Şecâat ve Necdeti
Şecaat; savaş ve şiddet sıralarında cesaret ve yüreklilik göstermek demektir.
Şecaat; savaş ve şiddet sıralarında cesaret ve yüreklilik göstermek demektir.
Necdet de, korku ve dehşet yerlerinde, olağanüstü durumlar karşısında sabır ve sebat göstermek, korkuya düşüp uygunsuz iş yapmamak, demektir.
Şecaat ve necdet hasletlerinin her ikisi de, Peygamberimiz aleyhisselâmda üstün derecede mevcuttu.
Abdullah b. Ömer:
“Rasûlullâh aleyhisselâmdan daha sehâvetli, daha necdetli, daha şecaatli bir kimse görmedim!” demiştir.
Kureyş müşriklerinin delikanlıları Mekke’de Peygamberimiz aleyhisselâmın evini kuşatmışlar, içeriden çıkar çıkmaz üzerine atılıp kılıçtan geçirmeye hazırlanmışlar iken, Peygamberimiz aleyhisselâm hiç korkmadan evinin kapısını açmış, müşriklerin başlarına toprak saçmış ve Yâsîn sûresinin baş tarafından dokuz âyet okuyarak aralarından çıkıp gitmişti.
Peygamberimiz aleyhisselâm, Hz. Ebû Bekir’le birlikte Sevr mağarasına girdiği zaman, müşriklerin delikanlıları da kılıçlarını sıyırıp iz süre süre mağaranın önüne kadar gelmiş, dayanmışlardı. Ünlü iz sürücü Kürz b. Alkame, Peygamberimiz aleyhisselâmın izini görünce:
“İz burada kesilmiş! Bu ayak izi, Makam-ı İbrahim’dekindendir!” demişti.
Hz. Ebû Bekir:
“Eğer onlardan biri eğilip ayaklarının dibinden içeri bakacak olursa muhakkak bizi görecektir!” diyerek telaşlandığı zaman, Peygamberimiz aleyhisselâm:
“Hiç tasalanma! Allah bizimledir.” buyurmuştu. (Tevbe: 9/40)
Kendilerini tutup müşriklere teslim ederek yüzer deve mükâfat almak sevdasıyla onları izleyen Sürâka b. Cu’şum’u gördüğü zaman, Hz. Ebû Bekir yine telaşlanmış ve:
“Yâ Rasûlallah! İşte, atlı gelip bize yetişti.” demişti.
Peygamberimiz aleyhisselâm ona yine:
“Hiç tasalanma! Allah bizimledir.” buyurmuştur.
Enes b. Malik der ki:
“Rasûlullâh aleyhisselâm insanların en güzeli, en cömerdi ve en şecaatlisi idi. Medine’de bir feryat, korkulu bir hal oldu mu, Peygamber aleyhisselâm hemen Ebû Talha’nın Mendub diye anılan atını emaneten alıp üzerine atlar, feryadın geldiği yere yetişirdi.
Hiçbir feryat ve imdat sesi duyulmazdı ki, Mendub’un oraya bir deniz gibi, su gibi revan olduğunu görmeyelim!
Hâlbuki o, çok yavaş ve ağır yürüyen bir attı; hiç de yürüyen değildi.
Bir gece Medineliler bir feryat işitip korkmuşlar, hemen sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi.
Rasûlullâh aleyhisselâm ise, onları geride bırakarak ilerlemiş, sesin geldiği yere yetişmiş, durumu inceleyip dönerken halk ile karşılaşmıştı.
Kendisi Ebû Talha’nın çıplak atının üzerinde kılıcı boynunda asılı bulunuyor ve:
‘Hiç korkmayınız! Hiç korkmayınız!’ buyuruyordu.”
Hz. Ali de, Bedir savaşı günü müşriklerin saflarına Peygamberimiz aleyhisselâmdan daha yakın bir kimse bulunmadığını bildirmiştir.
Mikdad b. Amr da, Peygamberimiz aleyhisselâmın Uhud savaşındaki şecaat ve sebatını anlatırken:
“Kendisini hak din ve kitapla peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; düşmanın saldırıları karşısında Rasûlullâh’ın bir karış bile gerilediğini görmedim!
