Tasavvuf Demirden Leblebidir – Kürsüden Kaleme
‘Ya Resûlullah İslami şeriat çoğaldıkça çoğaldı. Arttıkça artıyor. Bana kendisiyle kısa yoldan cennete gideceğim bir ameli söyle…’ böyle soru soruldu..
Biliyorsunuz, Cenab-ı Allah (cc) hazretleri, Kendisini Kur’an-ı Azimüşşan’da zikretmemizi biz müminlere emretmektedir. Bu zamanla da mukayyet değildir. Kâinatın Efendisi, Efendimiz (sav) her zaman Cenab-ı Allah’ı zikrederdi. O’nun dilinden hiçbir zaman düşmezdi. Çok defa bunu söylemişizdir. Ve bütün Peygamberlerde, hep Cenab-ı Allah zül celal hazretlerini zikreder, tesbih ederlerdi. Sadece Mevla’yı zikreden müminler, insanlar değil ki; dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar; bizim gördüğümüz, görmediğimiz bütün varlıklar Cenab-ı Mevla’yı zikreder. Bulutlar, düşen yağmurlar bile hazreti Mevla diye, Hakk Hakk diye düşer. Cenab-ı Mevla’yı zikreder. Onun için bu güzel müesseseler, dergahlar, Peygamberlerden itibaren tesis etmeye başlamıştır. Cenab-ı Allah’ı zikreden dergâhlar, hangâhlar, zikredilen yerler tesis edilmiştir. Kıyamete kadar da devam edip gidecektir. Mutlaka Cenab-ı Allah’ı zikreden bir cemaat bulunacaktır. Ama üç olur, ama beş olur… Ancak kalabalık itibariyle görünürde, içerisinde sağlam olanlar olduğu gibi, çürük olanlar da olur. O ayrı bir mesele…
Önceleri dergâhlar da tasavvuf hayatını benimsemek için gelenlere çok ağır işler verirlerdi. ‘Acaba bu geliyor ama gerçekten samimi midir? Bir kontrol edelim’ diye… Hatta orda eski olan, kıdemli olan dervişlere de ‘O yeni dervişe yüz göstermeyin, dikkat edin, sert muamele edin!’ diye tembih ederlerdi. Ağır işler verin ki bakalım doğru mudur?’ diye tembih ederlerdi. Bunu tabi o dergâhın idarecisi durumunda olan Mürşidi yapardı. ‘Bakalım gerçekten mi gelmiş, yoksa sıkıntıyı gördüğü zaman hemen kapıda olan bir kimse mi’ diye imtihan etmek için… Tuvalet temizlemesinden tut, bütün ağır işleri verirlerdi. Bunları yaptıktan sonra denemeye tabi tutarlardı. Bir ay, iki ay, üç ay, beş ay… Ondan sonra beklerdi yeni derviş. Ne zaman bana bu kapıdan feyz verilecek, ders tarif edilecek diye… ‘Beni de evlatlığa kabul et!’ diye rica ve temenni de bulunurdu bu kişi. Mürşid ona: ‘Evladım bu yol çok ağır bir yol… Demirden bir leblebidir. Çiğneyebilirsen ortaya çık yoksa yarı yolda koyup gitmenin bir manası yok. Sende bir şey anlamazsın, bize de kazançlı bir şey olmaz bu iş.’ derlermiş. Böylece alırlarmış. İhvan kardeşlerim ne yazık ki o devirlerden bu devirlere geldik. Aşığa sormuşlar; ‘Bağdat uzak mı?’ ‘Yok’ demiş. ‘Uzak değil…’ Âşık olana Bağdat uzak değildir.
Zaman zaman ye’se düşüyorum. Zaman zaman da kendi kendimi teselli ediyorum. Belki size göre çok az ama bana dağlar kadar büyük hadiseler ile karşılaşıyorum. Seviniyorum… Mutlu oluyorum… Diyorum ki:
‘İyi ki onların hidayetine sebep ve vesile oldum.’
O bakımdandır ki; Cenab-ı Mevla’yı mutlaka zikretmek lazımdır.
Bir ya da iki aya yakın bir zaman içeresinde olmuştu bu hadise. Bir telefon aldım evladımızın bir tanesinden. Genç çocuklarımızdan bir tanesi. Emin olun tanımıyorum. Annesini, babasını, yakın akrabasını tanımış olmama rağmen kendisini tanımıyorum. Kendisini tanıttı. Sizden ders almak istiyorum, dedi. Bir zaman önce, Miraç gecesi olabilir, bir gece ‘Hocam sizin konuşmanızı dinledim ve çok etkilendim. Ders almak istiyorum ama ders aldıktan sonra bu ders aldığımı anne babamın duymasını istemiyorum.’ dedi. Bana öyle sırlar tevdi edilmiştir ki, benimle mezara gider. Böyle bir hadise geçti. Şu hadisecik bile beni mutlu ediyor. Bir kişinin hidayetini, bu dersi tebliğ etme, anlatma gördüğümde beni mutlu ediyor. Ama tabi ki bilen biliyor. Altının kıymetini sarraf bildiği gibi, bilenler biliyor. Bilmeyenlere ne kadar söylesek azdır. Onu için Cenab-ı Mevla’yı mutlaka zikretmek lazımdır. Aşığa Bağdat uzak değildir. Bakarsın çok seneden beri el almıştır, bakarsın ki Hatme Hace’yi terk etmiştir. Bakarsın ki yeniden intisap almıştır. Öyle bir aşkı ve feyz vardır ki, kırk yıllık dervişler de öyle aşk feyz yoktur. Bu tabi nasip meselesi. ‘Bende niye yoktur?’ diye bir şey geçirmemesi lazımdır insanın kalbinden. Bazılarında tezahür eder, dışarı vurur; bazılarında içe vurur, gözükmez. Bu eğer ki bir feyz alamıyorlarsa mürid kendisini kontrol etmelidir. Yevmi zikrimi yapıyor muyum, yapamıyor muyum? Zoraki mi oluyor benim yevmi zikrim? Kusurum mu var? Bunları bir kontrol etmek lazımdır. Yoksa bu yol mübarek bir yol… Tarikat-ı Aliyye-i Kadiriyye Muhammedi yolu… Böyle mübarek bir yoldur. Cenab-ı Allah istifade etmeyi bizlere nasip etsin.
