Mizan

Ricâlü’l-Gayb

Ricâlü’l-Gayb

Muhakkak ki Allahsakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir

Ricâlü’l-gayb, Arapça iki kelimeden oluşan bir terkiptir. ‘Racül’(çoğulu ‘ricâl’) kelimesi; adam, erkek, er, adamlık, olgun kişilik anlamlarına, ‘Ğayb’ise (bir yerde) bulunmama, gelmeme, görülmeyen, gizli, gayb âlemi, manevi âlem anlamlarına gelmektedir.[1]Tasavvufi ıstılahta ise, çeşitli görevlerde evliyalardan oluşan ve insanların çoğu tarafından bilinmeyen manevi bir ordu anlamında kullanılmaktadır. Kaynaklarda ricâlü’l-gaybta görevli hanım evliyalardan bahsedilmesiyle, buradaki ricâl kelimesinin ‘olgun kişileri’ ifâde ettiği anlaşılmaktadır.Eserlerde gayb ricali, erleri veya erenleri, manevi ordu gibi kelimelerle de kullanıldığı gibi halk arasında üçler, yediler, kırklar şeklindeki ifadeler de hep ricalü’l-gayb anlamındadır. Aslında halk arasındaki bu söylemler, ricâlü’l-gaybin içerisinde bir grup velilerdir ki daha sonra izahı yapılacaktır.Ricâlullâh kavramı ise ricâlu’l-gaybdan daha geniş anlamı olmakla birlikte ricâlu’l-gayb yerine de kullanılmaktadır.[2]

Ehl-i sünnet itikadındaki velilik ve keramet kavramlarından yola çıkarak böylesi bir manevi yapının olabilme ihtimaline öncelikle mümkün diyebilmek gerekir. Sonrasında rical’ül-gaybe işaret olabilecek bazı ayet ve hadisler tefekkür edildiğinde, yalan söyleyebilme ihtimali görülmeyen çok sayıda evliyâ zatların[3]sözleri değerlendirildiğinde ve bu zatlarla birebir yaşadıkları olaylara şehadet edenlerin de sözleri göz önünde bulundurulduğunda rical’ül-gaybi kabul edenlerin kanaati, isabetli bir kanaat olsa gerekir.

Ricalü’l-gayb hakkında Kur’an-ı Kerim’den işaret olarak Hz. Hızır kıssası örnek olarak verilebilir.(Kehf, 60-82) Bu kıssada Hz. Hızır’ın, Cenab-ı Allah’ın nasib ettiği bir ilimle kâinat üzerindeki tasarrufatı görülmektedir. Kıssa sonunda Hz. Hızır, Musa’ya (a.s) ‘Bu yaptığı işleri kendi görüşüne göre yapmadığını’ bildirmiştir.(Kehf, 82)

Hadis-i şeriflerdeki işaret ise, kendilerine ‘ebdal’ denilen bir grup evliya hakkındadır. İbnu’l-Cevzî gibi bazı âlimler tarafından edbal hadisleri kusurlu bulunmuşsa da, Sehâvî ve Suyûtî gibi âlimler, kaleme aldıkları eserlerinde ebdal hadislerinin detaylı olarak değerlendirmesini yapmışlardır. Sonuç olarak bu hadislerinin kusurlu olduğunu söyleyenler bu hükmü, söz konusu hadislerin bütün tarikleri için değil, belli bazı tarikleri hakkında söylemişlerdir. Nitekim Suyûtî, İbnu'l-Cevzî'nin kusurlu bulduğu rivayetler dışında, çeşitli tariklerle gelen birçok rivayetleri de açıklayarak ‘ebdal’ haberinin sahih olduğunu, hatta sonrasında kabulu gerekli bir bilgi olacak derecede rivayet çokluğu bulunduğunu söylemiştir.Hafız İbn Hacer ise bu konuda, “Ebdal meselesi birçok hadiste varid olmuştur. Bunlar arasında sahih olanlar bulunduğu gibi, sahih olmayanlar da vardır” demek suretiyle ifade etmiştir.[4]

