Ayşe DEMİRCİOĞLU

“Atalarımızın dini üzereyiz”: Budizm

“Atalarımızın dini üzereyiz”: Budizm

Buda, Budizm tarihinde ilk aydınlanmış kişi olarak bilinir. Onun aydınlandığı gibi Budistler de onun çizdiği yolu takip ederek, aydınlanarak Nirvana’ya ulaşmak isterler.

Cenâb-ı Allah, her insanı fıtrat üzere yaratmıştır. Düşünme, akıl etme gibi bir özellik vermiştir. Mantığına doğru geleni kabul eder, ters düşeni ise reddeder. Bu yazımda mantığa ters düşen Uzak Doğu inançlarından olan Budizm’den bahsedeceğim. Diyebiliriz ki, ne kadar sapkın inanç varsa sanki hepsi Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Budizm, 500 milyon inananı bulunan, Batı tarihinde ortaya çıkan, aslında din olarak kabul edilmeyen hayat felsefesidir. Her insanın sorguladığı, sancı çektiği bir şey vardır: hayatın amacı. Hayatın amacı nedir? Ben niçin varım? Bu sorulara bir Müslümanın vereceği cevap: “Allah’a kulluk etmek için” olur. Bir Budist’in vereceği cevap ise ‘yüce hiçliğe ulaşmak’ olacaktır. Budist inanışa göre sarayda yaşayan kraliçe rüyasında beyaz bir filin sağ tarafından karnına girdiğini görür. Bunun bir işaret olduğunu anlarlar ve kraliçe, Siddharta Gautama’ya hamile kalır. İleride Buda olacak prens dünya’ya geldiğinde ilk sözü: “bu benim son doğumum.” olur. Bu sözün aslı ise Budizm’in ‘samsara’ adındaki sürekli ölüm-doğum inancıdır. Yani Budistlere göre insan doğar ve ölür, öldükten sonra başka bir surette dünya’da yaşamaya devam eder. Mütemadiyen, sonsuz bir ölüm-doğum, reenkarnasyon gerçekleşir. Kişi, bir önceki yaşamında insan olarak doğup öldüyse de, bir sonraki yaşamında, amellerine göre, başka bir bedende, canda dünya’ya gelebilir. Hatta bir hayvan ya da başka bir canlı olarak da. Buda doğduğunda, büyük insanlar gibi dikkat çekici 32 özelliğe sahiptir. Bunlardan bazıları kulaklarının çok uzun olması, ten renginin sarıya yakın, ayağının altında Budizm’in simgesi olan sekiz parmaklı tekerleğin resmi olması, … Bu özellikleri yorumlayan bilgi sahipleri, kral ve kraliçe‘ye oğullarının ileride ya büyük bir hükümdar ya da büyük bir din adamı olacağını söylerler. Kral, oğlunun ileride hükümdar olmasını istediğinden dolayı onu saraya hapseder ve sarayda muhteşem, lüks bir hayat sürer. Otuzlu yaşlarda Buda saraydan kaçar ve gerçek hayatla yüzleşir. Yolda bir yaşlı, bir hasta ve bir ölü görür. Böylece ilk defa yaşlılıkla, hastalıkla ve ölümle karşı karşıya gelir. Bunların sebebinin acı olduğunun farkına varır. Böylelikle Budizm’deki dört yüce hakikatten birincisini ortaya koyar: yaşam acı doludur. Aslına bakılırsa, hayat tamamen acıdan ibaret değildir. Cenâb-ı Allah her şeyi zıddıyla yaratmıştır bu dünya’da. Yani dünya’nın sadece acıdan olduğunu iddia etmek eksik bilgidir. İkinci yüce hakikat, bu acıların sebebinin insanın arzularından kaynaklandığıdır. Yani bu düşünceye göre bir Budist arzularından vazgeçmelidir. Halbuki dinimiz bize haram olan arzularımızdan vazgeçmemizi ve tarikat da nefsin kötü istek ve arzularını ıslah etmeyi öğretiyor. Üçüncüsü, bu acıların bitmesi Sekiz Katlı Asil Yoldan geçerek mümkün. Bu yolun esasları da ahlak, meditasyon, bilgelik kategorilerine bölünmüştür. Ahlaka dahil olanlar: doğru konuşma, doğru eylemler, doğru geçim kaynağı. Meditasyon ise doğru çabayı, doğru düşünceliliği, doğru konsantrasyonu içeriyor. Ve son olarak bilgelikten anlaşılan da doğru görüş, doğru düşüncedir. Bu Sekiz Katlı Asil Yolun esaslarının da ayrı