kiminle dostluk yaptığına baksın.”[Ebu Davud, Tirmizi; Kitabu’z-Zühd]buyurulmuştur.

Hz. Ömer’den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Allahü Zülcelâl’in bazı kulları vardır. Onlar ne peygamberdir ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler.”

Ashab-ı Kiram: “Ya Resulallah! Onlar kimdir” diye sordular? Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki:

“Onlar (aralarında) nesep ve akrabalık olmadığı, mal alış-verişi olmadığı halde birbirlerini Allah için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlü oldukları günde onlar mahzun da olmazlar.”[Ebu Davud]Daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu:

“Dikkat edin! Allah’ın veli kulları için korku yoktur. Onlar mahzun bile olmazlar.”[Yunus,62]

Sahabe-i Kiram’dan Hanzala (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Bir gün Ebu Bekir’le (r.a)karşılaştım. Bana nasılsın diye sordu? Ben de: ‘Hanzala münafık oldu’ cevabını verdim.

‘Sübhanallah ne diyorsun?’ diyerek çok şaşırdı. Dedim ki: ‘Biz Peygamber Efendimizin (s.a.s) yanında olduğumuz zaman cenneti, cehennemi sanki gözlerimizle görür gibi oluyoruz. Onun yanından ayrıldıktan sonra çoluk çocuğumuzla meşgul olduğumuzdan dolayı, o halleri yaşayamıyoruz’ O zaman Ebu Bekir (r.a):

‘Ben de öyleyim’ dedi. Bunun üzerine beraberce Peygamber Efendimize (s.a.s)gittik: Ben dedim ki:

‘Ya Resulallah! Hanzala münafık oldu’ Rasûlullah (s.a.s);

‘Neden öyle söylüyorsun’ diye sordu.

‘Yanınızdan ayrılınca bu hal bizden gidiyor’ dedim. O zaman Peygamber Efendimiz (s.a.s.)şöyle buyurdu:

‘Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki eğer benim yanımda olduğunuz gibi evinizde de o şekilde olsanız, melekler sizinle yolda yürüdüğünüz zaman ve yataklarınızda (sizinle) musafaha (el sıkışmak; sevgi göstermek) yapar. Fakat ya Hanzala! Bir saat öyle, bir saat böyle…’ diye üç defa tekrar etti.”[Müslim; Tevbe]

Görüldüğü üzere peygamberlerle ve onların varisleriyle beraber olmak, insana ahireti hatırlattığı gibi kişi sanki cennet ve cehennemi görüyor gibi olmaktadır. Bu hal onların yanından ayrıldıktan sonra değişmektedir. İşte zikretmiş olduğumuz bu ayet ve hadisler, peygamberlerle ve onların varisleriyle beraber olmanın gerekliliğine açık birer delil teşkil etmektedir.

İnsanın kendi yüzünü görebilmesi için güzel bir aynaya bakması lazımdır. Ayna olmadığı zaman nasıl kendini göremezse, hatalarını görebilmesi ve bunları iyileştirmeye çalışması için de bir mürşid-i kâmile gitmesi ve hatalarını, sıkıntılarını anlatarak çarelerini bulup bu manevi hastalıklardan kurtulması lazımdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.s):

“Mü’min, mü’minin aynasıdır.”[Buhari; Edebü’l-Müfred, 239] buyurmuştur.

 

Yine bu konuda Allahü Zülcelâl de şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak size; Allah’a ve son güne ümit besleyip te, Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Rasulünde pek güzel bir örnek vardır.”[Ahzâb, 2l]

Bu âyet-i kerimede Allahü Zülcelâl, Peygamber Efendimiz’e (s.a.s) tabi olmayı ve ona ittiba etmeyi Ashab-ı Kiram’a öğretmektedir. Nasıl Asr-ı Saadet’te Peygamber Efendimize (s.a.s) iktida edip tabi olunmuş ise aynı şekilde O’nun varislerinin yanında olup, onlara uymak suretiyle Allahü Zülcelâl’e yönelmek icap etmektedir. Allahü Zülcelâl’in işareti ve emri bu yöndedir.

