Ey Müzzemmil!
O yüzden düstur bildi terk-i dünyayı! O dünya boştu, ama kalbi değil.
Mezun olalı bir kaç sene olmuştu.
Güzel bir bölümü başarıyla bitirmişti hem de. Eksik olan hiçbir şeyi yoktu aslında. Başını sokacak sıcacık bir yuvası ve onunla ilgilenecek bir anne bir de babası vardı. Onun sahip olduğu şeyler bazı kimselerin hayallerindeydi, hayal ettikleri yerde idi. Fakat pek de önemi yoktu onun gözünde. Çünkü bilmiyordu hiç kimse içinde kopan fırtınaları, tayfunları, tusunamileri…
Yaşardı hep içinde, ama asla hissettirmezdi. Hayata toz pembe bakıyormuş gibi yapardı gözlüklerinin arkasından. Oysa bilinmez miydi gözlerin yalan söylemediği...
Her gün dökülürdü bir yanı. Ne yaraları vardı kimselere açamadığı. Bilirdi dünya bir imtihandı. Yaşananlar boşa değildi ama dünya çok boştu. Nasıl bir boşlukta koştuğunu kendinden geçercesine dünyanın, düşündükçe, evrenin boşluğu kadar boştu dünya, onun gözünde.
O yüzden düstur bildi terk-i dünyayı! O dünya boştu, ama kalbi değil. Rahmân’ın rızasını gaye edinmişti. Ne cenneti kazanmak için ibadet eder, ne de cehennemden korktuğu için.
Ona sadece O gerekti, O.
Ama bocalıyordu, tökezliyordu, yuvarlanıyordu yalnızlığında. Çırpınıyordu gâyesizmiş gibi divâne oluyordu. Kimseyle konuşmak istemezdi, dili lâl olmuş gibi. Kitap okurdu durmadan gece-gündüz. Çünkü korkardı cahil olmaktan, cahillerle oturup kalkmaktan. Yüce Rabbi buyurmuyor muydu “Cahillerden yüz çevir!” diye. O zaman o da yüz çevirirdi durmadan.
Haykırmak istiyordu. Kurtulmak istiyordu bu yalnızlıktan. Her şeyin üst üste geldiği bir gündü yorganının altında oksijensiz saniyeler yaşarken. Gecesi her gecesinden daha zifiri karanlık. Bu son imtihanı ise ağır imtihanlar sıralamasında bir numarada. Yorganın altında beklemekteydi.
Gözlerindeki yaşlar sonbaharda kovadan boşalan yağmur katreleri gibiydi. Şeytan unutturmuştu ona Yaradan’ı. İki dünya arasında gidip geliyordu. Dünya a‘râfındaydı. Ne gidebilirdi ne de gelebilirdi. Sanki gündüzü bile gece gibiydi.
Settâr (c.c) gibi, örten O gibi. Ama göremezdi O’nu çünkü kapatmıştı bütün algılarını. Frekansı şeytana tutturmuştu bu gece. Şerrinden sığınmayı bile unutturmuştu o kovulmuş olanın. Sürekli vesvese ataklarına tutuluyor, şeytanî fısıltılara şahit oluyordu. Sanki o bataklıkta battıkça batıyordu.
Tutunacak dalı da mı yoktu? Uzatılan bir el de mi yoktu? Yardım edecek kimse yok muydu?
Derken... Kimsesizlerin de bir olan kimsesi olduğu düşüne düştü. Buyuruyordu O kelam:
“Ey müzemmil, ey örtünüp gizlenen!
Gecenin az bir kısmı hariç olmak üzere kalk!
Gecenin yarısında kalk yahut ondan (yarısından) biraz eksilt!” (Müzzemmil, 73/1-3)
“Ey örtünen!” diye ona sesleniyordu, ona.
Neden şeytanın vesvese trafiğinde kilitlendin? At o örtünü üzerinden, oksijene kavuş. Gecelerinin zifiri karanlığını yaratan O!
