Anadolu Selçuklu Dönemi, Müslim-Gayr-i Müslim İlişkileri
Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen Tâ âşıklar safında imam olasın sâdık…
Türkiye Selçukluları devrinde, özellikle XIII. Yüzyıl Anadolu’sunda İslâm-Türk medeniyetinin çok yüksek bir seviyeye eriştiği görülmektedir. Medreselerin yaygınlaşması, öğrenci sayısının gün geçtikçe artmasına, Moğol istilâsı sonucu zaviyelerin açılması da şeyh ve müridlerin çoğalmasına imkân hazırlamıştır. Doğal olarak bu durum yerli halkın dikkat ve ilgisini çekmiştir.
Bilhassa din farkı gözetmeden yoksullara, muhtaçlara, yolda kalmışlara ve hastalara yardım elini uzatan mutasavvıflar ile Türkmen babaları İslâmlaştırma faaliyetinde önemli bir rol üstlenmişlerdir.
Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen
Tâ âşıklar safında imam olasın sâdık…
diyen Yûnus Emre’nin yaklaşımı bütün insanlara din farkı gözetmeksizin aynı gözle bakmayı telkin ediyordu. Yûnus’a göre, ‘kâmil insan’ sülûk esnasında çokluktan birliğe ulaşır veya bunun aksine, onun deyişiyle “Vahdet ehli” her şeyde Allah’ı görmeye yönelir:
Kiliseye dirsen girem, nâkûs (çan) dahî dirsen çalam
Hıristiyanlar için kullanılan “tersâ”, Yûnus’un dilinde ve hayatında yabancılık çekmeyen, dost bir ifade kazanır ve Yûnus’un onlarla tanışıklığı vardır:
Tersâlar tapuya gelir hükm ısları zebûn olur
Tağlar taşlar secde kılur göriceğez dervişleri
Yûnus gibi âşıklar vahdet-i vücûda, her varlığın Allah’ın kulu olduğuna inandıkları için, hiç kimsenin sahip olduğuna, devletine ta’n edip gülmezler, bilginlere karşı da inkârcı olmadıktan gibi, tersâ(hıristiyan)nın haçına da karışmazlardı.
Bir kimsenin devletüne ta’n edüp biz gülmeyüz
Ne münkirüz âlimlere ne tersânın haçındayız
Bu anlayışla sadece müslümanlara seslenmeyen Yûnus, çevresindeki diğer inanç sahiplerine de çağrıda bulunurken, hem müslümanları, hem de diğer din mensuplarını birbirlerine saygılı olmaya davet etmiştir.
Yesevîliğin Anadolu’da şekillenen kolları olarak kabul edilen Bektaşîlik ve benzeri tarikâtlara mensup dervişler hem Türklerin “ata”, “baba”ları idiler hem de Anadolu’ya İslâmiyet’le birlikte Orta Asya örf ve âdetlerini getiren kültür elçileri idiler. Hacı Bektâş-ı Velî, Ahi Evran, Evhâdüdîn-i Kirmânî ve Sadreddîn-i Konevî gibi mutasavvıflar da -Yûnus Emre ve Mevlânâ çizgisinde- Anadolu’yu İslâmlaştırmada üzerlerine düşen rolü hakkıyla oynamışlardır.
Konumuz bakımından bunlar arasında Mevlânâ Celâleddin Rûmî üzerinde daha fazla durmak gerekir. Çünkü o, türlü din ve inanç mensuplarını; Allah, hayır ve insanlık fikirleri uğrunda birleştiren yüksek şahsiyeti ile İslâmiyet’in de yayılmasına hizmet ediyordu. Bir gün Mevlânâ’yâ; şiir ve düşüncelerini bilgili müslümanlar bile zorlukla anlarken aynı zamanda kendisini dinleyen gayr-i müslimlerin onun söylediklerinden ne zevk aldıkları sorulur. Buna Mevlânâ; onların Allah’a inandıkları yolları ayrı da olsa gayenin bir olduğu, cevabını verir. Böylece, gayr-i müslimlerin Mevlânâ’nın sözlerinin özünü kavradıklarını anlatmak ister.
Özellikle Moğol istilâsı öncesi ve sonrasında Anadolu’yu dolduran ilim adamları ile mutasavvıflar buraya büyük zenginlik kazandırmışlardır. Anadolu’nun aydınlanmasında rol oynadıkları gibi, müslümanların kendi dinlerinden olmasa bile farklı din, mezhep ve tarîkât mensupları ile bir arada yaşayabileceklerini göstermişlerdir. Bu tutum ve davranışları ile geleceğe, altı yüz yıl sürecek Osmanlı kültürüne ve günümüz Türkiye’sine ışık tutmuş olan bu münevver insanların Türkiye’nin geleceğine de örnek oldukları düşünülebilir. Genç kuşakların da bunun farkına varmaları umulur.