Bu hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır: Hz. Ali (r.a) Irak’ta iken, bir gün yanında Şam halkından bahsedildi. Bazıları, onları lanetlemesini istediler. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a) Resulullah (s.a.s)’tan şunları işittiğini söyledi:“Ebdaller kırk kişi olup Şam’da ikamet ederler. Onlar sayesinde yağmur yağar, onlar sayesinde düşmana karşı zafer kazanılır ve onlar sayesinde Şam halkından azap uzaklaştırılır.”[5]

Enes bin Mâlik’ten (r.a.) rivayet edilen hadis-i şerif şöyledir: “Yeryüzü, Hz. İbrâhim gibi (kâlb, hâl ve sîrete sâhip) kırk kişiden hâlî kalmayacaktır. Yeryüzünde yaşayanlar, onların duâları sebebiyle yağmura ve ilâhî yardıma erişirler. Onlardan her ne zaman biri ölürse Allah, bir başkasını onun yerine geçirir.”[6]

Sahabe-i kiramdan Ebu’d-Derdâ (r.a) ebdâl denilen kimseleri şöyle tanıtır: Allahu Teâlâ’nın kendilerine ebdâl denen bazı kulları vardır ki; bunlar peygamberlerin halefleri ve yeryüzünün direkleridir. Nübüvvet sona erince Cenâb-ı Hakk, Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden bir kavmi onların yerine koymuştur. Onlar fazla namaz, çok oruç ve ibadetlerinden değil; ancak ciddi vera’ ve samimi niyet sahibi olup herkese iyilik düşünmelerinden ve Allah için nasihat etmelerinden dolayı bu makama ermişlerdir. Onlar, korkaklığa varmayan sabır, zillete düşmeyen tevâzu sahibidirler. Otuz veya kırk kişi olan bu kimseleri Cenâb-ı Hakk seçmiş olup bunlar İbrahim (a.s) kalbi üzeredirler. Onlardan birisi vefat ettiği takdirde, Allah onun yerine başkasını koyar.[7]

Onlar kimseyi lanetlemez, kimseye hakaret etmez, kimseye dil uzatmaz, kimseye haset etmez ve dünyaya karşı hırslı olmazlar. İyilik bakımından insanların en temizi, en yumuşak ahlaklısı ve en cömertleridir. Alametleri eli açık olmak, seciyeleri güler yüz, sıfatları ise selamettir. Bugünleri için korkmayıp yarınları içinde gaflette kalmazlar ve zahirlerini muhafaza ederler. Allah’la ilgili kesin bilgilerinde (yakîn) ve hayırlı işlerde yarışta onlara rüzgâr bile yetişemez. Allah’a olan şevkleri bakımından gönülleri ona doğru yükselir. “…İşte onlar Allah’ın ordusudur (hizb);muhakkak galip gelecek olan da Allah’ın ordusudur”[8]ayeti, bu kimseleri tasvir etmektedir.[9]

Bu niteliklere nasıl ulaşılabileceği konusunda kendisine sorulan bir soruya Ebû’d-Derdâ (r.a) şöyle cevap vermektedir: “Dünyayı (kalben) terk ile bu seviyeye ulaşabilirsin, zira sen (dünyaya) buğz ettiğin vakit, ahirete yönelirsin. Ahireti sevdiğin nispette dünyadan yüz çevirirsin. Dünyadan yüz çevirdiğin nispette de sana faydalı olanı görür, bulursun. Allahu Teâlâ kulunun iyi talebine karşılık ona doğru yolu gösterir, onu korur. Şunu da bil ki, bu anlattığım Kur’an-ı Kerim’dedir. Nitekim Allah Teâlâ : Muhakkak ki Allahsakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir[10]buyurmuştur.”[11]

İmam Şâfiî ve İmam Buhârî’nin de ebdal sözünü, beğendikleri kişiler için bir takdir ifadesi olarak kullandıkları rivayet edilmektedir.[12]  Muhaddis ve Fakih olan zatların da ebdal kelimesini kullanmaları, ehl-i sünnete mâl olmuş bir ifade olduğunu göstermesi bakımından da önem arz etmektedir.

