Deizm

“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe mi var? “ (İbrahim, 10)

Deizm, yaratıcının varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adıdır.

Deizm Latince’de “Tanrı” anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiş, XVI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır.(Tdvia, c.9, s.109)

Deistler, aslında yaratıcıyı tümden inkar eden ateizm ile peygamberlerden bir kısmını inkar eden günümüz Yahudi ve Hıristiyanları olan Gayr-i Müslimler arasında bir yol tutarak peygamberliği tümden reddetmişlerdir.

Deizmin Avrupa’da en çok yaygın olduğu ülke İngiltere idi. İngiliz deizminin babası olarak kabul edilen Cherburyli Lord Herbert (ö. 1648), Tanrı’ya ve âhiret hayatına inanmakla birlikte kutsal metinlerin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular beslemiş, din adamlığı kurumunu şiddetle eleştirmiş, ayrıca evrensel gerçekleri kavramaya aklın yeteceğini savunmuştur. Onun takipçisi Charles Blount (ö. 1693), bir deist olduğunu açıkça beyan eden ilk düşünürdür ve intihar ettikten sonra yayımlanan Summary Account of the Deist’s Religion (1693) adlı eseri deist fikirlerin yayılmasında hayli etkili olmuştur. (Tdvia, c.9, s.110) 

Batı’daki deist filozofların yahudi-hıristiyan kutsal metinleri karşısındaki kuşkuları İslâm düşünürleri bakımından vârit olmamıştır. Vahyin sıhhati konusunda Batı’da beslenen bu kuşku ve inkâr tavrı akla mutlak güven psikolojisini doğururken İslâm düşünürleri ya ilâhî vahiyle sağlıklı aklın tam anlamıyla uyuştuğunu yahut daha fazla olarak vahyin akıl ötesi boyutlara da sahip olduğunu vurgulamışlardır. (Tdvia, c.9, s.111) 

Aslında insanlık tarihine baktığımızda, insanların bir ya da birden çok yaratıcının varlığına inandıklarını, ezici çoğunluğun ateizme meyletmediğini görürüz. İnsanlar kendilerine ve kainata bakarak bir yaratıcının var olduğunu itiraf ederek hak veya batıl da olsa çeşitli inanışlara yönelmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin halkı hakka davet ederken söyledikleri sözler bu durumu şöyle ifade etmektedir:

“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe mi var? “ (İbrahim, 10)

Yine insanlık tarihine baktığımızda peygamberlerin asıl mücadelesinin Allah’ı inkar edenlerle değil, şirk ehliyle olduğunu görürüz. Genel irtibatı ile görülen sorun şudur: Allah (c.c) ile rabıtası, olmayan bir şeyi  Allah ile insan arasına koyarak kişinin Yaratıcı ile olan bağını koparmasıdır. Gayri Müslim tanımına giren her iş aslında bu değil midir?  Bu kiminin kendi elleriyle yaptığı putlar olabildiği gibi kiminin de kendi görüş ve reyine hak ettiğinden fazla değer vererek aklını ilah mertebesine çıkarması olarak görülebilmektedir. Kuran-ı Hakim bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Gördün mü hevâsını ilah edinip Allah'ın bir ilim üzerinde saptırdığı ve kulağı ve kalbi üzerine mühür koyup görme gücünün üzerine de perde çektiği kimseyi? Artık, Allah'tan sonra onu kim hürriyete erdirir? Düşünüp hatırlamaz mısınız?" (Casiye, 23).

Deizm, kişiyi Allah inancı haricinde tüm inanç akidelerine iman etme gerekliliğinden, Allah ile insan arasındaki irtibattan ve ibadet mesuliyetinden soyutlama çabasıdır.

Onların Yaratıcı inancı, yarattıktan sonra yaratılanla bir bağı olmayan bir ilah anlayışıdır. Allah’ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir anlayışa sahip deist iddianın aksine Cenab-ı Hak (c.c) kendi zâtının “yerin ve göklerin nuru” (Nûr, 35) olduğunu ve insana “şah damarından daha yakın” (Kāf, 16) olduğunu buyurmaktadır.

Yine Kur’an-ı Kerim ibadet sorumluluğundan kaçan deist iddianın aksine bilakis yaradılış gayemizi şu kelamıyla ortaya koymaktadır:

“Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât  , 56)

Akıl, elbette Cenab-ı Allah’ın (c.c) kullarına bahşettiği en büyük nimetlerdendir. Fakat akıl ancak sağlıklı ve doğru bir usulle kullanıldığında kişiye yol gösterici olur. Birçok ayet bize “düşünmüyor musunuz?”, “akletmiyor musunuz?” diye buyurarak onu hakikati bulmada ne kadar da sağlam bir terazi olduğunu beyan etmektedir. Fakat onu yanlış kıyaslarla hevâ ve hevese uydurarak batılın sözcüsü yapmak değil, bilakis vahiy ile besleyerek hak ve hakikatin tasdikçisi yapmak gerekir.

Aklın yeri asla ilahi vahyin önünde olamaz.  Deizm aslında vahiyden nasibi olmayan aklın, dikkat edilmezse ne kadar yanlış çıkarımlarda bulunabileceğinin bir göstergesi olarak karşımızda bir ibret dersi olarak durmaktadır. Bakınız şu vahye dayalı ilahi kelam, aklı ne kadar da aciz bırakıyor.

İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet, 36)


Mizan diğer yazıları