Hasb-i Hâl / İntibalarım
Gurbet, içi esrarla dolu bilemediğimiz nimetleri içinde barındıran bir mefhumdur.
Her yıl özlemini çektiğimiz vatanımıza bin bir meşakkat içerisinde geliriz. Aslında biz gurbetçilerin çilesi, tatile vatana gelme özlemi, tatil bitip de buradan döndükten sonra başlar.
Dostlar “hoşgeldine” gelirler, karşılıklı ziyaretleşmeler ve bu esnada hep gelecek yıla ait izne gidiş hazırlıklarından bahsedilir, çaylar içilir, sohbetler yapılır.
Biz müslümanlar için bir nevi gurbet, hicret sayılır. Bu hicret ufak çapta bir hicrettir. Okuyucularım beni yanlış anlamasınlar, hicret aslında tarihte çok büyük bir olay… O da Peygamberimizin emri gereği Mekke’den Medine’ye bin bir meşakkat içerisinde göç etmesidir. Orada İslâm devletinin temellerini atarak, dünyaya İslâm nurunu yayma olayıdır. Nitekim öyle olmuştur. Allah nurunu tamamlamış, kâfirler istemeseler de sevgili
Peygamberimiz:
“الجهاد ماض الى يوم الـقـيامة”
“el-Cihâdu mâzın ilâ yevmi’l-kıyâme / Cihad, kıyâmete kadar devam edecektir.” buyurmuştur. Yine O’nun anlatımıyla; Cenâb-ı Allah’ın yasakladığı haramlarından, helallerine göç etmektir. Bu anlayışa erenlere ne mutlu…
İşte bizler için gurbet budur. Gurbet, gariplik aynı kökten gelen Arapça bir kelime. Öyle benliğimize sinmiş, bu ve benzeri kelimeleri Türkçemizde hazmetmişiz ki, çok az kişiler bunun böyle olduğunu bilirler. Hele hele, uydurma kelimeler ortaya çıkararak güzel Türkçemizin yapısını modernleştirmek adına altüst edenlere ne demeli? Bu, Arapçaya olan düşmanlıktan başka ne ile ifade edilir? Yazık değil mi Arapçaya ve dolayısıyla Kur’ân anlaşılmasın, İslâm anlaşılmasın demek değil midir?
Yeni Türkçeciler bir taraftan böyle davranırlarken diğer taraftan da bir sürü yabancı, bilhassa İngilizce kelimelerin dilimizi tarumar etmelerine ne demeli? Dilini yok etmek, bir devlete en büyük kötülüktür. Birçok İslâm ülkeleri böyle yapılmadı mı? Ecdadının mezar taşlarını, arkaya bıraktığı nâdide eserleri okuyamaz duruma getirip şanlı geçmişleriyle bağlarını koparmadılar mı?
Devletleri devlet yapan unsurlar diyoruz, sayıyoruz; dil birliği, din birliği, ülkü birliği… diyoruz. Ayrıca şunu belirtmek lâzımdır ki; aklı başında herkes bilir ki Türkçenin uzun bir tarihi vardır. İngilizce gibi iki yüz senelik kelimelerin dili de değildir. Her türlü ilmî hakikatlere açık, ilmî verilere isim koymada çok müsait bir dildir.
İşte bu güzel Türkçeye kıymamak lazımdır. İçerisinde mevcut olan, bize Arapça ve Farsçadan geçmiş kelimeleri muhafaza etmek en akıllıca bir iştir. Bu, dilimizin zenginliğidir. Dil, masa başında oturarak yeni kelimeler icat etmek değildir. O dili konuşan halk, onu kendileri üretirler. Bu zekâ ve beyin işidir. Cenâb-ı Allah’ın bütün insanlığa verdiği bir nimettir. İnsanların dışındakiler, kelime ile meramlarını ifade edemezler.
“Allah, Rahmân’dır… İnsanı yarattı ve ona beyânı öğretti.” (Rahmân, 1, 3-4) Rahmân sûresinde buyruluyor. Buradaki beyândan maksat, dil ile duygu ve düşüncelerini açıklamadır.
Her ne ise…
Gurbet, içi esrarla dolu bilemediğimiz nimetleri içinde barındıran bir mefhumdur.
Hicret hiç iyi olmasaydı, Peygamber gurbete çıkar, sevdiği öz vatanını terk eder miydi?
Kendisine vahiy geldiği zaman Varaka b. Nevfel’e koştu. Anlattı, anlattı… O da dinledi.
Sonra ilave etti.
“Bu sana gelen daha önce peygamberlerden Mûsa’ya gelen Nâmûsu Ekber Cibrîl’dir. Ne olurdu keşke seni Mekke’den çıkardıklarında genç olsaydım da sana yardım etseydim!”
Peygamber, büyük bir üzüntü içerisinde:
“او مـخـرجى ” “Eve muhriciyye / Beni Mekke’den mi çıkaracaklar?” sorusuna, gün görmüş imanlı Varaka b. Nevfel tesellice bir cevap veriyordu.
O’nu tasdik ediyor, O’na destek veriyor, O’na inanıyor, teselli veren sözleriyle kendisini güçlendiriyordu. Bu olaylara karşı şimdiden hazırlıklı olmasını tavsiye ediyordu.