Rical’ül-gayb ile ilgili şu şekilde bir aklî mukâyese de yapılabilir: İblis’in de bir şer ordusu vardır. Şeytanlar, cinler ve insanlardan oluşan bu ordu hakkında Kur’an-ı Kerim ve hadislerden bazı bilgiler bulabileceğimiz gibi bazı araştırmacılar da ‘şeytana tapan’ gizli dünya örgütleri hakkında hakkında bilgiler vermektedirler.

Rabbimiz (c.c.) Kur’anda şöyle buyurmaktadır: “…şeytana kulluk etmeyin…”[13], “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık…”[14] 

Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “İblis tahtını su üzerine kurar. Sonra yapacakları kötülükleri yapmak üzere avenesini sağa sola gönderir. Makam ve mevkice ona en yakın olan, fitnenin en büyüğünü yapandır. Hepsi yaptıklarını anlatmak üzere İblis’in yanına gelir ve içlerinden birisi: ‘Ben şunu, şunu yaptım.’ der. Ancak İblis, ona: ‘Senin yaptığın da bir şey mi?’ der. Sonra bir başkası gelir ve ‘Falan adamı, karısından boşayıncaya kadar onun yakasını bırakmadım.’ der. İblis bundan o kadar memnun olur ki, hemen onu yanına çağırır ve ‘Sen ne kadar şirinsin!’ diyerek ona iltifat eder.”[15]

Bu şer ordusunun bela ve musibetlerini def edecek mânevi bir ordu da lüzumludur. Hatta bu şer ordusu şu zaman için yeni kurulmuş olsa, evliyâ kiramın istişare ederek karşı bir ordu kurması elzemdir. Evliyâ Kiram hazeratı, kendilerine ikrâm edilen tasarruf gücünü herhalde ki böylesi bir şer ordusuna karşı kullanacaktır.

Gayb erleri hakkında pek çok menakib kitapları bulunmaktadır. Yakın zamanda yaşamış olan ve manevi orduda üçlerden olduğu kabul görülen Lâdikli Ahmet Ağa’nın (1888-1969) hayatı hakkındaki eserler tavsiye edilebilir niteliktedir. Bu eserlerde şahitlerin huzurunda gelişen bazı olaylardan bahsedilmektedir. Muhtemeldir ki hâlen hayatta olanları da vardır. Ya da birebir olayları şahitlerinden dinlemiş olan akraba ve çocukları…

Manevi orduda bulunan hiyerarşik yapıyı Muhyiddin Arabî (k.s) aşağıdan-yukarıyamelâmiyye, muhaddesûn, ahillâ, ümenâ, mustafûn/müctebûn, nükabâ, ahyâr, nücebâ, ebdâl, evtâd, imâmân ve kutub şeklinde sıralamıştır.[16]Mehmed Nuri Şemseddin’in (k.s) Miftâhu’l-Kulûb adlı eserinde ise ricâlu’l-gaybınmertebeleri, aynı zamanda sayılarını da ifade etmektedir. Bu zâtlar özet olarak şöyle tarif edilmiştir:

Manevi ordunun başındaki zât Kutbü’l-Aktâb’tır. Üstün hizmet sayılan bu kutuplar kutbu olma görevi, Allah tarafından her asırda tek değerli zata verilir.

En büyükgavs olan zata gelince… Bu değerli zat, kutuplar kutbunun emrindedir. Bu zat da, her ne kadar muktedir, yönetme yetkisinde güçlü olsa da; destur almadan, ne dil oynatabilir, ne de bir şeye el atabilir. İzin­siz karışmaz.

İlk kutubtabir olunan zata gelince, diğer kutupların ilki demektir.