Ashabından bir kısmı bir kere onun yanında toplandılar, bir kere de onun yanından dağıldılar.
Rasûlullâh’ın arada sırada ayakta dikilerek düşmanı geriletecek derecede yayıyla ok, ya da taş attığını görmüşümdür!
O, tıpkı askerî bir birlik gibi sebat etmekte, yerinden ayrılmamakta idi.” demiştir.
Uhud savaşında, Kureyş müşriklerinden Übeyy b. Halef:
“Muhammed nerede?” diyerek soruyor,
“Yâ Muhammed! Sen kurtulursan, ben kurtulmayayım!” diyerek gelip Peygamberimiz aleyhisselâma yetişmiş bulunuyordu.
Peygamberimiz aleyhisselâmın yanındaki sahabileri:
“Yâ Rasûlallah! İçimizden birisi dönüp onu karşılasa olmaz mı?” dediler.
Peygamberimiz aleyhisselâm:
“Bırakınız gelsin!” buyurdu.
Übeyy b. Halef, Peygamberimiz aleyhisselâmın yanına kadar geldi. Sahabiler dayanamayarak onun önünü kesmek istediler.
Peygamberimiz aleyhisselâm:
“Geri durunuz!” buyurdu.
Hemen Haris b. Sımme’nin mızrağını eline aldı, sonra sahabilerine puğur devenin silkinmesi gibi silkindi, onları devenin sırtından sineklerin uçup dağılışı gibi başından dağıttı.
Peygamberimiz aleyhisselâmın o sıradaki celâdeti, hiç kimsede yoktu. Peygamberimiz aleyhisselâm davranınca, Übeyy b. Halef dönüp kaçmaya başladı.
Peygamberimiz aleyhisselâm:
“Ey Übeyy! Nereye kaçıyorsun? diyerek seslendi onu -boynunun- miğferiyle gömleğinin yakası arasındaki kısmından vurup yaraladı!
Übeyy b. Halef, sığır böğürür gibi böğürerek atından yere yuvarlandı. Kendisinin kaburga kemiklerinden bazısı da kırıldı. Müşrikler, onu ordugâhlarına götürdüler. Übeyy b. Halefin yarasının kanı çıkmıyordu, fakat ağrısına dayanılacak gibi değildi.
Bunun için, Übeyy b. Halef:
“Vallahi, Muhammed beni öldürdü!” dedi. Arkadaşları:
“Andolsun, sen aklını kaybetmişsin! Vallahi, sendeki yaranın hiç önemi yok!” dediler. Übeyy ise:
“O bana Mekke’de ‘Seni, ben öldüreceğim!’ demişti.
Vallahi o benim üzerime tükürse, yine beni muhakkak öldürür!” dedi. Arkadaşları:
“Ey Ebû Âmir! Vallahi, senin yaran önemli değildir! Eğer bu sendekinin aynı herhangi birimizde olsaydı bize hiç de sıkıntı vermezdi. Biz de ona aldırış bile itmezdik!”diyerek teselli etmeye çalışıyorlardı. Fakat o:
“Lât ve Uzzâ’ya yemin ederim ki, eğer bende olan bu yara, Zülmecaz panayırı halkında olsaydı, hepsi de çoktan ölüp giderlerdi.
O, bana: ‘Seni, ben öldüreceğim!’ dememiş miydi?
Değil ben, bütün Rebia ve Mudarlar halkı da olsa, muhakkak onları da öldürür o!” diyordu.
Übeyy b. Halef, Mekke’ye altı mil uzaklıkta bulunan Şerife gelince öldü.
Ashabdan Berâ’ b. Âzib’e Kays kabilesinden bir adam:
“Huneyn savaşı günü, Rasûlullâh aleyhisselâmın yanından siz de kaçtınız mı?” diye sormuştu.
Berâ’ b.Âzib:
“Fakat Rasûlullâh aleyhisselâm kaçmamıştır! Onu boz katırının üzerinde gördüm ki, Ebû Süfyan b. Haris katırın geminden tutuyordu.
Kendisi:
‘Peygamber benim! Yalan yok! Ben Abdulmuttalib’in oğluyum!’ diyerek sesleniyordu.
Vallahi, savaş kızıştığı zaman, Rasûlullâha sığınır, onunla korunurduk!
