İlhâm Bilgi Kaynağı mıdır?
...kalbe doğan şeyin ilhâm ya da vesvese olduğunu tespit eden bir ilim...
İlhâm, ilm-i tasavvufta “gönle doğan ilahi bilgiler” anlamında bir terim olarak kullanılır. Zuhurât görmek veya bazı manevî hâller ile gönle doğan haberler de yazımızda genel olarak ilhâm kapsamında değerlendirilecektir.
İlhâm öyle bir hâldir ki, maneviyat yolcusu bir derviş onu kendi âleminde yaşayabileceği gibi ihvan arasındaki sohbetlerde de ona tanık olabilir. O halde ilhâmın İslâm itikadında ve fıkhında hükmü nedir, bu hâl ile hâllenen müridin ihvan arası münasebetlerinde nasıl bir yol izlemesi gerekir veya böyle bir haberi alan bir müridin bu hususu nasıl değerlendirmesi gerekir gibi hususlar cevaplandırılması elzem sorulardandır.
Ehli tasavvuf, kalbi, aynayla teşbih etmiştir. Kalpten kasıt gönüldür. Günah kirlerinden, kötü hasletlerden temizlenen bir gönül, mürşidine veya eşyaya yöneldiğinde oraya tıpkı bir şeye yönelen aynada görüntülerin aksetmesi gibi görüntüler veya bazı hisler akseder. Tasavvuf ve tarikat yolları, Allah dostları yetiştiren yollardır. Bu manevi yolculuğu tecrübe etmiş bir Mürşid-i Kâmilin kontrolünde yetişen dervişler “dereden geçenin paçası ıslanabilir” misali kimi zaman o kâmil insanın kalbinden müridin kalbine yansıyan bazı hallere de mazhar olabilirler.
Fakat şu husus önemlidir:
Haddi zatında bu yolların böyle haller vermek gibi bir garantörlüğü de yoktur. Çünkü tasavvufun nihai hedefi; hakiki imanı kalbe yerleştirmek, amelleri nefse kolay getirerek ihlas sahibi olmaktan ibarettir. Dolayısıyla günlük zikrini yapan dervişin dilinde bir tat, gönlünde huzur bulması; keşif ve zuhurat görmekten veya keramet sahibi olmasından daha mühimdir. Yani tasavvuf yolunda ilerlemekten murad; kişinin iman, amel ve ihlas noktasında yetişmesidir.
İlhâm ile bilgi sahibi olunabilir. Fakat göz, kulak gibi diğer haber edinme vasıtaları gibi gönlün de hataya düşmemesi için bazı tecrübeler edinilmesi, alınan veriyi ilim haline dönüştürebilmek için bazı ön bilgilere ihtiyaç duyulması ve bazı usullerin takip edilmesi gerekir. Nasıl ki bakmak ve görmek farklıdır veya nasıl ki her zaman gördüğümüzden veya duyduğumuzdan emin olamayız, işte bunun gibi her ilhâm sanılan şey de ilim olmaz. Tasavvufun bir tanımı da “kalbe doğan şeyin ilhâm ya da vesvese olduğunu tespit eden bir ilim” olmasıdır.
Bu hâlde bulunan mana yolcusunun eğer ki mürşidi varsa ne ala! Yoksa şiddetle mürşide ihtiyaç duyulur ki o kâmil zat, elindeki şeyin ona bir cevher mi yoksa cam kırığı mı olduğunu bildirsin. Allah muhafaza buyursun, nice kimseleri şeytan burada aldatmıştır. Mürşidi olan ise ona danışır, zamanla tecrübe etmesi gerekenleri günbegün öğrenir. Aldanmadan mahfuz olur ve hedefini şaşırmaz.
Diğer bir tehlike de dervişin bu halleri başkalarına anlatmaya meyil göstermesidir. Bu da iki tehlikenin kapısını açar. Birisi riya, diğeri ise işiten kimsenin ümitsizlik, haset gibi haller yaşamasıdır. Dolayısıyla hedef olmayanı hedef sanmak ve gönlü Mürşid-i Kâmilin gösterdiği istikametten vehimlere sevk etmek tehlikesini ortaya çıkarır.