Mevlânâ’nın ilmini ve şöhretini duyarak onu ziyaret için İstanbul’dan Konya’ya gelen bir râhibin Mevlânâ’nın önünde eğilerek verdiği selâmını, Mevlânâ aynı şekilde mukâbele ederek alır. Rahip bu selamlaşmayı tekrarlar durur. Mevlânâ da her defasında aynı şekilde karşılık verir. Bunu üzerine rahip: “Ey dinin sultânı! Benim gibi zavallı ve kirli birine gösterdiğin bu ne alçak gönüllülüktür?” der. Mevlânâ da: “Ne mutlu o kimseye ki, Allah onu malla, güzellikle, şerefle ve saltanatla rızıklandırdı ve o kimse de bu malı ile cömertlik etti, güzelliği ile iffet sahibi, şerefi ile alçak gönüllü ve saltanatı ile de adalet sahibi oldu” hadisini buyuran bizim sultanımızdır. Allah’ın kullarına nasıl alçak gönüllülük göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim? Eğer bunu yapmazsam, neye ve kime yararım?” karşılığını verir. Bunun üzerine rahibin İslâm’a geldiği ve Mevlânâ’nın müridi olduğu “Menâkıbu’l-Ârifîn”de anlatılmaktadır.
Aynı şekilde bir Ermeni kasapla da selâmlaşan, idam edilmek suretiyle cezalandırılacak olan bir Rum gencinin de affedilmesini sağlayan Mevlânâ’nın çeşitli din, mezhep ve tarikatlara mensup geniş bir mürid kitlesi vardı. Hıristiyan rahipleri ile dostâne münasebetlerde bulunuyor, hatta onların kilise ve manastırlarını da ziyaret ediyordu. Yalnız hıristiyan rahipleri ile değil, yahûdi hahamları ile de görüşen Mevlânâ’ya, bir gün kendisiyle karşılaşan bir haham: “Bizim dinimiz mi yoksa sizin dininiz mi daha iyidir?” diye sorar. Mevlânâ da: “Sizin dininiz” diye cevap verir. Bunun üzerine yahûdi, müslüman olur.
Böylece gayr-i müslimlere dostâne ve samimi yaklaşımları ile Selçuklu toplumunda, dinler arası münasebetleri samimi ilişkilere dönüştürmeye muvaffak olan Mevlânâ’nın cenazesine her din mensubunun iştirak etmiş olması da bu ilişkinin derecesini göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim cenazede; hıristıyanlardan, yahûdilerden, Araplardan, Türklerden… türlü din ve millete mensup kimseler hazır bulunuyorlardı. Her biri kendi âdetleri veçhile kitapları ellerinde önden gidiyorlar, Zebur’dan, Tevrat’tan, İncil’den âyetler okuyorlar ve hepsi birlikte feryâd ediyorlar, müslümanlar bunları sopa ve kılıçla savamıyorlardı. Zira bu cemaat hiç çekinmiyordu. Büyük bir karışıklık oldu. Bu haber büyük Sultan’a, Sâhib’e ve Pervane’ye erişti. Bunun üzerine onlar da papaz ve kiliselerin büyüklerini çağırıp onlara: “Bu olayın (Mevlânâ’nın cenazesinin) sizinle ne ilgisi vardır? Bu din pâdişâhı bizim başbuğumuz, imamımız ve rehberimizdir” dediler. Onlar da: “Biz, Mûsâ’nın, İsâ’nın, bütün peygamberlerin gerçekliklerini onun açık sözlerinden anladık ve kendi kitaplarımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin tabiat ve hareketlerini onda gördük. Siz müslümanlar, devrinin nasıl Muhammed’i olarak tanıyorsanız, biz de onu zamanın Mûsâ’sı ve İsâ’sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun muhibbi (dostu) iseniz, biz de bin şu kadar misli daha çok onun kulu ve müridiyiz. Nitekim kendisi buyurmuştur:
Yetmiş iki millet, sırrını bizden dinler
Biz bir perdeden yüzlerce ses çıkaran bir neyiz...
Yûnus gibi aynı dille konuşan Mevlânâ da, aynı anlayışla geniş bir dinî müsamaha ve insanlık anlayışı ile sadece İslâmiyet’i anlatmakla yetinmiyor, aynı zamanda farklı din mensupları ile bir arada yaşamanın nasıl olacağını da göstermiş oluyordu.
İbn Bîbî’nin “el-Evâmiru’l-Alâiyye”sinde; Anadolu’da halkın beş dil konuştuğu ve bazı devlet ricâlinin de bu beş dile vâkıf oldukları kesin bir dille belirtilmektedir. Bu dillerin muhtemelen Türkçeden başka Rumca, Ermenice ve Süryanice ile birlikte büyük şehirlerde ve kültür merkezlerinde de Farsça olduğu bazı tarihçiler tarafından ifade edilmiş bulunmaktadır. Bu dillerde konuşanların birbirlerini etkilemiş olmaları muhakkaktır.