Cevap büyük ve mânâlı; arkanda âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Allah’ın desteği var, korkma, üzülme, sen bunlara rağmen muzaffer olacaksın, demek istiyordu.
Şöyle diyordu:
“Hiçbir peygamber yoktur ki, kavminin içerisinden çıkartılmasın.”
Hadise böyle, gurbet kadere yazılmış ne gelir elden… Bu satırları yazarken bunları da düşündüm, paylaşmak istedim.
Kişi, sevdiğiyle beraberdir. O âlemlerin sevgilisi… Ve çektiği çileleri kalbimde hissettim, hüzünlendim.
İnsanın Varaka bin Nevfel gibi destekçisi olsa, diyesi geliyor. Biraz değiştirerek, ne olurdu biz de O’nun zamanında olsaydık, O’na yardımcı olsaydık! Bunların hepsi kaderin bir cilvesidir.
Zaman kayıp gidiyor. O Saadet devrinde emir alarak yollara düşen Efendimiz, son defa Mekke’ye döndü ve baktılar.
Ondan sonra şöyle buyurdular:
“Dünyada mekânlar içerisinde en çok sevdiğin sendin. Ne yazık ki oradan beni çıkarıyorlar.”
Üzüntülerini bu sözlerle ifade ettiler.
Gurbete bu yönüyle bakacak olursak, her müslüman için o küçük bir hicrettir.
Hicret de acıdır. Yeni yerleri yurt edinme, değişik kişilerle karşılaşma, dost olma vardır.
Peygamberimizin, Mekke’den Medine’ye göç edişi tarihi bir olay olmuştur. Orada ensâr, muhâcirlere evlerinin kapılarını açmış, ekmeğini paylaşmıştır.
Ne mutlu bir toplum idiler onlar!
İnsanlık böyle tarihin şeref levhalarına hasret kalmıştır.
Ramazanınız mübarek, bayramlarınız mübarek olsun. İnsanlığın hidâyet ve kurtuluşuna vesile olsun.
Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 METÂ NASRULLAH
- 15 Temmuz 2023 Nasuh Tevbesi
- 19 Ocak 2023 Tasavvufta Rabıta ve Uyarılar
- 11 Eylul 2022 Şerefli Üç Mekan
- 11 Eylul 2022 Tasavvuf Demirden Leblebidir – Kürsüden Kaleme
- 04 Nisan 2022 Tevbe ve İstiğfar
- 01 Aralık 2021 Dünya ve Ahiret Bereketi
- 08 Haziran 2021 Küfür ve Dalalet
- 08 Şubat 2021 Hicret, Ama Nereye?
- 18 Ekim 2020 Tasavvufi Hayat ve Allah Dostlarından Örnekler
- 26 Nisan 2020 Korona Virüs Üzerine
- 28 Ocak 2020 Kerb-i Azîm
- 28 Eylul 2019 Onların Sözleri
- 29 Nisan 2019 Şahadet ve Namaz
- 09 Mart 2018 Bir Gün Gelecek…
- 29 Ekim 2017 Tasavvuf Yolunu Tuttum Giderim
- 29 Ekim 2017 Doğru ve Sağlam İtikad
- 17 Temmuz 2017 Dua Üzerine
- 23 Şubat 2017 Kandiller ve Hadiselere Bakış
- 23 Şubat 2017 Bütün Müslümanlar, Bütün Maneviyat Erleri, Kardeşlerim
- 26 Ekim 2016 Zaman Gelecek ki…
- 25 Ekim 2016 Diyalog
- 09 Mart 2016 Emaneti Yüklenmek
- 31 Ocak 2016 Beşeriyetin İhtiyaçları; İlim ve Kur’ân-ı Kerîm
- 31 Ekim 2015 Bir Hadîs-i Şerîf Üzerine
- 30 Temmuz 2015 Şehr-i Ramazan
- 28 Şubat 2015 Rabıtanın Mahiyeti?
- 16 Kasım 2014 Kul Hakları
- 03 Haziran 2014 Mekke Ve Medine’nin Fazileti
- 09 Şubat 2014 Doğru Söylediyse Kurtuldu
- 17 Eylul 2013 Biz Neredeyiz?
- 25 Mayıs 2013 İlim Üzerine
- 16 Şubat 2013 Temel İki Kaynak
- 03 Kasım 2012 Dinî Hassasiyet
- 11 Ağustos 2012 Kur’ân ve Sünnet’te Veli Kavramı
- 11 Mart 2012 O’ndan Af Dileyiniz!
- 29 Aralık 2011 Zikrullâhın Feyz ve Bereketleri
- 05 Ekim 2011 Kurban İbadeti ve Bayramı
- 28 Haziran 2011 Üç Aylar ve Oruç
- 15 Nisan 2011 Kutlu Doğum ve Kaside-i Bür`e
- 26 Şubat 2011 Hayat Veren Davet
- 25 Aralık 2010 Zamânı Durdurun
- 25 Aralık 2010 Mâ ‘Adette Lehâ
- 12 Ekim 2010 Eğitim ve Öğretim Yılı Münasebetiyle
- 08 Ağustos 2010 Rahmet ve Mağfiret Ayı
- 22 Temmuz 2010 Dört Unsur
- 22 Temmuz 2010 Ne Olurdu
- 04 Nisan 2010 Hz. Peygamber´in Yüksek Ahlâkı