İlhâm, kişinin kendi iç âleminde olup biten bir husustur ve İslâm uleması nezdinde bir haber kaynağı değildir. Bu şu demektir: Hiçbir ilhâm, İslâm’ın inanç değerlerinde bir artma veya eksilmeyi gerektirmez. Amellerde, yapılması gereken işlerde bir fazlalık veya eksiklik sonucunu doğurmaz. Bir şeyi umuma gerekli veya mubah kılamaz. İslâm’ın öncelikli haber kaynakları Kur’ân ve hadislerdir. Yine icmâ‘ ve kıyas iki kaynağın nurundan elde edilmiştir. İşte halk için lazım olan, müctehidlerin içtihatlarına uymaktır. el-hâsıl ilhâm ile alınan bilgiler ancak İslâm’ı şerh edebilir. İslâm’a uymaz ise reddedilir. Mürşid-i kâmillerin ilhâmına tabi olmak ise bir gönül meselesidir. İslâm’a uygun olduğu sürece ne uyan kınanır ne de uymayan… Dervişlerin ilhâmı ise hataya çok müsaittir. Her işte tecrübe, icazet ve liyakat elbette ki aranır.
Kanaatimiz odur ki, dervişler bu halleri kendi iç âlemlerinde yaşamalı. Bu konuları mahrem bilmeli. Mürşidi haricinde dile getirmemeli. Hedefe, Hakk’a vasıl olmayı murad etmeli, vasıtaya meylederek vartaya düşmemelidir. Dile getirmenin fitnelerinden çekinmeli, topluma faydalı bir birey olmaya çalışmalıdır.
Mademki son ayet nüzul olmuştur, son hadis, Allah Rasûlü’nün (s.a.s) fem-i saadetlerinden dökülmüştür, o halde İslâm’ın hüküm defteri kapanmış, sadece ictihad yolu kalmıştır.
İctihad işi ehlindedir, ilhâm işi de ehlindedir.
O halde derviş uyanık olmalı ve işi ehline havale etmelidir.
Vesselam…
Mizan diğer yazıları
- 19 Ocak 2023 İ'tidal Üzere Olmak
- 01 Aralık 2021 İlimlerde Terimler
- 08 Haziran 2021 Müslüman Mahallesinde Salyangoz Satmak
- 18 Ekim 2020 Şem´a Yanan Pervane Ol
- 28 Ocak 2020 İlmi Ehlinden Almak
- 28 Eylul 2019 Mezhepler Dinin Kalesidir
- 20 Aralık 2018 Zaman, Tasavvuf Zamanıdır
- 20 Aralık 2018 Gül yaprağı olmak, kolay değil!
- 09 Mart 2018 Şimdi Kuşa Benzedi!
- 09 Mart 2018 Allah’ı Zikretmenin Fazileti
- 29 Ekim 2017 Kem Alet İle Kemâlât Olmaz
- 29 Ekim 2017 Ömer Hüdâî Baba Köğengî Hazretleri ve Mürşidi
- 17 Temmuz 2017 Kıssadan Hisseler
- 17 Temmuz 2017 Nevzuhûr Âlimlere Dikkat!
- 17 Temmuz 2017 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 2. Mektubu
- 17 Temmuz 2017 Allah’a İtimat Etmek
- 23 Şubat 2017 İnsanın Manevî Yapısı ile İlgili Sorular
- 23 Şubat 2017 Kadı Burhaneddin Çilehanesi
- 25 Ekim 2016 Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar
- 25 Ekim 2016 Kutbu’l-Aktâb
- 09 Mart 2016 Nefsin Kötü Hasletlerinden Haset
- 09 Mart 2016 Ricâlü’l-Gayb
- 31 Ocak 2016 Mürşit Kimdir?
- 31 Ekim 2015 Nefsin Kötü Hasletlerinden; Kibir ve Ucb
- 30 Temmuz 2015 Sağlam Bir Tasavvuf Yolunun Esasları
- 24 Nisan 2019 İmam-ı Şâfiî’nin Mürşidi
- 27 Şubat 2015 Ashâb-ı Suffa’nın Tasavvufa Etkisi
- 06 Kasım 2014 İstimdât, Tevessül ve Teveccüh
- 08 Şubat 2014 Beni Seviyorsan / Abdülkâdir GEYLÂNÎ
- 17 Eylul 2013 Hakk Yolunda Cesur Ol
- 17 Eylul 2013 Ey Azrail! _ Cengiz NUMANOGLU
- 25 Mayıs 2013 Mücâhede Ehli ve Huyları
- 16 Şubat 2013 Dostuyla Dost Olmak
- 03 Kasım 2012 Pîr Abdülkâdir Geylanî’nin Akîdesi
- 11 Ağustos 2012 Dualar, Zikirler…
- 05 Ekim 2011 Harabe