‘Ya Resûlullah İslami şeriat çoğaldıkça çoğaldı. Arttıkça artıyor. Bana kendisiyle kısa yoldan cennete gideceğim bir ameli söyle…’ böyle soru soruldu, Peygamber Efendimize (sav).
Peygamber Efendimiz de cevaben:
‘Öyle bir amel sana söyleyeceğim ki bu amel altın hazineler gibi altınların sahibi olurda onu infak etmekten daha hayırlıdır. Yine bu hazineler dolusu gümüşe sahip olursun. Onu infak etmekte, fakir fukaraya dağıtmaktan daha hayırlıdır. Düşmanlarla cephe de vuruşursun. Ya şehit olursun ya gazi. Şehitte olursan ondan daha hayırlıdır. Gazi de olursan ondan daha hayırlıdır.’’
Yedi tane güzel amel içerisinde bulunan bu amel nedir?
‘Senin dilin Allah’ın zikriyle ıslak olsun. (Tirmizi, Deavât, 4, T3375)
Vallahi ben söylemiyorum. Ben sadece bir nakkalım. Naklediyorum. Hadisi aldım size söylüyorum. İsteyen bu Peygamberin mübarek sözünü, mübarek ağızlarından dökülmüş bu sözü kabul eder, istemeyen almaz. Kimseye diyeceğim bir şey yok. Hatırlatıyorum ben sadece. Diyorum ya, ufak şeylerden mutlu oluyorum. Cenab-ı Allah taksiratımızı affeylesin.
Abdullah DEMİRCİOĞLU diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 METÂ NASRULLAH
- 15 Temmuz 2023 Nasuh Tevbesi
- 19 Ocak 2023 Tasavvufta Rabıta ve Uyarılar
- 11 Eylul 2022 Şerefli Üç Mekan
- 04 Nisan 2022 Tevbe ve İstiğfar
- 01 Aralık 2021 Dünya ve Ahiret Bereketi
- 08 Haziran 2021 Küfür ve Dalalet
- 08 Şubat 2021 Hicret, Ama Nereye?
- 18 Ekim 2020 Tasavvufi Hayat ve Allah Dostlarından Örnekler
- 26 Nisan 2020 Korona Virüs Üzerine
- 28 Ocak 2020 Kerb-i Azîm
- 28 Eylul 2019 Onların Sözleri
- 29 Nisan 2019 Şahadet ve Namaz
- 09 Mart 2018 Bir Gün Gelecek…
- 29 Ekim 2017 Tasavvuf Yolunu Tuttum Giderim
- 29 Ekim 2017 Doğru ve Sağlam İtikad
- 17 Temmuz 2017 Dua Üzerine
- 23 Şubat 2017 Kandiller ve Hadiselere Bakış
- 23 Şubat 2017 Bütün Müslümanlar, Bütün Maneviyat Erleri, Kardeşlerim
- 26 Ekim 2016 Zaman Gelecek ki…
- 25 Ekim 2016 Diyalog
- 09 Mart 2016 Emaneti Yüklenmek
- 31 Ocak 2016 Beşeriyetin İhtiyaçları; İlim ve Kur’ân-ı Kerîm
- 31 Ekim 2015 Bir Hadîs-i Şerîf Üzerine
- 30 Temmuz 2015 Şehr-i Ramazan
- 28 Şubat 2015 Rabıtanın Mahiyeti?
- 16 Kasım 2014 Kul Hakları
- 03 Haziran 2014 Mekke Ve Medine’nin Fazileti
- 09 Şubat 2014 Doğru Söylediyse Kurtuldu
- 17 Eylul 2013 Biz Neredeyiz?
- 25 Mayıs 2013 İlim Üzerine
- 16 Şubat 2013 Temel İki Kaynak
- 03 Kasım 2012 Dinî Hassasiyet
- 11 Ağustos 2012 Kur’ân ve Sünnet’te Veli Kavramı
- 11 Mart 2012 O’ndan Af Dileyiniz!
- 29 Aralık 2011 Zikrullâhın Feyz ve Bereketleri
- 06 Ekim 2011 Hasb-i Hâl / İntibalarım
- 05 Ekim 2011 Kurban İbadeti ve Bayramı
- 28 Haziran 2011 Üç Aylar ve Oruç
- 15 Nisan 2011 Kutlu Doğum ve Kaside-i Bür`e
- 26 Şubat 2011 Hayat Veren Davet
- 25 Aralık 2010 Zamânı Durdurun
- 25 Aralık 2010 Mâ ‘Adette Lehâ
- 12 Ekim 2010 Eğitim ve Öğretim Yılı Münasebetiyle
- 08 Ağustos 2010 Rahmet ve Mağfiret Ayı
- 22 Temmuz 2010 Dört Unsur
- 22 Temmuz 2010 Ne Olurdu
- 04 Nisan 2010 Hz. Peygamber´in Yüksek Ahlâkı