İçimizde en yiğit olanımız, Peygamberimiz aleyhisselâmın hizasında durabilendi!” dedi.
Hz. Abbas da:
“Müslümanlarla kâfirler karşılaşınca, Müslümanlar bozulup gerilediler.
Rasûlullâh aleyhisselâm ise katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı.
Ben, koşmasına engel olmak için, katırının geminden tutuyordum. Ebû Süfyân b. Haris de, Rasûlullâh aleyhisselâmın katırının üzengisinden tutuyordu.” demiştir.
(M. Asım Köksal, İslam Tarihi, XVIII, 481-485)
Editör diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 15 Temmuz 2023 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 18 Ocak 2023 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (7. Mektup)
- 18 Ocak 2023 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 11 Eylul 2022 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 03 Nisan 2022 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 01 Aralık 2021 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (31. Mektup)
- 01 Aralık 2021 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 08 Haziran 2021 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 26. Mektubu
- 08 Haziran 2021 eş Şeyh es Seyyid Abdurrahmân Hâlis Kerkûkî Hz.nin Nigârâ Adlı Türkçe Gazeli
- 08 Haziran 2021 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 08 Şubat 2021 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 08 Şubat 2021 Mürîdin nefsiyle olan âdâbı nelerdir?
- 07 Şubat 2021 Şeyhu’l-İslâm Haydȃrîzȃde İbrȃhîm Efendi´nin, Kerküklü Abdurrahman Hâlis Hazretlerinin Biyografisine İçeren Makalesi
- 18 Ekim 2020 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 18 Ekim 2020 Sahih-i Buhari´de Zayıf Hadis Yoktur
- 18 Ekim 2020 Bu Dünya Dar-ı Gaflettir
- 28 Nisan 2020 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 26 Nisan 2020 Tasavvufi Eğitimin Hedefi ve Bir Prototip
- 28 Ocak 2020 Ya Resulallah - Niyazi Mısri
- 28 Ocak 2020 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 23. Mektubu
- 28 Ocak 2020 Tasavvufsuz İslami Kalkınma Olmaz
- 28 Ocak 2020 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 28 Ocak 2020 Hüdâyi Hazretleri´nin Nefis Terbiyesi
- 28 Eylul 2019 Abdülkâdir Geylânî’nin Ahlakı
- 28 Eylul 2019 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 22. Mektubu
- 28 Eylul 2019 Derviş Olsam
- 28 Eylul 2019 Allah, Kubâ Halkını Niçin Övmüştür?
- 28 Eylul 2019 Bir Kıssa, Bin Hisse - Buyurun Efendim!
- 28 Eylul 2019 Bursa Ulucami’indeki Levhanın Sırrı
- 28 Eylul 2019 Ayasofya Diyor ki
- 28 Eylul 2019 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 20 Aralık 2018 Cem Olmuş Dervişleri
- 20 Aralık 2018 Kıssadan Hisse -ÇingeneAli-
- 20 Aralık 2018 Siz Hiç Çocuğunuza Böyle Bir Mektup Yazdınız mı?
- 20 Aralık 2018 Tövbe
- 20 Aralık 2018 Ankâzâd´den Tûti İhsan Efendi’ye 21. Mektub
- 09 Mart 2018 Tasdik ve İnkâr Bakımından İnsanlar - Ömer Nesefî
- 09 Mart 2018 Kudüs Davası Sahipsiz Değildir!
- 09 Mart 2018 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 20. Mektubu
- 09 Mart 2018 Hz. Peygamber, Barış ve Savaş
- 29 Ekim 2017 Kabir Azabını İnkâr Edenlere Güzel Bir Cevap
- 29 Ekim 2017 Suların Kısımları
- 29 Ekim 2017 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 20. Mektubu
- 29 Ekim 2017 Bir Mucize, Süheyl b. Amr (r.a)
- 29 Ekim 2017 Olmayınca
- 29 Ekim 2017 Gel Papaz Efendi!
- 23 Şubat 2017 Abdesti Bozmayan Şeyler
- 23 Şubat 2017 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 18. Mektubu
- 23 Şubat 2017 Himmetini Âlî Tut - Pir Abdulkâdir Geylâni Hazretleri