Ledünnî İlim

Sır ilmi denilen bu ilme ancak ehl-i şuhûd ve ehl-i irfân nail olabilir

 Ledünnî ilim var mıdır ve ne demektir?

İslâm dinine ait kitaplarda, özellikle de tasavvufa ait olanlarda ledünnî ilimden bahsedilmiştir. Bu, Hz. Allah tarafından verilen bir ilimdir. Buna “İlmu Mevhibe” de denilebilir. Hibe edilmiş, verilmiş, ihsan olunmuş ilim demektir. Bu ilme herkes nâil olamaz. Cenâb-ı Allah, bunu istediklerine vermektedir.

Hz. Peygamber (s.a.s):

“Bir kimse bildikleriyle hareket ederse, Allah (c.c.) ona bilmediklerini öğretir. Onu bilmediklerine mirasçı kılar.” (el-Aclûni, Keşfu’l-Hafâ, II, 265, Hadîs no:2542) buyurmuşlardır.

Bu ilme nail olmanın yolu güzel amel, zühd ve takvadır. Böyle kimselerin ruhları böyle bilgilere nail olurlar. Bunu inkâr etmek doğru değildir. Hz. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de ledünnî ilmin varlığından bahsederken Hz. Musa ile Hızır’ın yolculuğundan haber vermektedir. Hızır hakkında “Biz ona katımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf, 18/65) buyrulmaktadır.

Bu, Hızır’la Musa’nın buluşmaları ve beraber yolculuk yapmalarıdır. Bu buluşmada Hz. Musa’nın uşağı Yuşa’da bulunmuştur. İsteği üzerine Hz. Musa ledünnî ilmin sahibi Hızır ile buluşmak için yola çıkar. Alınan vahye göre; yemek için azık olarak aldıkları balık canlanıp kaybolursa buluşma yerleri orası olacaktır. Bu, Hz. Musa’nın bir mucizesidir. Bir kaya dibinde Hz. Musa uyumuş, balık da yüzerek kaybolmuştu.  Fakat hizmetçi Yuşa bu olayı Hz. Musa’ya (a.s) anlatmayı unutmuştu. Bir müddet sonra anlatınca, Hz. Musa buluşma yerlerinin orası olduğunu anlamış ve orada Hızır ile karşılaşmıştır. Hızır, Hz. Musa’ya kendisiyle bulunmaya sabredemeyecek olduğunu hatırlatır. Nihayet beraber yolculuk etmeye karar verirler. Yolculukları anında Hızır, ilk önce bindikleri gemiyi deler. Daha sonra bir küçük çocuğu öldürür ve uğradıkları bir köyde yıkık duvarı tamir eder. Bunların üçüne de her defasında sabredeceğine söz verdiği halde sabredemeyen Hz. Musa ile Hızır birbirlerinden ayrılırlar. Ayrılmadan önce Hızır bu üç olaydaki hikmeti açıklar. (bk. Kehf, 18/60-82)  

Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan bu olaydan mü’minler çok şey anlarlar. Bazıları da inat ile inkâr ederler, sapıklığa düşerler. Hızır hakkında da maddî hayat bakımından kıyamete kadar yaşamadığı, o zamanlar yaşadığı ve öldüğü görüşü yer alır. Çünkü Cenâb-ı Allah:

“Senden önce de hiçbir insana ebedî yaşam vermedik.” (Enbiyâ, 21/34) diye buyurmaktadır. Demek ki Hızır maddî hayatta değil “misâl âleminde” yaşamaktadır. Görülüyor ki Hızır (a.s), ledünnî ilme muttalî kılınmış, buna mukabil büyük peygamberlerden olmasına rağmen Hz. Musa (a.s) bundan mahrum bırakılmıştır.

En çok hadîs rivayet eden sahabî Ebû Hureyre (r.a):

“Ben Rasûlullâh’tan (s.a.s) iki kap (dağarcık) dolusu ilim öğrendim. Birini insanlara açtım. İkincisine gelince, eğer onu anlatıp saçmış olsaydım boğazım şuradan kesilirdi.” (Tecrîd-i Sarîh, I, 117) buyurmaktadır.

Hadîs âlimleri birinci saçılan ilmin hadîs ilmi olduğunu, “boğazım kesilir” diye kayıtladığı ilmin ise manevî ilimler olduğunu haber vermişlerdir. Şimdi söylenmeyen ilim ilim olmaz veya o ikinciyi niçin söylememiştir, denilebilir. İlim ketm edilmez, denilebilir. Hz. Ebû Hureyre (r.a) bu sözüyle, ‘ikinci ilmi söylemiş olsaydım insanların bazıları buna tahammül edemez ve karşı çıkarlardı’ demek istiyordu.

Hz. Ebû Hureyre’nin Gizlediği İlim

Sahabenin namlılarından Hz. Ebû Hureyre, kısa zaman Peygamberimizin (s.a.s) yanında kalmış olmasına rağmen O’ndan çok hadîs rivayet etmiştir. Bunun sırrı ve hikmeti de O’nun duasına nail olmasıdır.

