Mizan

Nefsin Kötü Hasletlerinden Haset

Nefsin Kötü Hasletlerinden Haset

“... ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.”[Felak, 5]

Kur’ân-ı Kerimde hasetten bahseden bazı âyet-i kerimelerde Rabbimiz (c.c) şöyle buyurmaktadır:

“Ehl-i Kitaptan birçoğu, hak kendilerince besbelli olduktan sonra, ruhlarındaki hasetten ötürü sizi îmanınızdan sonra küfre döndürmek hevesine düştü.”[Bakara, 109]

“Eğer size bir iyilik dokunursa onları tasaya düşürür. Şayet size bir fenalık gelirse onunla sevinirler.”[Âli İmrân, 120]

 “... ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.”[Felak, 5]

Rasûlullâh (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Hasetten kaçının. Çünkü o, ateşin odunu yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir.”[Ebû Dâvûd]

“Çekememezlik yapmayın, birbirinizden ayrılmayın, husûmetleşmeyin, arka çevirmeyin, ey Allah’ın kulları kardeş olun.”[Buhârî ve Müslim]

“Herhangi bir husûmete müsteniden kardeşinin uğradığı musibete sevinme, Allah (c.c) onu kurtarır ve seni mübtelâ eder.”[Tirmizî, Vâile’den hasen ve garib olarak rivayet etmiştir.]

Safiyye bint-i Hayy (r.anha) vâlidemiz -ki o Hayber’de esir alındı. Efendimiz (s.a.s) onu azat ederek nikâhına aldı- Peygamber Efendimize (s.a.s) geçmişte yaşadığı şu ibretlik hâdiseyi haber vermişlerdir:

“Bir gün babam ve amcam Sizin yanınızdan geldiler. Babam amcama:

- Bu adam hakkında görüşün nedir? diye sordu. Amcam:

- Mûsâ’nın (a.s) müjdelediği peygamberdir, dedi. Babam:

- O hâlde buna karşı tavır ne olacak?” diye sordu. Amcam:

- Ölünceye kadar düşmanlık, dedi.[İmam Gazzalî, İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn, C.3, Hased Bahsi]

Hased, bir kimsenin elindeki nimetten dolayı rahatsızlık duymak, nimetin o kimseden gitmesini istemektir. [a.g.e.]Hatta o nimetin aynısı haset eden kişiye de verilecek olsa, yine râzı olmaz. Onun hedefi, mutlak anlamda nimet sahibinin elindekini almaktır. Kendisine almak meselesi mühim değil, bizâtihi o kimseye yâr etmemektir. Bu tanımıyla haset, kıskançlığın da ötesinde kötü bir haslettir.

Toplumun ifsat olmasını sağlayabilecek çok tehlikeli bir hastalıktır. Kur’ân’da haset ile ilgili birçok kıssa bulunması da hased hastalığının ne derece kötü sonuçlara sebebiyet verdiğini bildirmesi bakımından önem arz etmektedir. İblisin Hz. Âdem’e secde etmeyişi, Âdem’in (a.s) çocuklarından Kâbil’in Hâbil’i öldürmesi, Yakub’un (a.s) oğullarının Yusuf’u (a.s) kuyuya atmasıyla sonuçlanan olaylar hep hased sebebiyle ortaya çıkmıştır.

Hased eden kişi hasedini fiiliyata döker de karşıdaki kişiye zarar verirse, kul hakkıdır. Bu durum, fıkıh ilminin bir konusudur. Fakat bizim üzerinde durmak istediğimiz husus ise kalp hastalığı olarak hasedi ele almaktır. İmam Gazzalî Hz.leri İhyâu ’Ulûmid-Dîn isimli eserinde hased duygusunun sadece kalpte durarak âzâlara intikal etmemesi durumunda; bazı ulemânın buna cevâz verdiğini, bu hususun bir içtihad meselesi olabileceğini fakat hiç çekinmeden bir müslümanın zarar görmesini gönülden arzu eden bir kişinin bağışlanma ihtimalini de çok uzak gördüğünü ifade etmiştir.