açıklamaları var fakat burada bahsetmeye lüzum yok. Buda ortaya koyduğu fikirleriyle hayatın acılarından kurtulmak için bir yol arar ve sonunda incir ağacının altında uzun süre oturarak aydınlığa kavuşur. Bu onun son ölümü olur, artık tekrar dünya’ya gelmeyecek ve o artık aydınlanmış bir pozisyonda bulunuyor, hiçlikte. Buda, Budizm tarihinde ilk aydınlanmış kişi olarak bilinir. Onun aydınlandığı gibi Budistler de onun çizdiği yolu takip ederek, aydınlanarak Nirvana’ya ulaşmak isterler. Eğitim sebebiyle bir Budist tapınağına girdiğimde, ortada kocaman altın renginde bir Buda heykeli bulunuyordu. Tapınakta o kadar çok semboller, anlamlar, renkler vardı ki gözlerin bakmaktan yoruluyordu âdeta. Bu inançta yüce İlah’a iman yok, yani ateist bir inanç. Budist tapınağında, onların inanç adamı olan lama’dan duyduğum şuydu: “İnsan bir başkası tarafından yaratılmadı, insan kendi kendini yaratır.” Nasıl olur da aciz olan varlık, dışarıdan müdahalesiz kendi kendine var olabilir? Bunu düşünemiyor mu insan? İlginç olan şeylerden birisi de ‘samsara’, doğum-ölüm zincirlemesi olan reenkarnasyon. Dünya’da madem her şey gelip geçici ve fani, nasıl sonsuza kadar dünya var olmaya, yaşamaya devam edebilir ki? Diyelim Buda aydınlanmış gitmiş, dünya’ya dönememiş, bu bilgiler nasıl ulaştı da bunun doğru olabileceği kabul ediliyor? Buda gitti ve geri gelmediyse yeniden doğumun gerçekliği neye göre ispat ediliyor? Budistlerin bilmedikleri bir şey var o da bu hayatın onların ilk ve son hayatları, ilk ve son şansları olduğu… Kimi yanlış yorumculara göre Buda’nın da bir peygamber olabileceği söyleniyor -hâşâ-. Tanrı inancı olmayan Buda nasıl tevhidi savunabilir? Onun Peygamber olabileceği düşüncesi yanlıştır. Bir de filmlerden veya videolardan birçoğunun diline pelesenk ettiği, aslında Budizm inancının bir esası olan bir kelime var: ‘karma’. Karmanın anlamı, iyiliğin karşılığı iyiliktir, kötülüğün karşılığı kötülüktür. Yani bir kimse bir iyilik yaptığında, o bu dünya’da farklı bir şekilde o iyiliğin karşılığını görür. Aynı şey kötülük için de geçerlidir. Yani mazlumların ezilmesi, acımasızca öldürülmesi ‘karma’ yasasına göre kendi yaptıkları kötülük sebebiyledir. Zalimlerin yaptıkları kötülüğün karşılığı da kötülüktür ama nice zalimlerin cezalandırılmadığına da şahit oluyoruz. Bu nasıl oluyor? Bu karma yasasının ne kadar acımasız ve adaletsiz bir sistem olduğunu görüyoruz. Bir de şu gerçek var, yapılan her iyilik karşılık bulmuyor, ya da kötülükle karşılık bulabiliyor. Allah Rasûlu’nün buyurduğu gibi “ameller niyetlere göredir” (Buhârî, Müslim) yapılan iyiliğin veya kötülüğün de niyetle bağlantılıdır. Bizim inancımız İslamiyet’e göre ise bu dünya’da yaptığımız iyilikler ya karşılık bulur bu dünya’da ya ahirette. Buna ancak Allah (c.c) karar verir. Zilzâl suresinde de iyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün karşılığı kötülük olduğunu öğreniyoruz. Bu âyet, ahiretteki karşılıktan bahseder. Cenâb-ı Allah (c.c) yaptığımız her kötülüğe karşılık bizi bu dünya’da cezalandırmış olsaydı, cezalanmamış insan bulunmazdı. Ki Rabbimiz bize hata yapabileceğimizi fakat hatamızdan dönebileceğimiz konusunda son nefesimize kadar tevbe kapısını açık bırakmıştır. Ne kadar merhametli Rabbimiz… Kader’e iman ediyoruz ve yaşadığımız her şeyin ilahi bir hikmete göre tayin edildiğini biliyoruz. Bu dünya çalışma, Allah’a kulluğumuzu ispatlama yeridir, ahirette ise karşılık bulma yeridir.