Bundan dolayı hakiki varislerle beraber olmak, sohbetlerine devam etmek ve irşadları altına girmek şarttır. Böylelikle imanımız kuvvetlendiği gibi, emrâz-i kalbiye (kalbi hastalıklar) ve nefsimizin kusurları kaybolmaya yüz tutarak güzel sıfatlarla bezenmeye başlarız.

Bütün bunlardan sonra ortaya çıkan şudur;

Nefsi tezkiye etmek ayrı bir şeydir, Kur’ân okumak ayrı bir şeydir.

Nasıl bir kimse tıp kitaplarını okuyup öğrenmekle kendi hastalığını tedavi edemiyor da mutlaka bir doktora ihtiyaç duyuyor ve de o doktorun vereceği ilaç ve perhizleri uygulaması gerekiyorsa; kalbî hastalıklar da bir manevî doktorun vereceği ilaç ve perhizleri uygulayarak, yapmış olduğu tavsiyeleri tutarak kendini tedavi edip, hastalıklardan temizlenebilir.

Mürşid-i kâmil ile beraber olmak ve onların sohbetlerinde bulunmanın ehemmiyeti ve fazileti anlatılamayacak kadar çoktur.

Nitekim Allahü Zülcelâl âyet-i kerimede;

“Müminlerden bazı erkekler vardır ki Allah’a söz verdikleri şeylerde sadıktırlar.”[Ahzâb, 23]buyurmuştur.

Yani “ahd-i misakta” verdikleri söze, Allahü Zülcelâl’in emir ve nehiylerine uymakta sadıktırlar. Başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyrulmuştur:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na dua eden kimselerle sabret. Sen dünya süsünü arzu ederek onlardan gözlerini ayırma. Bizi anmak konusunda kalbini zikrimizden gafil bıraktığımız, keyfinin ardına düşmüş, işi haddi aşmak olan kimseye uyma.”[Kehf, 28]

Bazı müfessirler, ayetin ilk kısmında geçen “O’na dua eden kimselerle sabret” cümlesinde kast edilenlerin Sahabe-i Kiram olduğunu belirtmişlerdir. Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.s):

“Allahü Zülcelâl’e hamd ediyorum ki benim ümmetimden öyle kimseler vardır, Rabbim bana, nefsini onlarla beraber hapset diye emirde bulundu”buyurmuştur.

Başka bir ayet-i celilede Allahü Zülcelâl şöyle buyurmuştur.

“Hem o gün zalim, ellerini ısırarak; ‘Eyvah bana! Keşke peygamberlerle birlikte bir yol tutsaydım’ der. ‘Vay şu başıma gelene! Keşke filanı dost edinmeseydim. And olsun o gerçekten bana gelmişken, beni zikirden (zikrullah/Allah’ın kitabı, Peygamberin vaazı, nasihati) alıkoydu.’ Öyle ya şeytan insanı (başına bir belâ gelince)yapa yalınız ve yardımsız bırakandır.” [Furkan; 27, 28, 29]

Yine bir başka Ayet-i Kerimede:

“Kıyamet gününde dostlar birbirine düşmandır. Ancak muttaki (Allah dostları, onların dostları)kullar müstesnadır.”[Zuhruf, 67]buyrulmuştur. Demek ki onların dostlukları kıyamette de devam etmektedir.

Aklı olan herkes, şuurlu bir şekilde düşündüğü zaman, Allahü Zülcelâl’in dostları ile beraber olmayı, onlarla sohbet etmeyi ve mü’min kardeşleriyle yardımlaşmanın faydalı olduğunu itiraf edip, bunun Allahü Zülcelâl’e ulaşmak ve rızasına nail olmak için şart olduğunu kabul edecektir.


Genç KALEMLER diğer yazıları