Niyetimiz, Rabbimizin (c.c) buyurduğu şu kullardan olabilmektir:

“Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar.”[Haşr, 9]

Hased etmenin diğer bir kötü yanı da kadere rıza göstermemektir. Bu kişi, her ne kadar hased ettiği kişiye kızıyor olsa da perde gerisinde rıza gösteremediği şey, Allah’ın takdir ettiği bir nimettir.

Eğer nimet ehil bir kimsede değil ise, kişi sahip olduğu nimetle toplumun zararına iş görüyorsa bu nimetin o kişiden gitmesini istemek hased değildir. Mesela sahip olunan bir ilimle meyve-sebze gibi gıdaların genlerini değiştirerek daha dayanıklı hale getirmek, bunu bir hile olarak kullanmak… Bu gıdalar insanların türlü rahatsızlıklara dûçar olmasına sebebiyet verir. Bu ilim nimetinin, o hilekâr kimseden gitmesini istemek hased değildir. Çünkü toplumu ifsat eden değil, ıslah eden bir düşüncedir. Kadere rıza göstermemek değil bilakis murâd-ı ilahiyeye muvafık bir davranıştır. Öfke duyması dahi hak içindir.

Hased hastalığının ilmî olan ilacı da bu vesileyle ortaya çıkmış olur. Yâni kişi kadere rıza göstermemekten, toplumu ifsat eden bir birey olmaktan son derece sakınmalı, hasedin zayıf bir anında fiiliyata dönüşme ihtimâlinden korkmalı, ahirette uğrayacağı zararları düşünerek bunu kalbinden def etmeye bakmalıdır.

Diğer düşünülmesi gereken husus da bu haliyle hâsid (hased eden kişi) hedefine ulaşabilecek midir? Hased eden kimse genellikle bunu fiiliyata dökmek isterken eline yüzüne bulaştırır. Düşmanının sahip olduğu nimet elinden gitmediği gibi bunun rahatsızlığı da hased eden kişiye kalır. Düşmana attığı her mermi sekerek kendine döner. Zaman geçtikçe düşmanını yüceltir ve kendisini zelil eder. Herhalde böyle ahmak bir düşman, dostlar başına demek gerekir ki; belki de nimet sahiplerine hasetçilerin dadanmasındaki bir hikmet de bu olsa gerekir.

Şâir öyle diyor:

Düşmanların ölmesin, yaşasın da sendeki nimetleri görerek kıvransınlar,

Onlar durmadan sana haset etsinler ki, hased edilenler kemâldedir.

 

Yusuf’u (a.s) kardeşleri kuyuya atarak babaları Yakub’un (a.s) kendilerini daha çok seveceklerini zannetmişti. Hâlbuki Hz. Yakub eskisinden daha çok Yusuf peygamberi özler, sever ve anar olmuştu.

Her kalp hastalığının ilmî ve ameli ilaçları olur. Hased hastalığının ilmî ilâcı, yukarıda bahsedildi. Amelî ilacı ise nefsinin yapmak istediği şeyin zıddını yapmaktır. Meselâ kalbinde hased hissettiği bir kimseye iyilik yapmak gibi… Bu gönüllerdeki nifak tohumlarını kurutur. Kalpleri birbirine ısındırır. Toplumu güzelleştirir. Rızâ-yı İlâhi’yi celb eder. Böyle toplumlar nice fetihlere lâyık olurlar.

Rabbim bizleri hased hastalığından muhafaza buyursun. Güzel ahlâkla bezenmiş, meşayih-i kirâm hazerâtının yolundan ayırmasın…

Pîr Abdulkâdir Geylani (k.s) Hz.leri’nin bir sohbetlerinde hased hastalığının kötülüklerinden bahsettikten sonra, şu sözlerini sohbetinin devamına eklemesi ne kadar da manidardır:

“Ben size hasedin kötülüklerinden bahsettim. Oysa bunun nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorum. Bu kelimenin sadece tanımını biliyorum. O yüzden size anlatıyorum.”


Mizan diğer yazıları