Hindistan’ın çeşitli şehirlerinde büyük Buda heykelleri bulunur. Heykele bakarak, hatta taparak Buda’yı örnek göstererek aydınlanmaya ulaşmak isterler. Buda, Batı dünyasında da çok popülerdir. Sıradan marketlerde bile güya huzur ve dinginlik veren Buda’nın heykelleri bulunur. İnsanlar Budizm inancını tam bilmeden bir sele kapılır giderler. Burada dizilerin, filmlerin de rolü büyük. Yoga, Budizm inancında bir ibadet olmasına rağmen, bir spor olarak algılanıyor. Türkiye’mizin sözde aydınları, İslam’a düşmanlıklarından dolayı namazı kılmazlar ama belirsiz bir Buda öğretisi olan yoga yaparlar. İlahî emir reddedilir, sapkın fikir doğru kabul edilir. Burada şeytanın insanları nasıl da aldattığını görüyoruz. Belçika’da özellikle Hristiyanlığın Katolik mezhebine karşı olan sekülerler, ateistler “yoga yapıyorum” diyerek toplum içinde bir statü sahibi olmaya çalışıyorlar. Bunun bir Budist ibadeti olduğu gerçeğiyle yüzleştirince de “yoga yapıyorum ama spiritüel olan şeyleri almıyorum” diyerek çelişkiyi ortaya koyuyorlar. Bildiğimiz üzere Cenâb-ı Allah (c.c.) her insanı iman etme fıtratıyla yaratmıştır, yani her insanın yüce bir varlığa inanma meyli var. Ne yazık ki şeytan insana küfrü süslüyor, hile ve vesveseleriyle batılı hakmış gibi kabul ettiriyor. Yoga tehlikesi ilkokullara hatta ana okullara bile sıçradı. İslam fıtratında doğan çocuklar, okullarda, Budist ibadetini bir spor olarak uyguluyor zen, meditasyon müziği eşliğinde. Yoga, gayri İslami bir ibadettir. Bunu yapan bilinçsiz kişiler gayri İslami bir ibadeti uygulayarak şeytanın yolundan gidiyorlar. Belirli hareket, nefes egzersizlerle ve tılsımlarla ruha odaklanarak, ruhu şeytanî bir kanala bağlıyorlar. Şeytana bağlanan bir kimse de her türlü tehlikeye ve saldırıya maruz kalır. Başlarda bazı ruhî arınmalar, rahatlamalar gibi görünse ve hissedilse de insana cinler musallat ediyor ve ettiriliyor. Bu durumdan kurtulmak kolay olmasa da imkânsız da değil. Şimdilerde bilinçaltı temizlikleriyle ortada mantar gibi türeyen yaşam koçları var. Bunlar Uzak Doğu inançlarını kendi düşüncelerine uyarlayarak, İslami öğretilerle, hatta Allah’ın (c.c) güzel isimlerini, Esma’ül Hüsna’yı da kötüye kullanarak, belirli sayılara göre şifreli, tılsımlı okutarak bir nevi büyü yaparak kişileri kendilerine bağlıyorlar. Kendileri buhrana tutuldukları gibi başkalarını da buhrana sürüklüyorlar… Ve ne yazık ki “ben İslamî yaşam koçluğu yapıyorum”, “Esma’ül Hüsna zikri veriyorum” diyerek saf insanımızı aldatarak batıl yola sokuyorlar. İyi niyetli insanımız bu tehlikenin farkında olmadan yavaş yavaş “evrene pozitif enerji” gönderiyorum diyerek duadan uzaklaşıyor, nefes egzersizleri yaparak namazdan uzaklaşıyor, “önemli olan kalp güzelliği” diyerek ibadetten, tesettürden, farzdan uzaklaşıyor, “bir Tanrı’yı tanımlayamıyorum, o bir enerji” diyerek Allah’ı inkâr ederek küfre bile düşebiliyor… Bir de çakralar denilen bir olay var. Güya bazı çakraların kapalı olması yukarıdan, tepe çakradan gelen enerjinin akmasına engel oluyormuş. Bu çakraları açmak için yoga, meditasyon, reiki gibi Budist uygulamaları yapmak gerekiyormuş. Şunu iyi bilmemiz gerekiyor ki çakranın İslamiyet’te yeri yok. Çakraları ortaya çıkaran, tecrübe eden, istidrâc yapan sapkın kişilerdir. Kerâmet, Allah (c.c) tarafından salih olan kullara verilir. Bunun zıddı olan istidrâcın manası kâfirin küfrünün artmasına sebep olan olaydır. Kurduğu tuzağa düşürmek, aldatmak manasına gelen ‘harikulade’ şeytanî bir durumdur. Söz konusu şahıs küfürdedir, fâsıktır ve maksadı da sihir, büyü, cinler vasıtasıyla olağanüstü durum meydana getirmeye zorlamak, insanları aldatmaktır.  Amaç şeytana ve derece derece ateşe daha da yaklaştırmaktır.Bazıları böyle harikulade gibi görünen durumlara kapılıp bu insanların peşine düşerler ne yazık ki. Cüneyd-i Bağdâdi Hazretleri şöyle buyurur: “Bir kişiyi havada uçarken görseniz dahi, hâli Kitap ve Sünnet’e uymuyorsa bu bir (keramet değil) istidrâctır.” İstidrac yapanların yanlış uygulamasına mı inanmalı yoksa hak olana mı?