Nitekim Mevlânâ, Rumca şiirler yazma ihtiyacı duymuştur. Türk diline Rumca kelimelerin girmiş olduğunu da görüyoruz. Bu etkileşimde Türklerin, Ermenice ve Rumca kelimeleri öğrenmiş olmaları yanında, Rumlarla Ermenilerin Türkçe öğrenme ihtiyacı duymalarının rolü olduğu da düşünülebilir. Yazıya geçmese bile günlük hayatta bu türlü karşılıklı kültürel alış-verişin olacağı muhakkaktır.
Ayrıca medenî ve fikrî seviyenin yükseldiği Selçuklu Anadolu’sunda musikî, semâ ve şiir gibi vasıtaları kullanan Mevlevîlik ile diğer tasavvuf zümreleri, gayr-i müslimleri de etkisi altına almış, daha sonraları Osmanlı devrinde bile bu etki ile birçok gayr-i müslim sanatkârın bu ortam içinde yetişme imkânı buldukları görülmüştür. Özellikle müslüman erkeklerin hıristiyan kadınlarla evlenmeleri sonucunda Müslüman-Türk aile ve toplum hayatında hıristiyanlığın kültürel etkilerinin hissedildiği gibi; Rum, Ermeni, Süryanî ve yahûdilerle de yukarıdaki örneklerde işaret edildiği gibi kültürümüzün izleri ve etkileri hissedilmiştir.
Aynı durum sivil ve dinî mimarî için de söz konusudur.
(Alıntı)
Prof. Dr. Mehmet Şeker
Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, s.79-85.
Editör diğer yazıları
- 09 Aralık 2023 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 15 Temmuz 2023 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 18 Ocak 2023 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (7. Mektup)
- 18 Ocak 2023 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 11 Eylul 2022 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 03 Nisan 2022 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 01 Aralık 2021 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (31. Mektup)
- 01 Aralık 2021 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 08 Haziran 2021 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 26. Mektubu
- 08 Haziran 2021 eş Şeyh es Seyyid Abdurrahmân Hâlis Kerkûkî Hz.nin Nigârâ Adlı Türkçe Gazeli
- 08 Haziran 2021 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 08 Şubat 2021 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 08 Şubat 2021 Mürîdin nefsiyle olan âdâbı nelerdir?
- 07 Şubat 2021 Şeyhu’l-İslâm Haydȃrîzȃde İbrȃhîm Efendi´nin, Kerküklü Abdurrahman Hâlis Hazretlerinin Biyografisine İçeren Makalesi
- 18 Ekim 2020 es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh
- 18 Ekim 2020 Sahih-i Buhari´de Zayıf Hadis Yoktur
- 18 Ekim 2020 Bu Dünya Dar-ı Gaflettir
- 28 Nisan 2020 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 26 Nisan 2020 Tasavvufi Eğitimin Hedefi ve Bir Prototip
- 28 Ocak 2020 Ya Resulallah - Niyazi Mısri
- 28 Ocak 2020 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 23. Mektubu
- 28 Ocak 2020 Tasavvufsuz İslami Kalkınma Olmaz
- 28 Ocak 2020 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 28 Ocak 2020 Hüdâyi Hazretleri´nin Nefis Terbiyesi
- 28 Eylul 2019 Abdülkâdir Geylânî’nin Ahlakı
- 28 Eylul 2019 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 22. Mektubu
- 28 Eylul 2019 Derviş Olsam
- 28 Eylul 2019 Allah, Kubâ Halkını Niçin Övmüştür?
- 28 Eylul 2019 Bir Kıssa, Bin Hisse - Buyurun Efendim!
- 28 Eylul 2019 Bursa Ulucami’indeki Levhanın Sırrı
- 28 Eylul 2019 Ayasofya Diyor ki
- 28 Eylul 2019 es-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
- 20 Aralık 2018 Cem Olmuş Dervişleri
- 20 Aralık 2018 Kıssadan Hisse -ÇingeneAli-
- 20 Aralık 2018 Siz Hiç Çocuğunuza Böyle Bir Mektup Yazdınız mı?
- 20 Aralık 2018 Tövbe
- 20 Aralık 2018 Ankâzâd´den Tûti İhsan Efendi’ye 21. Mektub
- 09 Mart 2018 Tasdik ve İnkâr Bakımından İnsanlar - Ömer Nesefî
- 09 Mart 2018 Kudüs Davası Sahipsiz Değildir!
- 09 Mart 2018 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 20. Mektubu
- 09 Mart 2018 Hz. Peygamber, Barış ve Savaş
- 29 Ekim 2017 Kabir Azabını İnkâr Edenlere Güzel Bir Cevap
- 29 Ekim 2017 Suların Kısımları
- 29 Ekim 2017 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 20. Mektubu
- 29 Ekim 2017 Bir Mucize, Süheyl b. Amr (r.a)
- 29 Ekim 2017 Olmayınca
- 29 Ekim 2017 Gel Papaz Efendi!
- 23 Şubat 2017 Abdesti Bozmayan Şeyler
- 23 Şubat 2017 Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 18. Mektubu
- 23 Şubat 2017 Himmetini Âlî Tut - Pir Abdulkâdir Geylâni Hazretleri