Ebû Hureyre anlatıyor. Peygamberimize (s.a.s) şöyle demiştir:

“Ya Rasulullah! Senden birçok hadîs işitiyorum da unutuyorum.” O (s.a.s) da:

“Ridânı (elbise) yay” buyurdu. Yaydım. Elleriyle bir şey avuçlayıp ridânın içine atıyor gibi yaptı. Sonra:

“Topla!” dedi. Ridâmı topladım. İşte ondan sonra hiç bir şey unutmadım.” (Tecrîd, I, 116)

Bu, Peygamberimizin (s.a.s) mucizelerinden birisidir. Mucize, akılla ifade edilemez. Cenâb-ı Allah’ın dilemesiyle olmayacak hiçbir şey düşünülemez. O, her şeye kâdirdir. Kudreti sonsuzdur. Peygamberini mucizelerle, sevdiği kullarını da kerametleri ile teyit etmiştir. Hz. Ebû Hureyre’nin bundan sonra hafızası kuvvet kazanmış, Hz. Peygamberden (s.a.s) duyduğu hadîsleri hiçbir zaman unutmamıştır. Bu sadece hadîs-i şerîflere münhasır/özgü değildir. Belki bütün her şeye şâmildir. Çünkü Ebû Hureyre (r.a) şöyle buyuruyor:

“Bana ‘ridâyı topla’ diye emretti. Ben de topladım. Ondan sonra hiçbir şeyi unutmadım.”

İşte böyle, hafızası Peygamberin (s.a.s) mucizesiyle kuvvet kazanmış bir sahabî bize şu hadîs-i şerîfi haber vermiştir:

“Rasûlullâh’tan (s.a.s) iki kap dolusu ilim belledim. Bunlardan birini size yaydım. Diğerine gelince, onu meydana çıkaracak olursam, benim şu boğazım kesilir.” (Tecrîd, I, 117)

Hadîs-i şerîfe iki yönden bakıyor ve üzerinde düşünüyor ve hadîs şârihlerinin de izah ve şerhlerini kendimize delil alarak aşağıdaki neticelere varıyoruz.

 

Ebû Hureyre’nin İfşa Edip Herkese Duyurduğu İlim ve Ketmettiği/Söylemediği İlim

Birincisi açıktır: Peygamberimizden (s.a.s) duyduğu hadîslerdir. Bunları, gücünün yettiği herkese anlatmış ve yaymıştır. Böylece bu hadîsler günümüze kadar ulaşmıştır.

İkincisine gelince… Bu acaba hangi ilimdir? Yalnız burada ilim sahiplerinin, ilmi ketm etmemeleri gerekir. Ketm etmek (gizlemek) mesuliyeti muciptir (sorumluluk gerektirir). “Böylelerinin ağızlarına ateşten gem vurulacaktır” meâlindeki hadîsi şerife uygun mu olur, yoksa olmaz mı, şeklinde düşünceler akla gelebilir. Yine bunlara, ne tür cevap verilebilir,  şeklinde sorulabilir.

Evet, Cenâb-ı Allah Kur’ân’da ilim sahiplerinden ve onların faziletlerinden haber vermiştir. Peygamberimiz (s.a.s) de:

“Her kim bir ilimden sorulur da o da onu ketmederse kıyamet gününde onun ağzına ateşten bir gem vurulur” (Ebû Dâvûd, İlim/9; Tirmizî, İlim/2) buyurmaktadır.

Hadîs-i şerîfe bakacak olursak, ağzına gem vurulacak olan âlimin kim olacağı, yine hadîsin içinde mevcuttur. Bir defa söz, şartlı kullanılmıştır. Yani ilim sahibine sorulmasını şart koşmuştur. Bir diğer husus da sorulan âlim o meseleyi bilmiyorsa tabi ki susacak ve cevap vermeyecektir. Çünkü yanlış fetvalar müftüyü ateşe götürür. Eğer ki Ebû Hureyre’ye, gizli ilimlerin ne olduğu sorulsaydı, herhalde o da bunu cevapsız bırakmazdı. Çünkü onlar başkalarına nispetle Cenâb-ı Allah’tan en çok korkanlardı.

Bu hususları da kısaca açıkladıktan sonra gelelim bu ikinci gizli ilmin ne olduğu meselesine. Bakalım bu hususta neler denilmiş…

1. Gizli ilimlerden kasıt, ileride ümmet-i Muhammed’in başına gelecek fitnelerdir, demişlerdir. Bu fitneler, tozu dumana katacaktır. Ve ahir zamanda her müslümanın evinden bile zuhur edecektir. Bundan kurtulmanın çaresinin Kur’ân’a sarılmak olduğu da bize haber verilmiştir. Ayrıca bu durumlarda fitnelere karışmayı, kanın gövdeyi götürecek kadar adam öldürmenin çoğalacağı hususlar da haber verilmiştir. O zaman müslümanın birkaç koyun alarak dağlara kaçmasının daha hayırlı olacağı bildirilmiştir.

2. Peygamberimizden (s.a.s) sonra ortaya çıkacak olan musibetler. Yerden ve gökten inecek belalar… Bunların hiçbirisinden insanlar olarak emin değiliz.

3. Kıyametten önce insanların ne halde bulunacaklarını gösteren ilimdir.

4. İlm-i esrârdır, denilmiştir. Bunun üzerinde biraz durmak gerekir. Tabii ki meseleleri iyi kavrayabilmek için söylenilmeyen ilim, ilim olmaz mantığıyla yola çıkmamak lazımdır. Böylelerine laf anlatmak mümkün değildir. Onlar yolda kalmaya mahkûmdurlar. Sır ilmi denilen bu ilme ancak “ehl-i şuhûd” ve “ehl-i irfân” nail olabilir. Peygamberini seven ve sevdiğini O’nun sünnetlerini işlemekle gösterenler ve O’na uyanlar bunun meyvelerini toplarlar. Bu ilim herkese açık değildir. Ancak ehline açıktır. Belli bir terbiye neticesinde ona ulaşılabilir.


Zülcenâheyn diğer yazıları