Teşbihte hata olmasın, Ehli Sünnet olan Allah dostlarının tecrübe ettikleri, insan vücudunda letâif-i ruhaniyye vardır. Pir Abdulkadir Geylani Hazretleri (Allah sırrını takdis eylesin), letâifi ruhun organları olarak tanımlıyor. Bilindiği üzere de yevm-i zikirlerde letâif noktalarına odaklanarak, ıslah olmaları için kelime-i tevhit zikri çekilir. Kalp, ruh, sır, sırrın sırrı, hafa, ahfâ, nefs gibi letâifin yerlerinin tarifi vardır. Bununla amaçlanan ruhî tekâmülü gerçekleştirmektir. İnsanımız maalesef popülerleşen ve insanların gözüne sokulan meditasyon, çakra, yoga, bilinçaltı temizliği gibi gayri İslamî uygulamaları doğru kabul ederek, kendi özünden, İslam’dan, tasavvuftan, tarikattan uzaklaşıyor. Allah’ım bizi, Müslüman kardeşlerimizi, Ümmeti, neslimizi bu gibi tehlikelerden korusun… Bu tehlikeye bulaşanların da behemehâl basiretlerinin açılmasını ve hakikati görmelerini Cenâb-ı Allah’tan diliyorum… Bu da mı başımıza gelecekti, evet, “Buda” başımıza geldi öğretileriyle insanları sapkınlığa sürükledi… Asr-ı Saadette Peygamberimiz (s.a.s) müşrikleri iman etmeye davet ettiğinde karşılaştığı tepki şuydu: “Biz atalarımızın dini üzereyiz.”  Yani atalarından ne gördülerse ne duydularsa körü körüne kabul ediyorlar. Bilmiyorlar mı ataların da bir beşer olduğunu? Bilmiyorlar mı ki atalarının hatada olabileceğini? “Atalarımızın dini üzereyiz” diyenlere Rabbimiz, “onların babaları, ataları hiçbir şey akıl etmiyorsa da mı onların yolundan gideceksiniz?” (Bakara suresi, 170) buyurarak, ikaz ediyor, onları derin derin düşünmeye, dalaletten kurtulmak için uyarıyor. Belçika’da moral/ahlak dersinin içeriği ‘her şeye eleştirel bakmak’ olarak tanımlanıyor. Aslında bu abartılmış eleştirel bakmak insanı ateizme, agnostisizme götürüyor. Onların ‘eleştirel bakma’ olarak tanımladıkları şey hakkı inkâr etmektir. Fakat ölçülü olarak eleştirmek, sorgulamak gerekir. Her duyduğuna, okuduğuna inanmamak, kaynak aramak gerekir. Bir de başta şu soruyu sormak gerekir: “Mantığa uyuyor mu?” Biz Müslümanlar olarak dinimize baktığımızda, mantıklı açıklamalar buluyoruz. Kur’an’a bakıyoruz, Allah’ın kelamına, hitabına muhatap oluyoruz. Ayetlerdeki mucizeler, yaratılıştaki güzellik, kâinatın muazzam düzeni. Bizi hayretler içinde bırakıyor. Okurken huzur, dinlerken sekine buluyoruz. Ayetlerde ne bir çelişki ne de bir aykırılık var. Hz. Peygamber (s.a.s)’in hayatına baktığımızda ifrat ve tefritten kaçındığını, her işinde ölçülü davrandığına şahit oluyoruz. Güzel ahlakın temsili Peygamberimiz (s.a.s) yirmi üç senede pedagojik yaklaşımı ile kız çocuklarını diri diri toprağa gömen, ahlaksızlığın had safhada olduğu bir toplumu ıslah etmiştir. Hakk’a davet edişindeki üslup, insanların akıllarına göre hitabı ve mantıkî yaklaşım ve açıklamalarıyla insanları İslam’a davet etmiştir. Yapılan ibadetler net, Kur’an ve Sünnette açıklanmıştır. İstisnai durumlardan bahsedilmiştir. Gayet mantığa uygun. Diğer batıl olan inançları araştırdığımızda tekrar Cenâb-ı Allah’a şükretmemiz, hamd etmemiz gerekiyor bize verdiği bu iman nimetinden dolayı. Kâfirlere gelince, Cenâb-ı Allah’tan onların hidayet bulmaları için dua etmemiz gerekiyor. Ama evvelâ bizler iyi Müslümanlar olarak iyi örnek teşkil edip onlara tebliğ etmemiz gerekiyor. Rabbimiz bize gayri Müslimlere tebliğ etmeyi ve bizi onların hidayet bulmalarına vesile kılsın… Âmin.

Vesselâm

[email protected]


Ayşe DEMİRCİOĞLU diğer yazıları