Ama bilmez mi o karanlığın içinde karanlığa inat bir ay vardı yeryüzünü aydınlatan.
Her zifiri gecenin ardından bir güneş vardı yeni güne yeniden doğan.
“Kalk!”diyordu örtünün altından… “Mahzun olma, ye’se düşme, ümitsizliğe kapılma, Yaradan’ın olan Ben varım” diyordu.
Kalk ki gafletin uykuya dönüşmesin, üzerine yılların tozu birikmiş bir halı gibi olmayasın. Ki o halının tozu ancak sopalarla vurularak giderilir. Ki o halının tozu öteberi duvarlara vurularak eski güzelliğine kavuşur. Kalk ki sen de onlar gibi tozlanma. Kalk ki sen de onlar gibi dövülme. Kalk ki sen de uyuma artık.
Zaman uyuma zamanı, örtünme zamanı, saklanma zamanı değildir. Zifiri gecelerde kalk!
Kalk da O Nûr’u hisset gönlünde. Yalnız değilsin. Çünkü yakındır O (c.c) sana şah damarından bile!
Yalnızlık O’na (c.c) mahsustur. Çünkü O Samed’dir, tektir, eşi benzeri yoktur. Sana seslenir yeniden yeniden:
Kalk! Kalk!O gecede kendini yalnız hissettiğinde şu imtihanlar hengâmesinden kurtulmak için manevi reçetedir “Kalk!”…
Gecenin az bir kısmında, gecenin yarısında ya da kendin seç hangi vakitte. Ama vaktin kalkma vakti olsun! Uyanma olsun, yeniden doğma olsun.
Yeniden doğmak için biz tekrar tekrar uyumadık mı? Bu dünyaya gelirken uyuyorduk, giderken uyanacağız hülyadan, gerçek dünyaya. Öyleyse doğrul yatağından, at üzerinden örtünü ve abdestle yıkan, arın tevbe gerektirecek her günahtan.
Ya Hayy Ya Kayyum…
İsm-i a‘zam ile yeniden canlan!
Ey örtünen “Kalk ve Allah’ı an!”
Ayşe DEMİRCİOĞLU diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 Takvadır Üstünlüğü Belirleyen
- 15 Temmuz 2023 Gayrimüslimle Ölüm Hakkında Sohbet
- 19 Ocak 2023 Ver Elini Filistin…
- 11 Eylul 2022 Haa Suriyeli Değilmişsin! - Irkçılık hakkında
- 04 Nisan 2022 Ramazan Günü Ortodoks Öğretmeniyle Sohbet
- 01 Aralık 2021 Öğrendim ki… Hayat, Önyargı ve “İnsan”
- 08 Haziran 2021 Peygamberlerin Kur’an’daki Fetânet Örnekleri
- 07 Şubat 2021 Kur’an’da Şifa, Kur’an’la Şifa
- 18 Ekim 2020 Dost Kazanmak
- 26 Nisan 2020 Bir Gün Karşına Bir Gayrimüslim Çıkarsa
- 28 Ocak 2020 Biraz tefekkür, Tabiata Bakarken
- 28 Eylul 2019 Doyamadığımız Şu Dünya
- 20 Aralık 2018 Her An Gidecek Gibi Yaşamak…
- 09 Mart 2018 Gülmek, Bir Nimet
- 29 Ekim 2017 Hz. Yusuf (a.s) Gibi Olabilmek...
- 17 Temmuz 2017 Çağın Hastalığı Depresyon ve Sarsılmayan Bir İman
- 25 Ekim 2016 Rabbim, Bunu Boş Yere Yaratmadın...
- 09 Mart 2016 Her An Gidecek Gibi Yaşamak…
- 31 Ocak 2016 Duymak ve Dinlemek…
- 30 Temmuz 2015 “İnsanlara Güzel Ahlakın Gereğine Göre Davran!” (Hadis-i Şerif)
- 26 Şubat 2015 Nasihatler; Boş Ver!