Buraya kadar anlatılan zatlar, halk arasında ‘üçler’ diye anlatılan değerli zatlardır. Yani: İlki kutuplar kutbu, ikincisi en büyük gavs, üçüncüsü de ilk kutuptur.

‘Yediler’, ‘kırklar’ diye anlatılan zatlar dahi vardır. Bunların da her biri kutub olup ancak, Allah'ın ihsanı ile kutuplar kutbuna hizmetçi olmuşlardır. Bun­ların her biri, haline göre bir yere memur edilmiştir. Meselâ: İlk kutup Bağdad, Şam, Halep gibi beldelerde tasarruf ederler. Diğer kutuplar da, hal­lerine göre birer ikişer yerlerde tasarruf eder. Oraları yönetirler. Hatta kâfirlerin ülkelerini dahi yönetirler.

Kutuplar tasarruf ederken ‘her biri, yönetmeye memur oldukları yerde dururlar ve öyle tasarruf ederler’ gibi bir mana anlaşılmamalıdır. Kendisi İstanbul'da olabilir; görevi de Hindistan'dadır. O anda, Hin­distan'daki görevini yerine getirir. Onlara göre, uzak yakın aynıdır.

Anlatılanlardan başka; yüzler, üçyüzler, yediyüzler, binler dahi vardır. Bunlar da, Allah tarafından kutuplar kutbunun ve diğer kutupla­rın hizmetlerini görmeye memurlardır. Anlatılanlardan başka, üçbinler, beşbinler, yedibinler, onbinler vardır. Bunların kâmil ve mükemmili olsa dahi, yönetim işlerine karışmaz. Bu anlatılanlarla beraber, her bir asırda, bir rivayete göre 124 bin tane Allah'ın velîsi vardır. Kıyamet gününe kadar, bu mevcutlar hiç eksik olmaz. Bazan, kutuplar kutbu olmak, hilâfet sırrı, en büyük gavs olmak mertebelerinin üçü de kutuplar kutbu olan değerli zatta birleşir... Şeklinde anlatmaya devam eder…

Elhasıl mânâda devran işte böyle dönmektedir. Dünyada gelişen olayları değerlendirenler ise, her türlü güç odaklarının olaylarla olabilecek ilgilerini enine boyuna tartışırlar. Gelişen olayların sonuçlarına bu yorumlar üzerinden tahminler yürütürler. Ancak ricâl’ül-gayb dikkate alınamadan yapılan bu türden yorumlar, her zaman eksik kalmaya mahkûm olacaktır. Ama ne var ki onlar emirsiz hareket etmezler. Yoksa herhalde iblisin ordusu nefes dahi alamazdı.

 

[1] Arapça-Türkçe Sözlük, Mektep Yayınları, Kadir Güneş

[2] Süleyman Uludağ, “Ricâlu’l-Gayb”, c.35, s. 81.

[3] Bu zâtların içinde, Abdulkâdir Geylâni (k.s), İmam Rabbâni (k.s) gibi itikat ve hadis hususunda âlim olan zatlarda vardır.

[4] Kettânî, Nazmu’l-Mutenasir, s. 220-221

[5]İmam Ahmed b. Hanbel, I/112

[6] Sülemî, Tabakâtü’s-Sufiyye, s. 2; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Vasît, 5/65 (nr. 4113); Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/765; Heysemî, a.g.e., 10/63.

[7] İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. III, s. 347.

[8] Mücadele, 22.

[9] İmam Gazâlî, a.g.e., c. III, s. 347-348.

[10] Nahl, 128

[11] İmam Gazâlî, a.g.e., c. III, s. 348.

[12] TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 01; sayfa: 60

[13] Yasin, 60

[14] En'am, 112

[15] Müslim, Münafıkûn 67; Müsned, 3/314

[16] Muhyiddin ibn Arabî (k.s), el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye [Fütûhât], Nesreden: Osman Yahyâ-İbrâhim Medkûr, Kahire, 1392-1410/1972-1990, c. XI, ss. 266-383


Mizan diğer yazıları